Emekçiler alanları dolduruyor ve geçinemiyoruz diye hükümete haykırıyorlar. Hükümet bu haykırışı duyar mı? Hayır, duymaz! İşte bugün, emekçiler üzerindeki çifte sömürüyü, emekçilerin haykırışı karşısında hükümetin sessizliğini, tüm bu oluşumları sebepleriyle kısaca tartışacağız.
Emekçiler toplumsal üretimi gerçekleştiren en gerçek üretim faktörüdür. Emekçi dostlarımız gerçekleştirdikleri üretimleri karşılığında ücret almaktadır, fakat aldığı ücret üretimin piyasada satılırken patronun elde ettiği gelirden çok düşüktür. Diğer bir deyişle, patronun mülkiyetine geçirdiği ürünü satarken aldığı para, emekçiye ücret olarak ödediği tutardan yüksektir. Eğer üretim emekçinin ise, neden emekçi tüm satış gelirini alamamaktadır? Bunun sebebi, patronun da bir üretim faktörü olarak, üretimin organizasyonu hizmetinin karşılığını alıyor olmasıdır. Buraya kadar, Marksizm’den biraz sapmış olmakla beraber, makul sınırlar içinde olduğumuzu kabul edelim.
Bu sınırlar içinde kalarak, yani patronun da organizasyon ya da pazarlama gibi genel hizmetler karşılığını aldıktan sonra hâlâ bir fazlalık elde etmekte olduğunu görelim. Burjuva iktisat öğretisi, patronun elde ettiği gelirin kâr olarak haklı kazanç olduğunu ileri sürer. Hatta öğreti daha da ileri giderek kârın yüksekliğini patronun iş becerisinin bir göstergesi olarak topluma yansıtır. Fakat burjuva iktisat öğretisinin kâr olgusunu yüceltmesine rağmen, patronun piyasa gücü ve emek üzerindeki baskıcı etkisi nedeniyle emekçileri aşırı derecede sömürdüğü de bir gerçektir. Hele de ekonomide işsizliğin kol gezdiği durumlarda emekçiler aşırı derecede sömürülmektedir. Bakın size, burjuva iktisat öğretisinin bir süre önce aramızdan ayrılmış olan çok önemli bir profesörünün ibretlik sloganını tanıtayım. Bu zat bir zamanlar, hafif işsizlik ve hafif enflasyon ortamının kapitalizm için en ideal koşul olduğunu ileri sürmüştür. Peki, bu muhterem zat bu ifadesiyle ne demek istemiş olabilir! Dediği şudur: hafif işsizlik koşulu parasal ücretleri baskılar, yani emekçiler ücretlerinin yükseltilmesi yönünde işverenlere baskı yapamazlar. Hafif enflasyon ise ücretin reel değerini baskılar. Peki, bu çift baskılama emekçiden bir şeyler kopardığına göre, koparılan pay kime, nereye girmektedir? Tabii ki, patrona!
Sömürü olgusu ve miktarı, üretimi gerçekleştiren emekçinin gerçekleştirdiği üretimine karşılık alması gereken ücret ile piyasa ücreti olarak ödenen ücret arasındaki farktır. İşte emek sahibinin üretim sürecinde alması gereken gelirin altında ücret alması birinci kademe sömürü, yani piyasa sürecinde oluşan sömürü olarak karşımıza çıkar. Konuyu biraz açmak gerekirse, emeğin teorik olarak alması gereken ücret ile sadece geçimini sağlayabilmek, yani ertesi gün için çalışabilir emek üretimi için gerekli miktar arasındaki fark, burjuva iktisat öğretisine göre kâr, Marksist iktisat öğretisine göre ise patronun malvarlığına giren sömürüdür.
Sömürü altında kalan emekçi, düşük ücret nedeniyle geçim sıkıntısı çekmeye başlayınca bankaya başvurarak kredi kullanmaya yönelir. Bu nokrada bankadan alınan kredinin kaynağının nereden geldiğini düşünelim. İlginçtir ki, bu kaynak da üretimde yaratılan değerin patronun malvarlığına giren bölümünden başka bir şey değildir. Durumu kafamızda canlandıracak olursak, patron birinci süreç olan üretim aşamasında emeği sömürerek onu krediye muhtaç duruma sokarken, emekçinin kredi ihtiyacı da patronun emekçi üzerinden sömürü ile sağladığı kaynaktan sağlanır. Emekçi, üretim aşamasında muhatap olduğu ve patronun malvarlığına intikal etmiş olan sömürü payını bu kez patronun bankasından borç olarak alıp, bir de bunun üzerinden faiz öder. İşte bu da emekçi kesim üzerinde finansal süreçte uygulanan ikinci sömürü mekanizmasıdır. İkinci sömürü mekanizmasındaki sömürü payı da emekçinin kullandığı kredi üzerinden ödediği faizdir. İlginçtir ki, sömürü nedeniyle zor durumda kalan emekçiler kredi mekanizmasını kendilerine sağlaman bir tür kredi olanağı olarak görmekte, belki de mutlu olmaktadırlar. Bu ne hazin bir görüştür! Emekçinin farkında olması gereken gerçek şudur ki, birinci aşamada emeği sömüren patron, ikinci aşamada mülkiyetine haksız olarak geçirdiği kaynağı bu kez de ikinci aşama sömürü aracı olarak emekçiye borç olarak vererek, karşılığında bir de faiz almaktadır. Emekçi, birinci aşamada sömürülerek patrona bıraktığı kaynağı tekrar sömürü aracı olarak kredi şeklinde almakta, tabii ki süre sonunda bu kaynak üzerinden de ikinci kez sömürülmüş olmaktadır. Kredi faslını kapatmadan şu hususun da belirtilmesi gerekir ki, her iki aşamada da yaşanan sömürü o denli şiddetlidir ki, bankadan alınan kredi vadesinde ancak asgari tutarı kadar ödenebildiğinden, geriye kalan borç miktarı üzerinden giderek yükselen faiz borcuyla sömürü katlanarak artmaktadır.
Emekçiye asgari ücret birinci aşamada saptanırken, ikinci aşamada da ödenirken, yani şahsın zaruri ihtiyaçlarını karşılanması için gerekli para miktarı saptanırken ve ödenirken bu kez de iki farklı rolle devlet çıkar sahneye. Devletin birinci rolü, ücret ya da asgari ücret konularının pazarlık edildiği aşamada sermayenin yanında yer alıyor olmasıdır. Devletin emek aleyhtarı ikinci rolü ise, sermaye çıkarı doğrultusunda zorla oluşturulan ücret miktarı üzerinden stopaj yolu ile vergi tahsilatı yapmaktır. Bu meselede iki önemli nokta dikkatimiz çeker. Birincisi, stopaj sistemi idari kolaylık olarak savunulmakla birlikte, stopaj usulü emekçiler üzerinde fevkalade ağır yük oluşturur. Zira bu sistemde hiçbir masraf indirimi yapılmadan, ücret emekçinin cebine girmeden maliye adına patron tarafından kesilir. Oysa patronun vergisi, bazı peşin ödeme sistemleri dışında, ortalama bir yıllık bir süre sonunda ve patronun masrafları çıkardıktan sonra beyan edeceği gelir üzerinden tarh ve tahsil edilir. Stopajın sakıncası patron vergilemesinde yoktur. Emek üzerindeki vergileme sisteminde ikinci önemli sakınca da, artan oranlı vergi tarifesi uygulamasında yılsonuna doğru toplam ücret miktarı artıyor olduğundan, vergi dilim basamaklarına bağlı olarak vergi tutarının da yükseliyor olmasıdır. Böylelikle, yılbaşındaki net ücret ile yılsonundaki net ücret ikincisi aleyhine farklı olabilmektedir.
Emekçilerimizin oldukça vahim olan durumunun en önemli sebebi, enflasyonun da sebebi olarak sanayi yapımızın verimsiz olmasıdır. Sanayi yapısı verimsiz olduğundan, kurların yükselişine bağlı olarak girdi maliyeti yükseldikçe yük emek kesimi üzerine binmektedir. Bunlara ilaveten, başta Suriyeli olmak üzere, yurt dışından ülkemize giriş yapan yabancı emek unsurları da, bizzat kendileri üzerinde ağır sömürü pahasına, Türk emekçilerini üretim dışına atabilmekte ve/veya ücretleri baskılayabilmektedir. Aynı şekilde merdiven altı üretim adı verilen sistemin yaygınlığı da yine verimsiz sanayi yapısının bir yansımasıdır.
Emek sömürüsü ile ilgili meselelerin iltisaklı boyutunda hükümet ya da devlet ideolojisinin de yeri ve önemi vardır. Burjuva devletlerinin tek amacı özel sermayeye kaynak aktarılmasına olanak sağlamak olduğu için, emeğe bakışı, sosyal düzenin sarsılmaması amacıyla, işsizliğin önlenmesidir, çünkü işsizlik sosyal sorun oluşturur ve baskılanması da politik olarak sakıncalı ve güçtür. Emeğin istihdamı da sermaye birikimine bağlı olduğundan, devletin tüm karar ve hesaplarının sermaye birikimi etrafında şekillenmesi doğal olmaktadır. Diğer bir deyişle, kapitalist devlet yapılarında gerek kanunlarla, gerek hükümet kararları ile sermaye korunurken, emeğin payına sadece olabildiği kadar işsizliğin önlenmesi düşer.
Çok Okunanlar
Fatih'teki vahşette yeni ayrıntı ortaya çıktı
Katil Semih Çelik'in babasının ifadesi ortaya çıktı
Narin Güran cinayetinin şifresi Arif Güran'dan mı geçiyor?
Semih Çelik'le gündeme gelmişti
Narin Güran cinayetinde rapordan DNA çıktı
İkbal Uzuner ile Semih Çelik’in son görüntüleri ortaya çıktı
'Altı kurbanın vücudundan farklı parçaları kesen bir seri katil...'
Dünya Sağlık Örgütü'nden Türkiye için korkutan rapor
Herkes onun güzelliğini konuşuyor
Planı görmek için 'kâhin' olmaya gerek yok da BOP’a tamam mı devam mı?!