Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
47,0352
Dolar
Arrow
39,8373
İngiliz Sterlini
Arrow
54,7749
Altın
Arrow
4276,0000
BIST
Arrow
10.189

Farkedilemez Vahşet

Geçen hafta “Durdurulamaz Vahşet” başlığı altında emperyalizmin en çirkin veçhesini sizlerle paylaşmıştım. Bu hafta da bizzat Türkiye üzerinde oynanan, kadife eldivenli emperyalizmi odağa koymaya çalışacağım. 

Türkiye kalkınmakta olan bir ekonomidir. Her ekonomi doğal kaynakları, insan sermayesi, ekonomik faaliyetleri ve pazarlara ulaşma potansiyeline bağlı olarak kalkınma hamlelerimi yapabilir. Unutmayalım ki, soğuk savaş döneminde Japonya, Güney Kore ya da Endonezya gibi ülkelerin kalkınmasında komünizme karşı koruma şemsiyesinin de katkısı büyük olmuştur. Ya da ikinci Paylaşım Savaşı’nda yıkılan ve bölünen Almanya dahi hızla kalkınan ülkeler arasında yer alır. Evet, tüm bu ülkelere önemli destekler sağlanmıştır, bu doğrudur. Örneğin, paylaşım savaşı ertesinde özellikle Almanya ve Japonya’nın düzenli ordu kurma yetkisi dahi yoktu, dolayısıyla savunma harcamaları oldukça kısıtlanmış, ülke kaynaklarının önemli bölümünün kalkınma çabalarına yönlendirilmesi amaçlanmıştır. Tabii ki, tüm bu faktörler kalkınma çabalarına önemli destek olarak görülebilir. Fakat yetmez, kısacası söz konusu ülkelerin hızlı kalkınmalarını salt söz konusu maddi koşullarla sınırlamak o ülkelerin insan gücüne, disiplinli çalışma anlayışına ve azmine açık hakaret sayılır. Tüm Ortadoğu ülkelerine baktığımızda gördüğümüz insan davranışı ise bazı farklarla Anadolu insanına benzer. Evet, genel Ortadoğu insanı ile Anadolu insanı arasında bariz bir fark vardır, o da kültürel köken yanında, Atatürk devrimlerinin insanımızı Batı davranış kodlarına ve kurallarına uyarlamasının, zamanla azalmakla beraber, oluşturduğu etkidir. Bununla beraber, günümüzde yaşanan despotik uygulamalara karşı genel halkın iktidara desteğini sunmaktan geri duracak cesareti gösterememesi de halkımızın bireysel davranış kodlarından ne denli uzak olduğunun karinesidir. 

Halkın çalışma azmi ve iradesi gibi konuların daha çok sosyologları ve psikologları ilgilendirmesi nedeniyle kapatalım ve gelelim Türkiye’ye uygulanan örtülü emperyalist uygulamaya. Türkiye ekonomisinin geri kalmışlığının tarihi buralara sığmayacak kadar geniştir. Sadece şunu söylemekle yetineyim: Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte, devralınan ekonomi oldukça geri düzeyde iken, merkez ülkeler birinci sanayi aşamasını geride bırakıyordu. Cumhuriyet’in Devletçilik ve 1961 Anayasası doğrultusunda girişilen korumacı kalkınmacı politikalar hariç, her dönemde Türkiye, diğer çevresel konumlu ülkelere benzer şekilde merkez devletlerin emperyalist baskısı altında kalmıştır. Bunları başka bir yazıda konuşabiliriz. Bu yazıda 1961 Anayasası ve kalkınma planlaması ile 2000 IMF programı çerçevesinde uygulamaya geçilen Orta Vadeli Program politikaları arasındaki farka değinmek istiyorum.

Pekâlâ, hemen ilk cümleyi söyleyeyim: Temel yaklaşım olarak, Türkiye ekonomisinin çözümü Orta Vadeli program olmayıp, ekonomik planlama-programlama modelidir. Sebep çok açıktır. Şöyle ki, Türkiye ekonomisinin sorunu bir üst yapı sorunu değil, alt-yapı, yani üretim ilişkisi, verimlilik ve sektörel planlama sorunudur. Hal böyle iken, ekonomiye hiçbir katkı sağlamayacak Orta Vadeli program modeli çağımıza hâkim olan tam bir finansal sömürü modelidir. 

Her şeyden önce, yaşanan enflasyonun ana sebebinin üretim ilişkisindeki verimsizlik olduğunu iyi saptamak gerekmektedir. Durum bu ise, iç talebin kısılması halkımızı yoksulluğa sürüklemekle birlikte hiçbir şekilde enflasyona kalıcı çözüm üretemeyeceği gün gibi ortadadır. Nitekim tüm sıkı politikalara rağmen olumsuz sonuç ortadadır. Uygulanan baskılayıcı politikalarla belki bir süre fiyat artış hızında yavaşlama olabilir, fakat baskı kalktığında fiyatlar derhal tekrar çıkmaya başlar. 

Türkiye’ye çare olacak politikalar üretim alt-yapısını yaygınlaştırmak, verimliliği yükseltici önlemleri almak ve dünya koşullarında seçici sektörel planlama modeline gitmek olmalıdır. Türkiye’nin bu modele uygun harika bir tarihsel alt-yapısı da vardır. Bunlardan biri, 1961 Anayasası doğrultusunda kurulmuş olan Devlet Planlama Teşkilatı ve aynı çizgide girişilmiş olan beşer yıllık reel planlama modeli deneyimidir. IMF dayatmalarıyla can çekiştirilen bu model Türkiye’nin bugün şiddetle ihtiyacını duyduğu modeldir. İkincisi ise, Türkiye İşçi Partisi’nin hazırlamış olduğu “Demokratikleşme İçin Plan-1978-1982” modelidir. 

Şimdi zamanın değiştiği, artık planlama devrinin sonlanıp, kısa vadeli programlama dönemine girildiği itirazlarını duyar gibiyim. Bu dostlara yanıtım şu olmaktadır. Bizim gibi ekonomilere kimler önceleri “kalkınmamış ya da geri kalmış ekonomiler” sıfatı taktı da, bir aşama sonra “kalkınmakta olan ekonomiler” sıfatını layık gördü, son kertede ise “gelişen piyasalar” (emerging markets) modelini uygun gördü. İşte değerli dostlar, aynen Washington Consensus dayatmasında olduğu gibi, bu isimler bize uygun görülürken ve Waşington Uzlaşması dayatılırken bizler kararda varmıydık? Yoksa acaba şöyle mi düşünmemiz gerekiyor: Tüm bu kararlar gelişmiş ülkeler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda alınmakta ve yine kendi çıkarları doğrultusunda bize dayatılmaktadır? Bu meseleleri düşünmemiz gerekirken, düşünemeyiz, daha doğrusu düşündürtmezler; çünkü bu konular üzerinde düşünürsek çağdaş düşünce kalıplarına uymamış, hatta otistik yapıya büründürülerek bilimsel görüntü kazandırılmış iktisat bilim dünyasından dışlanmış oluruz. Oysa farkında olmalıyız ki, biz emperyalizmi dahi Batı kaynaklarından öğrendiğimiz için sorunu da, sürecin işletilişini de tam olarak anlayamıyoruz, yorumlayamıyoruz. Emperyalizmi, Paul Baran ile birlikte yazdığı “Monopoly Capital” kitabı ile anlatan ve tüm dünyaya öğreten Paul Sweezy ’yi, herkesin gıpta ile baktığı ve gitmek istediği ünlü Harvard Üniversitesi kadrosundan kovmadı mı? Durum budur. 

Türkiye, Osmanlı’nın mirası olarak olduğu kadar, soğuk savaş döneminde kapitalist ağa koruması altında da örtülü şanssızlık tünelinde safa sürerken, bu safa tüneli sarhoşluğu Berlin Duvarı’nın yıkılışı ile de, maalesef, sonlandırılamadı, çünkü geçmişin derin tarihi de, yakın geçmiş de milleti devamlı uykuda tutarken, bu durum emperyalistin de işine geliyordu. Ona göre bu uykuya mafyatik uyuşukluk işinde devam edilmeliydi. Zira artık ortada komünist olmaması, Türkiye’deki sol alımlar da sönümlenmiş olarak, artık ne komünizme karşı “yeşil kuşak” ne de İslam dünyasına karşı “ılımlı İslâm” öğretisi-dayatmasına gereksinim vardı. Şimdiki konumuz, derin krizini bir türlü çözemeyen kapitalist merkezin görece büyük ve potansiyel olarak güçlü bir sömürü odağına olan ihtiyacını gidermekti. İşte 1999 sonuna doğru sürüklendiğimiz krize çözüm Dünya Bankası reçetesinde olması gerekirken IMF’nin kapıya dayanması, bizi pohpohlarcasına gelişen piyasa olmamızdan değil, bizzat kendilerinin sömürülecek bir ekonomiye ihtiyaç duymalarındandır. Bu durum, IMF danışmanlarının bizzat Dünya Bankası makalelerini dahi atlayarak, lirayı güçlü para birimi dolara bağlayıp, 2001 Şubat ayında krize sürüklenmemize sebep olmasında da çok net görülmüştür. İşte o programdır ki, ekonomimiz, sanki gelişmiş bir üretim sektörüne ve derin bir borsa yapısına sahipmiş gibi, yüksek faiz peşinde koşan atıl Batılı fonların kucağına fırlatılmış oldu. Ve sonuç ortada! 

Sonuç derken, akil iktisatçılarımızın AKP dönemi ile ilgili “ilk dönem ve ikinci dönem” ayırımı cehaletine kapılmayalım, lütfen. İlk dönem, atıl Batı sermayesinin IMF destekli güvenli ekonomiyi fon seline tutarak, “yap-işlet-devret” ve “kamu–özel ortaklığı” başlıkları altında “akıllı projeler” ile, devleti de ortak yaparak (neye ortak!), bizzat kendi halkını sömürücü ortaklığında ekonomiye duhul dönemidir. Evet, bazı parlaklıklar yaşandı, hâlâ da yaşanmaktadır,ne var ki bu parıltıların sonucu AKP’nin beğenmediğimiz ikinci dönemindeki yansımadır. Boğazımıza kadar battığımız borcu çocuklarımıza taşırken dahi iktidarı destekliyoruz. Bu nasıl bir gaflettir! 

İşte Türkiye’yi çepeçevre saran kadife eldivenli emperyalizmin çağdaş görüntüsü budur: kapsayıcı planlamanın terki ve finans baronlarına hizmete açılmış OVP programlı sömürüye hazır 85 milyonluk bir ekonomi!