Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,9108
Dolar
Arrow
38,9249
İngiliz Sterlini
Arrow
52,4032
Altın
Arrow
4123,0000
BIST
Arrow
9.475

Lozan konuşulabilir mi?

Açılım programı uygulanırken Lozan’ın gündeme gelmesi ciddi rahatsızlık yarattı. Zira Lozan Antlaşması ülkenin tapu senedi olarak kabul edilirse, Lozan’ın tartışılması ülke sınırlarının ve yönetim alanının tartışılması gündeme gelir ki, bu durumda kazanılmış ulus sınırları ve yönetim hakkı ciddi yara alır.

Bu söylemler bugün hemen hemen tüm toplumun zihnini kurcalıyorsa, ulusun zihnini kurcalayan talepleri ileri sürenlerden değil de, bu ortamı öngörüsüz yaratandan hesap sormak gerekmektedir. Bu sürecin anlaşılabilmesi için, sürecin başlangıç aşamasına, başlatılış biçimine gitmek gerekir. Sürecin başlatılması Cumhur ittifakının eş başkanının bizzat Öcalan’a çağrı yaparak silahları bırakması ve bizzat ilgili parti grubunda konuşma yapması şeklinde olmadı mı? Aynı süreçte bizzat devlet başkanı tarafından da silahların gömülmesi sonrasında her türlü siyasi adımın atılabileceği söylenmedi mi? 

Peki, mesele ana hatlarıyla böyle gelişince karşı tarafın eli güçlenmiş olarak, hiçbir sınır tanımadan teklifini ileri sürmede bir beis görülebilir mi? Çünkü böyle bir teklif ya da davet ilişkisinde görüşme önerisi yapan, aynı zamanda karşı tarafın önerilerini de almaya hazır demektir. Öneri yapılması, karşı taraftan gelebilecek öneriler üzerinde müzakere yapılabilmesi görüşü ortaya çıkınca böyle bir sonuca ulaşmak, sürecin dinamiği açısından çok şaşırtıcı görülmemelidir. Buradaki meselenin özü, öneri yapan tarafın da, karşı öneri geliştiren tarafın da nasıl bir bağlantı merkezi ile güdümlü hareket ettiğidir. Ortadoğu şekillendirilirken, Türk siyaset dünyasında dün mangalda kül bırakmayan politikacılar ve politikalar karşısında bugün bunun tam tersi bir politikanın gündeme gelmesi, herhalde gece görülen rüya ile ilgili değildir.

Bir zamanlar, Özal döneminde Bulgaristan Türk gruplarını ülkeye gönderiyordu. Bu duruma sinirlenen Özal “ümüğünü sıkarım” gibi laflarla Bulgar makamlarına tehditler yağdırıyordu. Fakat ne oldu ise, aniden tüm söylemler rafa kaldırıldı, Türk vatandaşlar Türkiye’ye gönderildi ve gönderilen vatandaşlar Türkiye’de yerleştirildi. O olay bir sır perdesi olarak tarih sayfalarına geçti, öyle gözüküyor ki, günümüzün olayı da bir şekilde başlatıldı, hatta bir şekilde de sürdürülerek, ileri aşamalarda Ortadoğu’da İsrail ve ABD’nin oluşturmayı hedeflediği güvenli devlet tarih sayfasında yeriniş alacaktır. 

Çok ileri aşamaları bir taraf bırakarak hemen önümüze bakacak olursak, girişilecek müzakerelerde karşımıza çok çetrefil sorular ve sorunlar çıkacağa benziyor. Kuşkusuz, bunlardan birincisi, doğal olarak Lozan konusudur. Lozan üzerinde tartışma açmak salt Kürt sorunu ile sınırlı kalınmayıp, çok çetrefil farklı durumlarla karşı karşıya gelinebilir. O zaman, başlatılan süreci düşünürken ve ilerletirken, aynı zamanda projeyi ortaya atanların fikirsel arka planlarını da düşünmek gerekmektedir. Üstelik bu konuyu salt Türk ve Kürt tarafların değil, emperyalist devlet ya da devletler de dahil tüm potansiyel tarafların çok ciddi olarak düşünmesi kaçınılmazdır. Eğer mesele Ortadoğu’nun ABD ve İsrail politikalarıyla yeni baştan şekillendirilmesi ise, yeniden cetvellerle çizilecek sınırlar üzerinde çok ciddi düşünmek ve olası durumlara politik olarak hazırlıklı olmak gerekir. 

Aynı bağlamda devlet yapısı ve yapı ile ilgili yönetsel alan ve tüm bağlantılı sistem üzerinde de kafa yormak gerekmektedir. Lozan ortaya atıldığına göre, en masum olarak federatif sistem hedefleniyor olabilir. Halen uygulanan üniter devlet sisteminin federatif yapıya dönüştürülmesi salt Kürt vatandaşlarla ilgili olmayabilir. İmparatorluktan ulus devlete dönüştürülmüş olan yapı adeta ebru misali birbiri ile içiçe geçmiş farklı alt-kimlikli sosyal yapılardan oluşmaktadır. Küçük ya da büyük farklı alt-kimlikli sosyal dokuların bir ulus devlet içinde kaynaştırılması fevkalade uzun zaman alan güç bir sorundur. Siyasi açıdan ulus devlet yapılanması, ulusu oluşturan toplulukların uzun zaman boyunca farklı etkiler altında birbirine kaynaşıp, özdeşleşmiş homojen nüfus ve kimlik yapısı üzerinde oluşturulabilir. Nitekim Alman Birliği ya da Fransız Birliği gibi temel oluşumlara baktığımızda etnisite yeknesaklığı kadar uzun sürede oluşan oldukça homojen kimlik yapısı ile karşılaşıyoruz. ABD’deki gerek etnisite, gerek köken farklıklarının kaynaşması meselesinin izahı ise, hepsinin yeni bir alanda müşterek hedef olarak macera ve zenginliğe yönelme hevesinde saklıdır. Kaldı ki, orada da kuzey-güney çatışmaları ve maalesef yerli halklarla girişilmiş çatışmalar yanında, hızla geliştirilmiş varsıllık dokusu halkları birbirine çimentolamıştır. Ulus oluşumu sosyal dokuda bir tür organik çimentolanmadır.

Ulus devlet yapılanmasından federatif yapıya geçildiğinde, “milli” sıfatı ile nitelenen eğitim ve savunma hizmetlerinin örgütlenmesi değişebilir. Gerçi günümüzde eğitim hizmetinin önünde “milli” sıfatı vardır, ancak çok geniş alanda millilikten diniliğe geçilmiş olması da eğitimde salt laikliğin değil, aynı zamanda milliliğin de zedelenmesine yol açmıştır. Bununla birlikte eğitim ve savunma gibi çok temel hizmetlerin bir kez daha düşünülmesinde yarar bulunmaktadır. 

Türkiye’nin güneydoğu bölgesi gerek sanayi, gerek tarımsal açıdan fevkalde önemlidir. Milyarlarca lira yatırılarak gerçekleştirilen GAP projesi entegre sistemle elektriğin önemli bir bölümünü sağlamaktadır. Petrol ve bazı madenler açısından da zengin olan bölge salt yöre halkına değil, yöre halkı ile birlikte tüm ülke halkına hizmet vermek durumundadır. 

Ulus devlet yapılanmalarında, özellikle de farklı alt-kimliklerden oluşan sosyal dokular arasında hakçı bir sistem oluşturma derecesi uygulanan ekonomik sistemle de ilgilidir. Türkiye’nin savrulduğu günümüzdeki durum, geç kapitalistleşen ekonomilerde iç sömürü mekanizmasının halklar arasında husumete yol açmış ve açıyor olmasıdır. 

Günümüzde yaşanan, daha doğrusu dayatılan durumun salt silahların susması, çatışma ve insan ölümlerinin son bulması, kısaca sulh, sükûn ve insan haklarına saygılı bir sistem oluşturma çabaları açılarından kesinlikle olumludur ve bundan dolayı süreç olumlu karşılanmalıdır. Ancak, bir yandan çözümün tüm ilgili grupları kapsamaması, diğer yandan da tabandan halkların özgür irade beyanlarının sonucu olarak değil de, yukarıdan aşağıya dayatma şeklinde lanse edilmesi tarafların ulusal hâkimiyet hakkının olduğu kadar özgür irade beyanlarının da ihlali olarak yorumlanmalıdır. Kaldı ki, gerekli anlaşmalar yapılmadan girişilen böylesi dayatmaların ileride nelere gebe olacağı da başka bir muammadır! Öyle anlaşılıyor ki, işin temelinde ne insan hakları, ne de gerçek anlamda demokratik yöneliş vardır. Belki de işin aslındaki tek gerekçe emperyalistin uzun erimli çıkar hesabıdır. Anlaşılan BOP’un kuruluş amacı da, bu yapay örgütün başkanlıklarının ihdası da hep büyük ağabeyinin kirli emelleri ile ilgilidir; o da, Ortadoğu’da ABD ve İsrail’in güvenliği amacıyla var olan devletlerin ufalanması ve yeni bir Kürt Devleti kurulması. Halklara yukarıdan verilen demokrasi ve/veya özgürlük gerçek olmadığı gibi, yukarıdan dayatma/emirle kurulan devletler de kendi özgürlükleri ve hakları çerçevesinde gerçek olamaz!

Mesele, göründüğünden büyük, “sarı öküz” meselesini andırıyor.