Meclise yazlık kıyafetle gelinemez. Meclis içinde yemek yenemez, laubalilik yapılamaz. Meclis kürsüsünde gayri ciddi ifadeler kullanılamaz. Peki, bunlar ve daha sayabileceğimiz bir dizi kural kaide ya da teamülün Meclisle ve meclis kürsüsü ile ilgisi nedir? Ya da meclis ve meclis kürsüsünün ayrıcalıklı konumunun sebebi nedir? Tek cümle ile anlatmak gerekirse, meclis kürsüsünde konuşan bir hatip, kendi sesi ve ifadesiyle temsil ettiği halkının adına konuşmaktadır. Kürsüden etrafa küfür eden, temsil ettiği halkının adına küfür ettiği bilincinde olmak zorundadır ve düşünmelidir: acaba halkı oy verirken, aynı zamanda meclis kürsüsünden etrafa küfür etme yetkisini de vermiş midir? Aynı şekilde, sebep ne olursa olsun, kürsüde konuşana saldırmak kimin haddidir? Acaba saldırganın seçmeni oyunu verirken, aynı zamanda, sinirlerine hâkim olamadığı durumda kürsüde konuşana saldırabilme yetkisini de vermiş midir? Bu yetkiyi saldırgana parti yetkilisi zımnî veya açık olarak vermiş olabilir, fakat meclis kürsüsü ve kürsüye yönelik eylemde bulunmada yetki herhangi bir siyasinin değil, seçmenin zımnî iradesindedir. Bir bu meseleleri anlayıp, yerli yerine oturtabilirsek, parlamenter demokraside de ilk adımı atmış olabiliriz. Her şeyin sulandırıldığı toplumsal yapımızda belki biraz abartmış olabilirim, fakat soyut durumda sorun ya da mesele budur. Bunun en basit kanıtı, milletvekillerinin kürsüde yaptığı konuşmalardan sorumlu olmamasıdır. İster kürsü masuniyeti, ister milletvekili masuniyeti diyelim, hepsinin arkasında ne kürsünün kendinden menkul bir özelliği, ne de konuşan kişinin kişiliğinden menkul bir özelliği vardır. Tek sebep, halkın iradesinin parlamentoda ya da kürsüde tecessüm, parlamenterde ise teşahhus etmesidir.
Kürsü masuniyeti adı verilen korunma zırhı, kürsüden yapılan konuşmaların temsil edilen halkın adına yapılıyor olmasıdır. Bu kuralların en iyi korunduğu parlamentonun, muhtemelen, parlamenter geleneğin ilk oluştuğu yer olan İngiltere parlamentosu olmalıdır. Gerçekten, İngiltere parlamentosunda tartışmaları BBC kanalından izlemiş olan vatandaşlarımız, parlamenterlerin birbirlerine en ağır sözleri dahi nasıl incelikle ve zekâ parıltısıyla, fiziksel hiçbir aktiviteye gerek kalmadan anlatabildiklerini görmüş olabilirler. Trafik suçu işleme durumunda bazı hallerde suç işleyen sürücüye, öyle sanıyorum ki, trafik derslerine bir süre devam etme cezası verilir. Parlamenterlere de belirli aralıklarla İngiltere parlamentosunun oturumlarını izleme zorunluluğu getirilmesi anlamlı olur, sanırım. Ancak, parlamentoya girmiş ve tek hedefinin parti liderinin gözüne girerek gelecek dönem adaylığının garanti edilmesi olarak, parlamenterlerin bu gösterileri de ders alarak değil de, tam tersi alay konusu olarak izlemesi olağan olabilir. Bir zamanlar ABD Başkanı’nın bir kararının bir kuruldan geçememesi Türkiye’de anlaşılamadı; öyle ya, nasıl olur da bir başkanın, hele de ABD başkanının bir kararı geri çevrilebilir! İşte bu durumu anlayıp makul görebildiğimiz zaman, önce insan, sonra da lider ya da başkan olabiliriz! Fakat bu aşamaya gelmeye daha çok zaman olduğu anlaşılıyor.
İleri ülkelerin gelişmiş parlamenter yapılarında, maalesef, bizde olmayan, fakat mutlaka öğrenmemiz gereken iki önemli fark daha vardır. Bunlardan biri, parlamenterlerin parti lideri kölesi olmayıp, milletin vekili olmalarıdır. Parlamento kararlarında parlamenterler parti liderinin emrine göre değil, herkes kendi bilgisi, bilinci ve seçmen tabanının tercihine göre oy kullanır, kullanmalıdır! Bunun sebebi de hep aynı noktayı işaret etmektedir. Şöyle ki, seçmenlerin parlamentoya gönderdiği ve maaşlarıyla desteklediği parlamenterin sadece iki ayaklı bir varlık değil, aynı zamanda bir de beyin olmasının istenmesidir. Maalesef, seçmen iradesine zıt olarak, liderin istemediği de budur! Bizim parlamentoda her daim parti başkanının emrinde oy veriliyorsa, neden o kadar milletvekiline maaş veriyoruz ki? Ve neden, köy ağalığına analojik olarak kurulan parti ağalığı patolojisini sorgulamıyor, bu hastalığa karşı çıkmıyoruz ki!
İleri parlamentolarda bizlerdekinden farklı ikinci husus da, parlamentoya sunulmuş herhangi bir yasa veya görüşme önerisinde, önerinin kimler tarafından verildiğinden bağımsız olarak, herkesin ulusal yarar gereğince öneriyi değerlendirip, kişisel kanaatini ona göre kullanmasıdır. Bizim parlamentoda görülen vahim durum yine halk vicdanını zedelercesine tam bir patolojidir. Nasıl olabilir ki, iktidarın her önerisi toplumsal yarar uygun, fakat muhalefetin tek tek ya da birlikte sunduğu her öneri toplumsal yarara aykırıdır. Böyle bir mantıksal önerme olamayacağına göre, açıktır ki, milletvekilleri parti başkanlarının emrine göre, sosyal yarara göre değil de, partiler arası çözülemeyen zıtlık anlayışı ile oylarını kullanmaktadır. Samimi olarak, sormak istiyorum: Böylesi robot gibi davranan milletvekilleri oylama gecesi başlarını yastığa koyduklarında huzurla uyuyabiliyor mu, yoksa gelecek dönemde de parti listesine alınacağı ve ballı maaşlardan mahrum olmayacağı düşüncesi ile gayet mutlu ve mesut şekilde yaşamına mı devam ediyor! Bir dizi araştırma önerisi sırf muhalefetten geldi diye meclis üstünlüğüne dayanarak reddeden iktidar yanlıları yaşam boyu vicdan muhasebesi yapmaz mı? Mesela, son kavga olayında, nasıl bir insan ahlak anlayışıdır ki, önceleri makul olarak her iki milletvekili için de makul düzeyde cezada anlaşıp, söylendiğine göre, gelen bir telefonla kanaatlerini ve kararlarını değiştirip, kendilerine tebliğ edilen karara uymuşlardır. Bu olayı yaratanlar kadar, söz konusu oylamada kararlarını değiştirenlerin de bugün içleri rahat mı? Telefon kimden gelirse gelsin, insanın insana kul olmayacağı bir dönemde böylesi biat kültürü ancak kabile toplumlarında varit olabilir.
Gelelim, malum kavga sahnesine. Önce belirtilmesi gerekir ki, içinden geçilen ortam ne olursa olsun hiç kimse meclis kürsüsünden çirkin ifadeler kullanma hakkına sahip değildir. Bu mesele salt bir kişisel nezaket konusu olmayıp, onun çok ötesinde, meclis kürsüsünün halkın sesinin duyurulduğu makam olması meselesidir. O kürsüye çıkan omuzlarında büyük yükle konuşmaktadır. Her konuşmacı bunun bilincinde olmalıdır. Peki, kürsüde böylesi suç oluşturabilecek yakışık almayan ifadeler kullanılsa dahi, hiç kimsenin kürsüdeki hatibe saldırma özgürlüğü yoktur, çünkü hatibe saldırı, aynı zamanda kürsüye saldırı mahiyetindedir. Zira meclis kürsüsünde konuşan halkın adına konuştuğuna göre, hatibe saldırı, aynı anda hatibin millet adına konuşma özgürlüğüne saldırıdır. Daha doğrudan ifadeyle, meclis kürsüsü millet adına kullanıldığına göre, kürsüdeki hatibe yönelik somut saldırı, kürsü özerkliği nedeniyle halk özgürlüğüne yapılmış saldırıdır. Bu saldırı hiçbir şekilde cezasız kalamaz, kalmamalıdır.
AKP’nin bir mahalle politikası vardır. O da halkı birbirine düşürerek, devamlı kendi cephesini konsolide ederek seçimlerdeki asgari eşiğini korumaktır. Bu yöntem, bir seçim garantisi taktiğidir. Fakat bu politika kısa sürede iktidarın garantisi olabilirken, uzun vadede toplumsal çimentoyu eriterek, toplumun dağılmasına yol açmakta ve böylece dâhili ve harici toplum düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedir. Belki bu politika da emperyalistin fısıldadığı bir stratejik plan olabilir mi! Toplumun huzursuzluğa çekilerek kargaşanın yükselmesi zor durumda olan AKP’nin beka planlarına yeşil ışık yakabilir, fakat bu gidişat toplumsal sükût ve huzur aleyhinedir. Toplum askeri müdahalelerden bıktığı gibi, olağanüstü hallerinden, sıkıyönetimi anımsatır gereksiz sert yönetim tarzından da bıkmıştır. Siyaset siyasi kişinin kişisel mizacına ya da senaryosuna göre değil, toplumsal ve siyasal kurallara ve en önemlisi şeffaf ve bağımsız hukuk sistemine göre yürütülür. Medyaya yansıyan son trafik olayında, sivil polisin tabancasını çekerek “benim kim olduğumu biliyor musun” naraları ile vatandaşı taciz etmesi akla hayale sığmaz bir barbarlıktır. Sivil veya resmi polisin görevi halkı taciz etmek değil, tam tersi zor durumda olduğunu gördüğünde ona yardım ederek destek olmaktır. Ama işte, AKP uyarlamaları ile toplumun sürüklendiği alan, maalesef, budur. Bu örnek fiziksel şiddet örneğidir. AKP’nin kamu kurumlarına giriş sınavlarında uyguladığı yöntem de, halka yansıdığı biçimiyle, fiziksel şiddetin sosyal şiddet olarak toplumsal, hatta çalışma alanına yansımasıdır. Maalesef, bu iki şiddet alanı birbirini destekler mahiyettedir.
Günümüz dünyasında böylesi hazımsız kaba olaylara yer yoktur. Şunu net şekilde anlamamız gerekir ki, biz haşinleşerek içeride işlerimizi görebildiğimizi sanarken, dış dünya bizi kendi âleminden izole etmekte, biz de değişmeye ve kendimize daha düzgün bir toplum yaratmaya bakacağımıza, bir milim dahi değişmeden, aynı yemeği ısıtıp ısıtıp sahneye sürüyoruz. Batı ne yapsın ki!
Çok Okunanlar
Fatih'teki vahşette yeni ayrıntı ortaya çıktı
Katil Semih Çelik'in babasının ifadesi ortaya çıktı
Narin Güran cinayetinin şifresi Arif Güran'dan mı geçiyor?
Semih Çelik'le gündeme gelmişti
'Altı kurbanın vücudundan farklı parçaları kesen bir seri katil...'
Narin Güran cinayetinde rapordan DNA çıktı
İkbal Uzuner ile Semih Çelik’in son görüntüleri ortaya çıktı
Dünya Sağlık Örgütü'nden Türkiye için korkutan rapor
Herkes onun güzelliğini konuşuyor
Planı görmek için 'kâhin' olmaya gerek yok da BOP’a tamam mı devam mı?!