Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

O, bir asır önceydi!

18 Mart günü,  15 – 16 yaşındaki çocukların dahi şehit oldukları, büyük komutan Mustafa Kemal’in, askere, “size ölmeyi emrediyorum” komutunu verdiği, tarihin en kanlı, fakat bir o kadar da savaşı kazanan ulusumuz için hemen hiçbir ulusa nasip olmamış olağanüstü koşullarda kazanılmış zafer, şan ve şerefin yıldönümüdür. Ulusumuza kutlu olsun! O muhteşem zafer için, o savaşı tüm dünyayı kendisine hayran bırakırcasına üstün askerlik zekâ ve sezgisiyle yöneten komutan için tarih sayfalarına altın harflerle yazılmış gurur belgelerine benim burada edecek tek bir sözüm dahi olamaz, ancak bu ihtişam önünde saygı ile eğilirim! Bu muhteşem tarihsel olayı burada bırakıp, ondan yüz yıl sonraya, ülkeyi nerelere taşıdığımıza bakmak istiyorum. 

Evet, bir asır önce tarih yazıldı da, ulusumuz bugün bu tarihe layık bir yönetime ve uluslararası alanda mümtaz mevkie sahip midir? İşte, bugün değerli okurlarla bu konuyu konuşmak istiyorum. Ulusun yekvücut olarak ülkeyi kurtarmaya çalışan bu ulus, nasıl oluyor da bugün parçalanmış olarak ulusun kaderini bir siyasi örgütün kaderine bırakmaya reva görebiliyor! Çanakkale’de canlarını seve seve veren 15 – 16 yaşındaki çocuklar, o zamanın tüm yetişmiş elemanları, ülkeyi bugün bu hale getirmemiz için mi bu fedakârlığı yaptılar? Ülkenin tüm değerlerini emperyalistlere teslim ederken; bir asır önce geçilemeyen Çanakkale’ye, adeta o muhteşem zaferi çiğnercesine ülkenin gelecek nesillerini de teslim alırcasına borçlanarak meşum köprüyü yaparken; Arap kökenli yabancılara satılan/verilen arsaların önünde yapay deniz yaratırcasına, hiçbir fenni önerileri dinlemeden ve ikazları umursamadan ulusumuzu bir kez daha gelecek nesillere kadar borca sokarak Kanal İstanbul’u tasarlarken hiç mi geçmişe olan sadakatimizi ve geleceğe olan borcumuzu dikkate almıyoruz? Bu nasıl bir düşünce sistemidir; hadi geçmişimizi dikkate almıyoruz, peki geleceğimizi niçin bu kadar tehlikeye atıyoruz ki! Kapitalizm ve emperyalistin oyunu kalplerimizi bu kadar mı kararttı, gözümüzü bu kadar mı körleştirdi! 

Kapitalizmin sınıflara böldüğü toplumumuzu, bir de toplumu parçalayıcı siyasi kadronun önüne asfalt yol döşeyerek hangi amaçla nerelere taşıdığımızın farkında olalım, lütfen! Dünya kapitalizmi sıkışmış olarak bizler gibi çevresel konumlu ekonomilere aç kurt gibi saldırmaktadır. Zira merkez gelişmiş ekonomiler bizlerden çektikleri kaynaklarla kendi refah düzeylerinin aşırı erimesini engellemeye çalışmaktadır. Bizlerden çektikleri eğitilmiş ve gelecek vadeden genç beyinler, toplumsal hazinemiz olan doktorlarımız, mühendislerimiz ülkenin görünmez kan kaybıdır. Peki, tek amacı belediyeleri de kapatarak, halkı teslim alıp anayasa değişikliğine gitmek olan bir siyasi yapının, o görünen amacının altındaki asıl amacı ya da örtülü işlevi ne olabilir ki, acaba! 

Artık uyanalım! Din konusu devletin işi değildir. Devletin işi ülkede adaletin sağlanması, istihdamın belirli düzeyde korunması, fiyat istikrarının oluşturulması ve tüm topluma istikrarlı bir gelecek görüntüsü sunulmasıdır. CHP’nin son dönemi de dâhil tüm iktidar dönemlerine tanıklık etmiş bir insan olarak, siyasi tartışmalarda böylesi gerçek dışı ve edep dışı beyanların, sokak kavgalarında dahi kullanılamayacak çirkin ifade ve ithamların havada uçuştuğu bir başka dönemi görmedim. Her siyasi iyi ve kötü yönetim ve sözleriyle tarihin kara defterine geçer ve orada mutlaka yargılanır. Bir siyasi kişinin faziletli ve basiretli davranışı, idrak edebileceği gelecekteki görüntüsü ile yaşadığı anda huzur duyabilecek şekilde olmalıdır. Evet, bugün bugündür, ama gelecek de mutlaka gelecektir, ondan kaçış yoktur! 

Devlet, belirli süre için topluma hizmet etmek üzere seçilmiş siyasilerin, yani halk hizmetkârlarının, üzerine yemin ettikleri anayasa doğrultusunda faaliyet gösterecekleri politik kılıf, çevreleyici zarftır. Halkımızın da siyasilerin de kafalarına çakmaları gerçek şudur ki, devlet başka bir şeydir, hükümet başka bir şey. Hükümet etmek üzere geçici süre için seçilmiş olan siyasiler devleti ele geçirmeye kalkarsa, bu bir anarşinin ötesinde, var olan anayasayı çiğneme operasyonudur. Bu operasyonu bir örgüt yaptığında nasıl terörist olarak damgalanıyor ve devlete karşı işlenmiş suç olarak şiddetle cezalandırılıyorsa, aynı sonuç, hükümet olarak seçilmiş kadronun devlet aygıtını ele geçirmesi için de geçerli olması gerekir. Hükümet ajanlarına burjuva demokrasisinin vazgeçilemez kuralı olan kuvvetler ayırımı ilkesini ortadan kaldıran, dikta yolunu gösteren, açan ya da bu amaçla hizmet sunan herkes de toplum karşısında aynı derecede suçludur, tarihe bu kara damgayla geçecektir. 

Devlet malı hükümet erkine geçici süre için adaletli ve kanuni sınırlar çerçevesinde kullanılması için verilmiş toplumsal mal varlıklarıdır. Mal varlıklarının yönetiminde bilim ve yasa kuralları geçerlidir. Söz konusu kurallar aşılarak toplumsal malvarlığının el değiştirmesine ya da belirli ellerde toplanmasına yol açan hükümet tasarrufları ülkenin ekonomik geleceğini ve ülke halkının selametini tehlikeye atma sonucunu doğurabilir. Hiçbir ekonomi kuralında yeri olmayan, kur ve faiz baskılamasıyla toplumsal gelirin kısa sürede el değiştirmesine yol açılması, ülkenin varsıllaştığını gösteren istatistik hesaplamalara karşın, halkın yoksullaştığı sonucunu doğurur ki, böylesi koşullarda demokratik ya da makul bir kapitalist yönetimden dahi söz edilemez. Makul bir iktidar eğitimi çökerterek, halkı yoksullaştırarak gününü yaşayabilir. Ancak, bilgisiz doktor can alır, cahil mühendisin binası yıkılır, hukuksuz toplumun geleceği yok olur, faziletsiz toplum dağılarak tarihin karanlıklarına gömülür. Evet, böylesi politikalara destek veren siyasi kadro bir süre başta kalabilir, fakat o da tarihe kara kadro olarak geçer.  

Sözünü ettiğim gibi, her siyasi kişi ya da kadro mutlaka gelecek dönemlerde, hayatta olsun ya da olmasın, değerleme tahtasına oturtulacaktır. Bu durum siyasinin anlık hırsı ve kararmış kalbi ile dikkate alınmayabilir. Fakat böylesi gidişat halkın ufkunun karartıp, yoksullaşması ve semt pazarları artıklarıyla yetinmesi koşulunu gündeme getirirse, toplum dönüşü çok zor bir yola girmiş demektir. Günümüzde emekçinin, emeklinin ve dar gelirlinin durumunun yansıttığı tablo böylesi gidişin ilk yansımalarıdır. Yoksullaşan kesim sadece siyasi yönetimi sorumlu tutarak çektiği ıstırabın hesabını sormuş olamaz. Siyasi tercihini kullanmak zorundadır. Ülkenin malvarlığı yok pahasına emperyalistlere kaptırılıyorsa, bundan da salt siyasiler sorumlu tutulamaz. Tüm oluşumda halk da, siyasi tercihleriyle sorumludur. Evet, seçimler iç ve hatta dış mihraklar tarafından etkilenebilir, hatta yönlendirilebilir dahi. Unutmayalım ki, böylesi manipülasyonlar seçim sonuçlarında ancak % 5 – 6 dolayında etkili olabilir.

Peki, tüm manipülasyonları kabul ederek dahi, halkın istemediği bir siyasi kadro en fazla % 10-15 oy alırsa, hatta bundan bir miktar yüksek da oy almış olsa, iç ve/veya dış oyuncuların netice üzerinde etkili olması söz konusu olabilir mi? Demem o ki, halkın iradi şekilde seçime müdahil olması karşısında kimse tutunamaz, nihai duruma halk mutlak hâkim olabilir. Son İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimi de bunun kanıtı değil midir! Her şeyden şikâyet ederken neden bu gücümüzü kullanmaktan çekiniyoruz ki! Var olan siyasi kadro bize sosyal destek veriyorsa, bunu da o siyasi kadronun yüzüne, “yardımı bana, parti/tarikat ianesi olarak vererek beni köleleştirme, sosyal yardımları vatandaşlık hakkı olarak yasalaştır, ben de siyasi tercihlerimde özgür olayım” çıkışıyla haykırsak daha onurlu bir tavır takınmış olmaz mıyız! 

Uyanma zamanı çoktan geldi de, geçiyor bile!