Enflasyon önlenemiyor, çünkü dar gelirli vatandaşlar harcamalarını kısmıyor. O zaman ücretleri ve emekli ödentilerini kısmak gerekiyor. Hükümetin adına Mehmet Şimşek’in yaptığı da budur. Zenginler ise enflasyondan sorumlu değildir, çünkü onlar fakirler gibi görgüsüz olmadığından, ele geçen her parayı harcamayıp, toplumun yararına tasarruf ederler. Bundan dolayı da hükümetimiz güçlü sermayeye vergi ayrıcalıkları tanır ve harcama avantajını onlara sunar. Şükür ki, var olan hükümetimiz yirmi yılı aşkın süredir giderek güçleşen dünya koşullarında ülkemizi çok iyi yöneterek, bizleri vatan hasretiyle de ekmek yoksulluğu ile de baş başa bırakmamış oldu! Bu nimetlerin değerini çok iyi bilmeli ve yöneticilere olan teveccühümüzü her seferinde geçmişten daha güçle yükseltmeliyiz.
Öyle düşünüyorum ki, ülkemizin politik havasının bazı kesimlerce teneffüsü bu minval üzere seyretmektedir. Bu durumun bir sebebi, Cumhuriyet’ten henüz bir asır geçmiş olarak 600 yıllık Osmanlı’nın kul olarak muamele ettiği insan nesli henüz yenilenemedi ve özgür vatandaş kimliğine bürünemedi.
Neslin yenilenmesi işleminde zamanın kısalığı yanında, ülke içinde tarikat ve cemaatlerin, ülke dışında ise Ortadoğu’nun en önemli devletini zayıflatmayı hedefleyenlerin gayretleri hiç de boşa gitmiyor. Bireylerin koyunlaşması ve toplumun uluslararası alanda savrulması içten bakınca fazla anlaşılamıyor olmakla beraber, uzun yıllar sonra bugünkü Türkiye’yi inceleyecek sosyal antropologları hayrete düşürecek düzeydedir. Güya parlamenter rejimdeyiz, bir asır boyunca şekilden öze bir adım dahi yaklaşabilmiş değiliz. Güya, başkanlık sistemini uyguluyoruz; despotluktan hiçbir farkı olmayan bir ucube düzendeyiz; güya cumhuriyet yönetimindeyiz, milleti bölerek, her daim kayyum atamaları ile halk iradesine karşı çıkarak kabile yönetiminden farksız bir düzeni sürdürüyoruz.
Adalet ve Kalkınma Partisi yaftası ile işbaşına gelmiş olan AKP, adaleti yok etti, kalkınmayı ise sanayisizleşme ve yoksullaşma olarak bilincine yazdı. Acaba, ülke sanayisizleştirilip yoksullaştırılırken adil bir cumhuriyet yönetimi olabilir mi? Tabii ki, hayır! İnsanlara ekmek vermeyen yönetim, işin gereği sopa kullanacaktı. Peki, partinin ismi nerede kaldı? Kim bilir, belki de böyle bir görevle işbaşına getirilen bir partinin ilk ağızda toplum tarafından benimsenebilmesi için bu isim gerekli idi.
2000 IMF programını benimsemiş ve önceki tüm IMF programlarından farklı olarak büyük bir sadakatle uygulamış olan bir siyasi kadronun ürünü bugünkü Türkiye ise, IMF programının örtülü hedefi kadar, işbaşına getirilen siyasi kadronun da örtülü misyonunun irdelenmesi gerekmektedir. Hal böyle olunca, yabancı şirketler yeraltı kaynaklarımızı sömürmek için yerüstündeki ağaçları katlediyorsa, ülkenin muazzam zararına karşın kaynaklarınız elden gidiyor demektir. Artık dilimizde tüy bitiren yap-işlet-devret ve kamu-özel ortaklığı ile ülkemizi torunlarımıza sarkacak borçluluk konumuna sokuluyor ise, bunlara kucak açan siyasi kadronun ulusal çıkarı hangi düzeye indirgediği tartışılmalıdır.
AKP, tabanı kaydıkça ittifaklara yönelirken, ittifakın adını Cumhur ittifakı olarak koydu. Aynen ekonomi ve siyasi politikaları ile müsemma olan Adalet Ve Kalkınma Partisi ismi gibi, bu kez de ittifakın Cumhur ittifakı ismi de ortağı ile devreye koydukları uygulamaları ile müsemmadır. Cumhur demek tüm halk demektir. Tüm halkı kavramayan, sözde ya da uygulamada halkı bölen ve bir bölümünü diğer bölümüne düşman yapan bir yönetim cumhur ittifakı nitelemesini ihraz edemez, hatta meşruiyetini dahi yitirir.
Konumuzu salt cumhuriyet, yani halk yönetimi olarak tartıştığımızda, karşımıza sağlanması gereken halkın bütünlüğüne karşın, tam tersi, politikacıların ayrımcı müdahaleleri yanında ve ondan da önemli olarak ekonomik sistem sonucu parçalanmışlık çelişkisinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu çelişkiyi mülkiyet biçimi ve sistemin yol açtığı gelir dağılımı sorunu oluşturmaktadır. Meseleye günümüz Türkiye’si açısından yaklaşım yaparsak, siyasete başat kesimlerin kimler ya da hangi çevreler olduğu, siyasi kararların alınış ve uygulanış şekli gibi sorunların cumhuriyet kavramıyla yeterli biçimde açıklanamadığı anlaşılmaktadır. O nedenle, bir yönetim tarzının tanımı olarak cumhuriyet sözcüğü, günümüzün üretim ilişkileri ve ekonomik güç dağılımı bağlamında fazla bir anlam ifade etmemektedir. Cumhuriyet sözcüğünü demokrasi sözcüğü ile birlikte kullanmanın daha anlamlı olacağı açık olduğu halde, neden “Demokratik Cumhuriyet” sözcüğüne genel kullanımda yer verilmediği çok açıktır. Zira demokratik cumhuriyet ifadesi üretim süreci aşamasında adaleti öngörmektedir. Bu durum ise, kapitalist olmayan üretim ilişkisini gündeme getirir ya da çağrıştırır. O nedenle demokratik cumhuriyet ifadesi burjuva toplumlarında genellikle fakat yanlış olarak sosyal demokrasi ifadesi ile ikame edilir. Demokratik cumhuriyetten farklı olarak sosyal demokrasi uygulamasında, üretim aşamasında gelir dağılımına karar verilmeyip, üretim sonrası dağıtım aşamasında vergi ve harcama mekanizmaları ile ikincil dağılımın sağlanmasına çalışılır.
AKP’nin yirmi yılı aşkın yönetiminde ulusumuz parlamenter yönetim bağlamında Batı’nın 300 yıl gerisinde, halkın parası üzerindeki hâkimiyeti bağlamında 800 yıl gerisinde, İslâm anlayışında ise iddia edildiğinin aksine, samimi İslâm’dan uzaklaşılıp, çağdaş laiklik anlayışına yer vermeyerek adeta ortaçağ düzeyindedir.
Cumhuriyet yönetiminin özelliği ya da rengi salt politikacılardan kaynaklanmaz. Cumhuriyet yönetiminde “cumhur” a da büyük görevler düşer. Cumhur, yani halk kendi iradesinin politik kararlar düzlemimde de etkili olabilmesi için oy tercihinden, çeşitli baskılara karşı çıkışına kadar etkili olmalıdır. Batı yazımında “kamusal alan” olarak bilinen çeşitli halk toplantılarında politika tartışmaların yapılması ve bunun politik karar mercilerine iletilmesi önemlidir. TV’de boy gösteren hoca kılıklı akademisyenlerin de topluma karşı çok büyük yükümlülüğü ortadadır. Halk, bireysel olarak politika üzerinde fazla etkili olamaz. Medyanın parti baskısında olması medya yolu ile demokrasinin önünün tıkandığı anlamına gelir. Hal böyle ise cumhur ve demokrasi yanlısı aydınların taraflı medyayı protesto etmesi, toplumun demokratik kalkışı adına elzemdir. Ne var ki, bu toplum “yetmez, ama evet” aymazlarını da aydın yaftası ile selamladı. Bunlara karşı ne söylenebilir ki! Şimdi gelsin bu “yetmez, ama evet” tayfası bizlere demokrasinin ve cumhurun ne olduğunu ve iktidarın bu ilkelere ne kadar sadık olduğunu anlatsınlar, bakalım!
Her şeye rağmen, Cumhuriyetimizin 101. yılını kutlayıp, gelecek dönemlerin, günümüzün acı ve ıstırapların geride bırakıldığı daha mutlu ve saadet içinde geçmesini temenni ederim.
Geçen hafta, rahatsızlığım dolayısıyla değerli okuyucularla buluşamamış olmam dolayısıyla özür dilerim!
Çok Okunanlar
BEDAŞ 21 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
A101 21 Kasım 2024 Perşembe aktüel ürünler kataloğu yayımlandı!
Hasan Arat'tan Fenerbahçe'ye Rafa Silva'lı 'Talisca' yanıtı
21 Kasım 2024 burç yorumları
Fatih Altaylı'dan Acun Ilıcalı ve yasa dışı bahis yorumu
21 Kasım Perşembe maç programı: Bugün maç var mı, hangi maçlar var, saat kaçta?
Ebru Baki Sözcü'den ayrıldı mı?
UEFA Uluslar Ligi'nde Türkiye'nin rakibi kim olacak? Play-off maçı ne zaman?
Atatürk için 21 Kasım 1938'de yapılan resmi cenaze töreninin fotoğrafları
20 Kasım reyting sonuçları 2024: Annem Ankara, Kuruluş Osman, Leyla