Tüm CHP’li belediyelerin inceleme altına alınması hatta yargı kararı olmaksızın tutuklamalara gidilmesi bir konuya dikkatimizi çekmektedir. Ne demek istediğimi anlatayım.
Devlet yapılanmaları ve yerel idareler olarak belediyeler gibi kamu kurum ve kuruluşları her türlü işlemlerinde bazı kişilere ve/veya özel şirketle imtiyazlar ya da üstünlükler sağlar. Bu tür kamu kuruluşları kendileri ya da kurmuş oldukları çeşitli işletmeleri aracılığı ile yüklü alışlar yaparlar ya da topluma hizmet sunarlar.
İşte bu tür kamu kuruluşları sayabildiğimiz ve sayamayacağımız inşaat ruhsatından tutun da tüm işlemlerinde bazı kişi ya da mercilere yetki verici ya da imtiyaz sağlayıcı kuruluşlardır. Tüm bu işlemler için harç, ruhsat bedeli ya da şerefiye vb adlar altında makbuz karşılığı gelir sağlarlar. Buraya kadar her şey normal, ya da normal gibi gözüküyor. Evet, görüntü normaldir, fakat bir de alttan alta işleyen bir süreç vardır.
Tanık olduğum tek örneği aktarayım; benim oturduğum apartman 1960 yılında yapılmış bir binadır. Bu bina yapılırken apartman girişi ile sonradan geçirilen yol arasında ufak bir kot farkı vardı. Bu durum mühendisin hatası mı, yoksa sonradan geçirilen yolun yapımcısı belediyenin hatası mı, bilemedim.
Fakat bu ufak fark için makbuz karşılığı bağış ya da harç değil, bayağı bayağı rüşvet ödendiğini ben biliyorum. Hatta işlerin daha da sarpa saracağı ve rüşvetin fiyatının artacağı kritik ortamda 1960 askeri darbesi yapıldı ve İBB fen işleri dairesi – galiba 7. katta idi- kapısına bir albay oturdu da, ehveni şer düzeyde rüşvetle kurtulundu. Bu bir örnek! Öyle zannederim ki, belediyede çalışmış olanlar çok iyi bilir ki, tüm belediyelerin bu tür işlerde bagajı oldukça yüklüdür. Üstelik de bu süreç salt belediyelere de hasredilemez. Rant dağıtan her kurum, rantın bedelinin bir bölümünü –sakal hissesi olarak- alır. Bu ve benzeri süreçler kapitalist sistemin bir tür zaruri uygulamalarından biridir; özellikle yüksek montanlı işlemlerde kamu kurumlarında rüşvet olmazsa olmaz gibi düşünülür. Bu rüşvet bit yan kuruluşa bağış talebi şeklinde ya da hayırlı bir iş gibi gösterilen farklı alt kurumlara bağış şeklinde de olabilir. Hepsi rüşvettir. Bu konuyu başka bir bölümde incelemek üzere, çok basit ve şematik bir öneri ile burada keselim ve rüşvet ve benzeri konularla ilgili diğer konumuza geçelim.
Şimdi efendim, yukarıda fevkalade şematik olarak verdiğim örnekler ve belediyelerin çalışma tarzı tüm belediyeler için ve tüm zamanlarda geçerli olmuştur ve halen de geçerlidir. Çünkü bu mesele belediyelerde zuhur etmekte olmakla beraber, köken itibariyle kapitalizmin kolay kolay çözülemeyecek çok temel bir konusu, daha doğrusu sorunudur. Benim kafamı kurcalayan, nasıl oldu da, tüm CHP’li belediyeler böylesi bir çamurda yüzerken AKP’li ve sair belediyeler sütten çıkmış ak kaşık gibi tertemizdir? Sizce böyle bir sorunu, hiç değilse “bileşik kaplar teoremi” uygun olarak tüm belediyeler için geçerli olduğunu düşünmek daha doğru olmaz mı?
Şimdi meseleyi biraz daha genişletelim. Bu tür belediye rüşvetlerinin en yoğun olabileceği yörelerin, ekonominin en hızlı gelişme gösterdiği ve yüksek binaların en fazla olduğu kentler olması gerekmez mi? Böyle bir kent İstanbul değil mi? İstanbul, böylesi rüşvetlerle harika güzelliğinden çok şey kaybeder duruma gelmedi mi? Bu durumda, şu iki soruya yanıt bulmamız gerekiyor: 1.İstanbul son yönetime dek kimlerin elinde idi? 2.İstanbul ve özellikle de hakkında çok şaibe dolaşan Ankara Belediyesi yönetimi hakkında geçmişe yönelik neden ciddi bir araştırma yapılma yoluna gidilmemektedir?
Demek ki, mesele samimi olarak belediyelerde ve yerel yönetimlerde ciddi idari sistemi oturtmak değil, istenmeyen belediyeye ve arkasındaki partiye bir ders vermek, belediyenin el değiştirmesini sağlamak, yani diktatöryal bir sisteme ışık yakmaktır.
Bu konularla bağlantılı en ciddi sorunum ise, günümüzün iktidar parti mensuplarından hiç birinde mi ufak bir hak ve adalet kıpırdaması olmamaktadır? Her milletvekili, adı üzerinde parti vekili değil, millet vekilidir, hizmet etmesi merci parti değil, millettir, bekasının düşünüleceği makam da parti değil, millettir. Sanırım, partiye sarılarak, başkana kulluk yaparak, seçime adaylığını sağlamak, hatta parlamentoya girerek, bu koşullarda hak etmediği maaş ve emekliliğe konmaktır. İşte utanılması gereken konu budur.
Son zamanlarda uygulanan politikaları, ben siyasi manevra dehası diye değil de, kaşarlanmış sokak kavgacılığı ve haksız güç kullanarak iktidarın sağlamlaştırılmaya çalışması olarak, hiçbir koşulda içine sindiremiyorum. Ne Suriye’yi son kertede biz hallettik, ne de Güney Kürdistan’ı biz kotarıyoruz. Peki, bu günlerde, bazı ihtirazı kayıtlarla sulh ev barış adına memnuniyetle karşıladığımız yeni açılımın aynı zaman kesitine rastlaması ve Lozan sözcüğünün açık ya da gizli dillendirilemeye başlandığı dönemde CHP’ye yöneltilen kin ve saldırının sebebi, acaba birikmiş tarihi nefret rüzgârında yelenlerin doldurularak ya tek parti yönetimine ya da federal devlet yapılanmasına veya zayıf ve etkisizleştirilmiş bir CHP olarak sisteme eklemleyerek, mevcut açılım programı bağlamında halka karşı sorumluluğu dağıtmak olabilir mi? Çirkin siyasette her şey mümkün ve mubahtır! Göreceğiz.
Çok Okunanlar

Ortalığı karıştıran evlilik teklifi

Gel bakalım Yiğit Bulut efendi

“İkinci Habur mu, İkinci Mondros mu?”

Parmağına krem süren vekil gündemde

İkinci Habur mu ikinci Mondros mu?

Gazeteler, terör örgütü PKK'nın silah bırakmasını nasıl gördü?

CHP'li Yavuzyılmaz'dan LGS sonuçlarıyla ilgili çarpıcı iddia

Anayasa değişikliğinin de ötesinde BOP'a hizmet eden süreç

Spotify'la yaşanan 'Emine Erdoğan listeleri' krizinde yeni gelişme

Özgür Özel’e hakkında başlatılan jet soruşturmaya CHP’li isimlerden sert tepki