Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.368

Zekâ fıkdanı

Vergi; kimi tanıma göre kazı bağırtmadan yolma tekniği, kimi tanıma göre de hükümetin elini vatandaşın cebine sokarak paramın bir bölümünü alma tekniğidir. Her iki tanım da burjuva kapitalizminin anlatımıdır ve yanlıştır.  

Neden böyle bir başlık diye sorgulandığında, hem verginin gerekçesi, hem de bazı siyasilerin çaresizce vergiyi halka anlatma tavrı bence tam bir zekâ fakirliği göstergesidir de onun için! Çünkü bir devlet sisteminde vergi olur, fakat böylesi hiçbir teorik gerekçeye ve/veya mantıksal esasa dayandırılamayan bir vergi olamaz. Dolayısıyla bazı kamu görevlilerini ve Resmi Gazete sayfalarını işgal eden bu saçmalığın detaylarını sayıp dökecek değilim, çünkü bu bir Deli Dumrul Vergisi’dir, sadece yönetimin aczini dışa vurma özelliğinden başka bir niteliği de yoktur. Beşli çeteyi dizginleyemeyen, mega proje hisselerinden vazgeçemeyen, vatandaşa sormadan Düyun-u Umumiye benzeri gelecek nesilleri de taahhüt altına sokmuş olan bir iktidarın işleri bu aşamaya taşıdıktan sonra ne devleti bırakması (farkında olarak hükümeti demiyorum!), ne de halkın yakasını bırakması olasıdır! Ne var ki, bu durum halkın kendi elleriyle kendine çizdiği kaderdir. Kaderini tayin eden halkımız, şimdi de bankalara koşarak kredi limitini indirmeye çalışmaktadır. Diyelim ki, bu yıl limit aşılmadığından Deli Dumrul vergisinden kurtulundu, gelecek yıl fiyatlar yükseleceğine göre kartların limitinin yükseltilmesi de zaruret halini almayacak mıdır? 

Herkes bilir ki, aklı başında bir devlet yönetiminde gelir, servet ya da harcamalardan vergi alınabilir. Her üç durumda da “Gelir Vergilemesi Sistemi”nin dayandırıldığı temel kaynak realize edilmiş, yani elde edilmiş nominal değerlerdir. Kredi kartı böyle bir varsıllığa karine olarak kabul edilebilir mi? Evet, kredi kartı harcama potansiyeline karine olarak kabul edilebilir, fakat birincisi harcamanın yapılması kesin olmayabilir, harcama yapıldığı anda ise, işleme giren maddeler üzerinden zaten KDV ya da ÖTV ödenmiş olduğundan, vergi bir Deli Dumrul vergisine dönüşür.

Değerli okurlarım, bir sistem olarak kapitalizmin çok net anlaşılabildiği iki durum söz konusudur. Bunlardan biri kriz dönemleridir, ikincisi ise finansal dünya pratikleri ya da zulmüdür. Finansal zulmü kavramı ile finansal teoriden söz etmiyorum (o da pek makbul değildir ya!), fakat olağanüstü (kasıtlı mı bilemiyorum!) karınca duası misali karmaşık sözleşmelerle yapılan kredi sözleşmeleri ile ilgili bizzat başımdan geçen bir olaydan söz etmek istiyorum.

Geçmişte bir dönemde bir bankadan ufak miktarda ihtiyaç kredisine başvurmuştum. Bazı kesintiler yapılıp, bakiye hesabıma geçirilmişti. Eve geldiğimde rahmetli eşim (ki, daima benden daha dikkatli ve yol gösterici olmuştur!) fişleri incelediğinde, kredi tutarından indirilen bazı gerekli kalemlere ilaveten sigorta bedelinin de indirilmiş olduğunu gördü. Kredi işlemi benim için değil banka için bir risk ise, sistemin mantığında riski yüklenenin sigorta bedelini de yüklenmesi ilkesi geçerli olmalıdır, diye düşündüm. Çünkü sigorta işlemi talebi kredi alanla ilgili değil, işlem üzerinde risk taşıyan kredi verenle ilgilidir.

Ben de makbuzlara baktım ve doğrusu bu saçmalığı anlayamadım. Ertesi gün bankaya gittim, lisan-ı münasiple durumu anlattım ve sigorta miktarının alınan krediye ilave edilmesi gerektiğini söyledim. Bankacı dostlar önce durumu kabul etmediler. Bayağı bir münakaşa sonrasında, bankada bir üst düzey çalışan öğrencim çıktı ve büyük bir mahcubiyetle yapılan hata düzeltildi. Eğer bu işlem her vatandaşa böyle çarpık şekilde uygulanıyor ise, mahcubiyet yerine tüm kredi işlemlerinde daha dürüst davranışa yönelmeleri gerekmez mi idi! Türkiye’de yasalar değil, çoğunlukla güçlülerin koyduğu usuller geçerli olmaktadır. Bence aynı durum tapu harcında da geçerlidir. Harcı kimin ödeyeceği yasada yazılı olduğu halde, bir teamül geliştirilmiş olup, harç taraflar arasında kardeş payı yapılabilmektedir! Böyle bir ülkede, kurulmuş meclis, yani mevcut anayasaya göre yemin etmiş bir meclis yapısı, işine geldiği gibi yeni bir anayasa yapmaya soyunabilmektedir.

Kürt vatandaşlarımız da, yeni anayasa yapıcısının var olan anayasa üzerine yemin etmiş meclis tarafından değil de, bu amaçla ihdas edilmesi gereken bir Kurucu Meclis tarafından yapılması gerektiğini savunmak yerine, bugünkü kadronun önce var olan anayasaya riayet etmesi gerekir gibi akla zarar beyanlar geliştirmektedir. Usul daima bir rehberdir, atlanmamalıdır! Zira dar görüşlü esnaf mantığı ile hedefe ulaşmaya çalışmak herkese ve ülkeye zarar verir. Maalesef, muhalefet de benzer teranelerle, çok net bir şekilde yeni bir anayasa yapımının ancak bir Kurucu Meclis tarafından gerçekleştirilmesi gerektiğini yeri göğü inleterek dillendirmemektedir. Demek herkes her şeyi hak ediyor!  

Ne ilginçtir ki, kendi elleri ile başa geçirdiklerine ve tüm yaşananlara rağmen hâlâ Kerem’in Aslı’ya olan aşkı gibi bilinçsizce bağlanan halkımız, ne zaman iş paraya gelse, nedense aklı başına geliyor. Seçim önceleri olmayacak vaatlere kanmanın mutlaka bir cezası olacaktı, zira ülkeyi bu hale sürüklemiş bir siyasi yapıyı büyük bir aşkla tekrar iktidara taşımanın böyle bir mükâfatının olacağı çok açıktı! Akıllı bir koşu atı bile uyuşamadığı binicisini iki adım dahi taşımadan sırtından yere yuvarlarken, kendi eliyle kaderini çizenlerin bugünlerde niçin sızlandıklarını doğrusu anlamakta zorlanıyorum. 

İsrail Türkiye’ye saldıracakmış da, vergi o nedenle gerekli imiş! Kargalar duymasın! Eğer durum bu ise, NATO’nun ikinci büyük ordusu olduğu her fırsatta dillendirilen Türkiye’ye İsrail saldırısından niye korkulur ki? İsrail bir NATO ülkesine saldırmak ister mi? Türkiye’nin, NATO’nun peşinde Kaddafi olayına takılması, ABD yandaşı olarak Suriye’de bölücü harekâta katılması Ortadoğu’yu ve bizleri bugünlere taşıyan yol idi ise, Hariciye monşerlerinin atlanıp tek akılla yapılan işin sonucunda buralara varılması mukadderdi. Bugün mü aklımız başımıza geldi de, İsrail saldırısı bahanesiyle kazların yolumuna girişilmektedir?

İsveç’in NATO’ya alınması için onayı beklenen Türkiye’ye İsrail saldırır mı? Ama şunu yapabilir. Türkiye’ye sokulan milyonlarca göçmeni harekete geçirerek, içte bir kargaşa çıkarabilir. NATO’nun buradaki etkisi ve/veya müdahalesi nasıl olur, bilemiyorum! Fakat her hal-û kârda böylesi bir girişimde Türkiye ciddi hasar alabilir. Şimdi, eğer bu düşüncenin geçerliliği varit ise, bu kadar göçmeni ülkeye doluşturma kimin aklının eseri ya da iktidara taşınırken kime yedirilen görevin sonucu olabilir ki, acaba! Bu işi, bir ülkenin seçilmiş lideri iken emperyalizmin atanmış görevliliğini övüne övüne kabul ederek Ortadoğu’nun Eş Başkanı sıfatını taşıyanların düşünmesi gerekmez mi? İşte, devlet geleneğinden gelinmiş olmakla, esnaf anlayışından terfi etmiş olmak arasındaki fark, ülkeleri böylesi sıkıntılara sürükleyebilir.

Evet, Ortadoğu, hatta tüm dünya karışmaktadır, saflar ayrışırken, aynı zamanda netleşmektedir de! Peki, Türkiye bu kargaşada ne yapmaktadır? Kılık kıyafet meselesi ısıtmakta; başörtüsünün bir beyin peçelemesi olduğu hâlâ anlaşılamamakta; 8 yaşındaki bir masumun cinayeti pervasızca politikaya kurban edilerek perdelenmekte; her gün kadınlara saldırı adeta açık bir mesajla “evlerinize dönün, sokaklarda, iş yerlerinde sizin ne işiniz var!” mealinde örtülü bir emirle devam etmektedir.

Atatürk, Osmanlı yönetiminin dış siyaseti iç karmaşayı baskılamakta kullandığını açık şekilde ifade etmiştir. Bugünkü iktidar da, her bulduğu dış olaydan iç malzeme üretmede Maaşallah Mısır Çarşısı esnafı kadar mahirdir. Atatürk, aynı zamanda tüm kalelerin ve tüm limanların müstevlilerin eline geçeceğinden de söz etmektedir. Sanırım, bu sözcüklerin neye, nereye denk düştüğünü artık derin derin düşünme zamanı gelmiştir. Türkiye üzerinde oynanan büyük oyun netleşiyor; belki kurnaz fakat zeka fıkdanı “yetmez, ama evet” aymazlar kadrosu ile bütünleşen bu siyasi kadronun elinde Türkiye sürüklenirken sessizce haykırıyor!