Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,3825
Dolar
Arrow
36,0438
İngiliz Sterlini
Arrow
44,8984
Altın
Arrow
3357,0000
BIST
Arrow
9.779

İnsanı önceleyen bir kalite anlayışı

Bu günlerde üniversitelerin gündeminde kalite var. Dijitalleşme ekseninde ivme kazanan kalite çalışmaları yükseköğretimde eğitimin niteliğinin çağın gidişine uygun biçimde iyileştirilmesini amaçlamaktadır. Bunun için de dijitalleşmenin getirdiği olanaklardan da yararlanılarak sınırları bilinen, ölçülebilir, yönetilebilir ve de sürdürülebilir bir kalite güvencesi yönetim sisteminin kurulmasına çalışılıyor. Yükseköğretim Başkanlığı ve Yükseköğretim Kalite Kurulu işbirliğinde, üniversite rektörlerinin ve kalite uzmanlarının katılımıyla 31 Ocak 2024 tarihinde İstanbul’da gerçekleşen toplantıda da kalite konusu çeşitli yönleriyle tartışıldı, üniversitelerin bu yöndeki gidişatı sayılarla masaya yatırıldı. 

Dijitalleşmeyle birlikte yaşamın her kesitinin yeniden formatlanmasına gereksinim var. Bilgisayar bazlı teknolojik gelişmelerle birlikte bilgi üretim ve yayımının akıl almaz biçimde hızlandığı bir ortamda sınırların belirlenmesi, ölçme, değerlendirme, denetim ve yönetim giderek zorlaşıyor. Diğer yandan da verilerin toplanması, paylaşılması, korunması, sistemli biçimde arşivlenmesi de eskiye göre kolaylaşıyor. Yani fırsatlar var, ama tehditleri de görmezden gelmemek lazım. Dolayısıyla da süreci avantajlarıyla ve dezavantajlarıyla ele almak, olumsuzlukları azaltmak, olumlulukları da artırarak yola devam etmek gerekiyor. 

Çoklu üretimin ve aktarımın olduğu yerde fırsatlar artar, ama tehditler de bir o kadar fazlalaşır. Tehditleri önlemek, fırsatları doğru hedeflerle artırmak için sistem kurmak gerekir. Verilerin toplanması, sistemli biçimde arşivlenmesi, gereksinimler doğrultusunda, süreklilik içinde paylaşıma sunulması kalitenin güvenceye alınması ve sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşımaktadır. 

Dijitalleşme özellikle etkileşimi ve de iletişimi güçlendiriyor. Ancak bunun kalite odaklı bir etkileşime ve işbirliğine dönüşmesi için de üretim ve aktarım süreçlerinin sistemli hale getirilmesi gerekiyor. Üniversitelerde üretilen bilimsel bilginin toplumsal yaşama aktarılarak faydaya dönüştürülmesi ciddi öneme sahip. Üniversiteler bir yandan eğitim öğretim kurumları, ama diğer yandan da bilgi üretim ortamlarıdır. Dolayısıyla da üretilen bilginin toplumla paylaşılması, gelişme ve kalkınma hedefleri doğrultusunda faydaya dönüşmesi üniversitenin insanlık adına değer oluşturması anlamına gelir. 

Tam da bu noktada bilim iletişiminin önemi ortaya çıkıyor. Üniversitede üretilen bilimsel bilginin toplumdaki hedef kitlelere ya da moda deyimiyle paydaşlara ulaştırılması ve etkin kullanıma dönüşmesi süreci bilim iletişiminin ilgi alanıdır. Dolayısıyla da bilim iletişimi bilimsel bilginin üretim ve aktarım süreçlerine ilişkin stratejilerin belirlenmesini ifade eder. Bu nedenle de üniversiteler, kalite güvencesi yönetim sistemini oluştururken bilim iletişimini de dikkate almak zorundadırlar. Nitekim sözü edilen toplantıda bu konuya ciddiyetle dikkat çekilmesi de konunun önemini gösteriyor. Böylece üniversitelerde üretilen bilimsel bilginin hangi toplumsal kesimlere, hangi yollarla, hangi hedefler doğrultusunda aktarılacağına ilişkin süreçlerin etkin biçimde ve süreklilik içinde izlenmesi sağlanır.  Söz konuşu süreçler sistemli ve stratejik bir işleyişe kavuşmadığı sürece bilgi üretim merkezleri olan üniversitelerle toplumun buluşturulması çok da mümkün olmaz. Dolayısıyla da bilginin yaşama dönüşmesi gerçekleşemez. Ayrıca üreticinin doyuma ulaşması, üretim hazzına varması için de ortaya koyduğu ürünün gerçek yaşamda karşılık bulması, işe yaraması büyük önem taşır. 

Mevcut durumda bugün hala üniversitelerin çatısı altında yapılan araştırmaların bulguları, hazırlanan tez çalışmaları çoğunlukla ya arşivlerde pasif durumda beklemekte ya da genel okura ulaşmayan akademik dergilerde yayımlanmaktadır. 

Dahası üretilen bilginin topluma ulaşması konusunda akademisyenler de gereken çabayı göstermiyorlar ya da buna gerek duymuyorlar. Çünkü çoğu akademisyen, toplum gerçeklerinden kopuk, kampüse kapalı bir yaşam sürüyorlar. Dolayısıyla da ürünün faydaya dönüşmesi hazzını yaşamaktan yoksun kalıyorlar. Tatmadıkları, bilmedikleri bir hazzın peşinde de koşmuyorlar. Nitekim akademisyenlerin çoğunun öncelikli amacı, ürettikleri bilgiyle toplum gelişmesine katkı sağlamak değil, yayın yaparak alacakları puanlarla akademik titr veya unvan almaktır. Akademisyenin, akademik ortamı, dolayısıyla da görev yapmakta olduğu üniversiteyi sadece bir iş yeri olarak görmesi, bilimsel çalışmaları da yalnızca kendi mesleğinde ilerleme ya da yükselmenin aracı olarak kullanması üniversite ve toplum arasındaki mesafenin temel nedenlerinin başında gelmektedir. Bilim iletişimine ilişkin duyarlılığın artması belki de bu tür sorunların aşılmasına, sınırların ortadan kalkmasına da katkı sağlayacaktır. 

Diğer yandan üniversiteler eğitim öğretim hizmeti veren kurumlardır. Eğitim öğretimin yaşamın gerçekleriyle ilişkili olması, başka bir deyişle üniversitelerde verilmekte olan eğitim öğretim hizmetinin toplumda karşılık bulması kalite standartları açısından oldukça önemlidir. Dolayısıyla da eğitim öğretim planlaması yapılırken,  yeni programlar açılırken toplumun gereksinimlerini, dünyanın gidişatın ve insanlığın geleceğini dikkate almak önemlidir. Bunun için de her bir programın, bölümün ve genel olarak da üniversitenin misyon ve vizyonunun çok iyi belirlenmesi gerekir. Bu doğrultuda her üniversitenin kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerinden oluşan, ülkenin kalkınma hedefleriyle de ilişkili olmak üzere stratejik planının hazırlanması gerekir. Bu kapsamda hangi mesleki alanlara ilginin artacağı ya da azalacağı planlamasının yapılması, buna göre de yeni bölüm ve programların açılması nitelikli ve gerçekle ilişkili bir eğitim öğretim hizmeti verilmesi mümkün olur. 

Ancak diğer yandan da üniversitelerin toplum ve insanlık için birtakım hedefler belirlemesi de önemlidir. Gözlemlediğim ve göstergelerden de gördüğüm kadarıyla yeni kuşaklar edebiyat, felsefe, sosyoloji, mantık, antropoloji gibi insan odaklı alanlardan giderek uzaklaşıyorlar. Dahası toplumda da bu yöndeki ihtiyaçlar giderek sınırlanıyor. Oysa insanı anlamak, insanlığın gidişatına nitelikli yön verilebilmesi için düşünsel derinliği olan, analitik yetkinliği güçlü, duygu dünyası zengin, hayal kurabilen, hayalleri doğrultusunda yaratıcı serüvenlere atılma cesaretine sahip kuşakların yetişmesi çok önemli. Teknolojide yetkin kuşaklar elbette günümüzün ve geleceğin dünyasının gereksinimi. Ancak insanlığı, insanı dışarıda tutan bir makineleşmeye teslim etmek güvenli gelecek açısından hiç iyi olmaz. 

Dolayısıyla da dijital teknolojilere odaklı kalite çalışmalarında düşünsel derinliği ve analitik yetkinliği de göz ardı etmemek, hatta ciddiyetle önemsemek daha yaşanılır bir dünya ve daha kaliteli bir insanlık için gereklidir. İnsanı önceliğe alan bir kalite anlayışı üniversitelere ve de bilime çok daha sağlam bir vizyon kazandıracaktır.