Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
39,8375
Dolar
Arrow
36,5891
İngiliz Sterlini
Arrow
47,4690
Altın
Arrow
3450,0000
BIST
Arrow
10.727

'Güçlü Aile ve Güçlü Toplum' miti!

Siyasal iktidar, 2025 yılını,‘Aile Yılı’ilan etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Aile Yılı Tanıtım Toplantısında’ şu açıklamalarda bulundu. “Aile, toplumun özü ve temelidir. Milli ve manevi değerlerin korunması için, ailenin ve dolayısıyla toplumun, güçlü olması gerekmektedir.

Eğitim, ahlak, terbiye ve kişilik ailede inşa edilmektedir. Ailenin, sapkın akımlardan; çocukların ve gençlerin, dijital tehlikelerden, korunması gerekmektedir. Toplumsal değerlerde, erozyon yaşanmaktave kültürel kimlik aşınması vb. gelişmeler,küresel cinsiyetsizleştirme politikalarını tetiklemektedir”. Hatırlanırsa, 2023 seçimlerinde, muhalefet partileri ve Kılıçdaroğlu,LGBT’ci olmakla suçlanmıştı. Erdoğan kazanılmış seçimin akşamında, konuşmasında aynen şu sözleri kullandı:

“Bu CHP LGBT’ci midir, bu HDP LGBT’ci midir, bu İyi Parti LGBT’ci midir, yanındaki o bazı ufaklıklar var onlar da LGBT’ci midir? Peki AK Parti’ye LGBT sızabilir mi? Cumhur İttifakı’nın diğer üyelerine sızabilir mi? Bizde aile kutsaldır.”

Ne alaka, değil mi? Diyebilirsiniz. ‘CHP din, başörtü düşmanı’, ‘Kılıçdaroğlu Dersimli ve Alevi, PKK’lı LGBT’’cikara propagandası, iktidarın seçim kampanyasının ana stratejisi olmuştu. Özellikle, LGBT’ciler vurgusunun (sosyal stigma), sistematik olarak siyasal kampanyanın parçası haline getirilmesi, daha önce seçim kampanyalarında pek görülmeyen şeydi. Din ve aile gibi,statükocu toplumsal kurumların, her zaman değişime, belirsizliğe ve öngörülemezliğe karşı dirençli olduğu sosyolojik bir kabuldür. ‘Eşcinsellik’, olgusu da Türk toplumunun muhafazakâr değer ve normlarıyla bağdaşmamakta, ‘ahlaksızlıkla’ bir tutulmakta ve dış gruba (seçim sürecinde muhalefet/Kılıçdaroğlu) olan güvensizliği perçinlemektedir. İktidar, ailenin kutsallığı ve toplumun dindarlığı üzerinden hiç sakınmadan bu stratejiyi, seçim sathında, tekrarlayarak sürdürdü ve siyasi sonuç aldı.

Erdoğan’ın, aile kurumunun güçlendirilmesine, gençlerin erken evlenmesine, en az 3 çocuk yaparak nüfusun artması gerektiğine, kürtaj ve aile planlamasına karşı çıkarken, toplumsal ve kültürel yaşamda bunun tersi gelişmelerin yaşandığını söylemek mümkündür. 

Bir kere, son 15-20 yıl zarfında, bütün toplumsalkurumlarda olduğu gibi, aile ve evlilik kurumlarında da ‘zayıflama’yönünde, muazzam bir değişim yaşanmaktadır. Bu zayıflamayı,farklı parametrelerle,istatistiki veriler desteklemektedir. Toplumun temelini oluşturan aile kurumunun, adeta çatırdadığını kanıtlayan olaylar giderek artmaktadır. Özellikle medyaya yansıyan ve toplumun vicdanını kanatan şu birkaç olay, bir sığınak, sosyalleşme ve topluma hazırlama, psikolojik doyum ve güvenlik merkezi olması gereken aile kurumunun,‘şiddetin ve istismarın’ yuvası haline gelmesini nasıl açıklayabiliriz?

Son dönemlerde, Türkiye’de, ‘aile içi şiddet-vahşet’ döngüsüne bir kaç örnek gösterilebilir. Kamuoyunun vicdanını derinden yaralayan bir çocuk cinayeti yakın zamanda Diyarbakır’da yaşandı. 8 yaşındaki Narin Güran’ın ölümüyle ilgili görülen davada, tutuklu sanıklar, amca Salim Güran, anne Yüksel Güran ve ağabey Enes Güran'a "iştirak halinde çocuğa karşı kasten öldürme" suçundan müebbet hapis cezası verildi. İzmir’de, bir baba, yaşları iki, dört ve 14 olan üç çocuğunu silahla vurarak öldürdü, bir çocuğuysa yaralı olarak hastaneye kaldırıldı. İzmir'in Selçuk ilçesinde evde tek başlarına bırakılan beş çocuk, yangın kurbanı oldu.

Annenin, evden çıkarken kapıyı kilitlediği iddia edildi. Eyüpsultan ilçesinde, cinnet geçiren17 yaşındaki çocuk, aynı evde yaşadığı annesini, babasını, kız kardeşini ve babaannesini silahla öldürdü. Tekirdağ'ın Çorlu ilçesinde, kızı Su Dilem Yazıcı'yı boğarak öldürüp bileklerini keserek intihara teşebbüs eden Amir Yazıcı, emniyetteki işlemlerinin ardından, adliyeye sevk edildi.

Yazıcı, çıkarıldığı nöbetçi mahkemece tutuklandı.Dikkat edilirse bu korkunç olayların merkezinde,hep aile bireyleri var. Bunlar, sadece buzdağının görünen kısmıdır. Kimi sosyologlar, modern toplumlarda görece en tehlikeli yerin ev (hane) olduğunu belirtmektedir Kadınlar ve çocuklar, genellikle aile içinden birileri tarafından istismar ediliyor veya öldürülüyor. Bu durumlar, hep tesadüf mü? 

Toplumun minyatür temeli olan ailenin suç, şiddet, ihmal ve istismarın tekeli haline gelmesi beraberinde çok ciddi toplumsal sorunlar getirmektedir. Evlilik birliğinin yıkılması, yani çığ gibi artan boşanma olgusunun altında, ilk sırada ekonomik yoksunluklar, şiddet ve istismar yatmaktadır.Boşanmanın, birlikte yaşamanın, tek ebeveynli ailelerin ve yeniden evlenme oranlarındaki artışın aile kurumunu zayıflattığı bir gerçektir. Sosyologlar ve psikologlar, yaşanmakta olan bu yeni durumun, pek çok sosyal soruna yol açtığına dikkat çekmektedir. Ahlaki standartların düşmesi, sosyal kaos, salgın haline gelen uyuşturucu kullanımı, suç ve şiddet olaylarındaki patlama, intihar, asosyal davranışlar, holiganizm, vandalizmgibi sosyal problemlerdeki tırmanış,toplumdaki bozulmanın farklı tezahürleri olarak okunabilir.

Ünlü psikolog, Arno Gruen, insanın toplu halde yaşamını krize uğratan nedenleri başka bir pencereden değerlendirmektedir. Gruen’ın savı şöyledir. “Ekonomik çöküntü, konjonktür gerilemesi, savaşlar, yıkım, nefret, kardeş kavgası, şiddet, uyuşturucu tüketimi, suç, kadınların ve çocukların hor görülmesi kabalık ve zulüm neden artıyor? Bu krizi ulusal, ekonomik ve teknolojik sorunlara indirgemek mümkün mü? Hayır; bu, insanı insan yapanın ne olduğuna dair tanımımızla, kendi insan oluş anlayışımızla ilgili bir konu olduğunu söyler”.

Buradan yola çıkarak, aile ve bağlantılı kurumlarda yaşanagelen toplumsal çözülme ve değişimler,her ne kadar hükümetkatında,muhafazakâr değerlerden kaynaklı ‘beka sorunu’ endişesine yol açsa da,küresel düzeyde yaşanan baş döndürücü değişimden ayrı tutulamayacağı bir gerçektir. Bu değişimin ortaya çıkardığı toplumsal sorunların rasyonel çözümü,aileyi ‘romantik mit’ haline getirmek veya muhafazakâr değerlere sarılmak değil,modern sosyal politika sisteminin hayata geçirilmesiyle mümkün görünmektedir. Birey, aile ve toplum arasındaki bağın güçlenmesi, siyasi ve ideolojik telkinlerle, yukarıdan aşağıya değil, ancak ilgili devlet kurumları, yerel yönetimler, akademi, medya ve STK’ların aktif sorumluluk üstlenerek üreteceği çağcıl politikalarla olasıdır.