Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8385
Dolar
Arrow
34,1542
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9695
Altın
Arrow
2916,0000
BIST
Arrow
9.109

Cumhuriyetçi eğitim ve ulus bilinci

Türkiye; sorunları çok, kaynakları sınırlı, potansiyelini kullanmakta zorlanan bir ülke. Ülkemizin en önemli sorunlarının başında da eğitim geliyor. Çünkü eğitim sistemi, uzun yıllardır yön duygusunu yitirmiş, yozlaşmış durumda. Ulusal, kamusal, toplumsal, sınıfsal niteliğini; laik, bilimsel, aydınlanmacı, karma, ücretsiz, eşit, halkçı karakterini yitirdiği için, Türkiye’nin gereksinimlerini karşılayamıyor. Öğrencileri, öğretmenleri, velileri ve toplumu tatmin etmiyor. 

Eğitimde; ders kitaplarının içeriklerinden sınıf mevcuduna, öğretmen yetiştirme politikasından teknik donanım eksikliğine, akıl ve bilimi dışlayan yaklaşımlardan, eğitim emekçilerinin örgütlenmesinin önündeki sınırlamalara dek, onlarca sorunu bir çırpıda sıralamak mümkün. Ayrıca eğitim; sadece nitelik açısından değil, yüksek nüfus artışı, planlama yoksunluğu, kaynak yetersizliği nedeniyle nicelik açısından da sorunlu.  

CUMHURİYETİ KURANLAR NEYİ AMAÇLADI? 

Eğitim; bireyin kendini geliştirmesinin, özgürleştirmesinin temel aracıdır. İnsanın kendini, doğayı, hayatı, insanlığın büyük gelişimini öğrenmesinin birincil yoludur. Eğitim bu bilgileri, neden – sonuç ilişkileriyle birlikte verir. Öncelikli amacı nitelikli yurttaş yetiştirmek olan eğitim, bilimsel ve teknik vasıfları yanında, ideolojik bir kavramdır. Yurtla, yurttaşlıkla, yurtseverlikle yoğun ilişkisi vardır. Bu gerçeği çok iyi kavramış olan Mustafa Kemal Atatürk, eğitime büyük önem vermiş, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birliğini sağlamış, laikliği, bilimselliği, halkçılığı, aydınlanmacılığı eğitimin temeli saymıştır. Aynı zamanda, eğitimin kamucu ve kamusal yarar boyutuna dikkat çekmiştir. Akılcı ve gerçekçi bir devrimci olan, akıl ve bilimi rehber edinen Atatürk; eğitim sistemini devrimci bir anlayışla değiştirirken, Cumhuriyetin yurttaşını ve çağdaş bir ulus yaratmayı amaçlamıştır. Atatürk, 1922’de şöyle demiştir: 

“Okul adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım! Okul genç beyinlere, insanlığa saygıyı, millet ve memlekete sevgiyi, şerefi, bağımsızlığı öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için izlenmesi uygun olan en doğru yolu belletir. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların, aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer çalışkan bilgin olmaları gerekir. Bunu temin eden okuldur. Ancak bu şekilde her türlü girişimin mantıklı sonuçlara erişmesi mümkün olur”. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 2. Cilt, s: 42 – 43)

Eğitim; nitelikli insan ve yurttaş yetiştirirken, yurttaşların dil konusunda da özenli, duyarlı, dikkatli olmalarına çalışır. Bireyleri hem belli ilkelerle, değerlerle donatır hem de insanlığın büyük birikimini onlara aktarır. İnsanı aklıyla, duygularıyla, davranışlarıyla bütünlüğüne ele alır. Olgunlaşmasına, gelişmesine katkıda bulunur. Cumhuriyet Devrimi de, çağdaş insanı yaratmayı, bu yolla çağdaş topluma ulaşmayı, eğitimin temel hedefi olarak benimsemiştir. Bu nedenle eğitim anlayışı, evrensel değerleri özümsemiş, milli, laik, bilimsel, halkçı ve aydınlanmacıdır. Bu vasıfları yüzünden de, Cumhuriyet karşıtı sınıflar ve kesimler, emperyalizmle işbirliği yaparak, Cumhuriyetçi eğitim anlayışını ve kadrolarını, yıllar içinde tasfiye etmişlerdir.    

NASIL BİR EĞİTİM?

Eğitimin niteliği üzerinde önemle ve sıklıkla duran yetkin düşünürümüz Server Tanilli, “Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz” adlı eserinde eğitimin amacının insan ve yurttaş yaratmak olduğunu vurularken, eğitimin, mayasında evrensel renkler de içeren ulusal bir kavram olduğunun altını çizer. Özgür bireyler, aydınlanmacı yurttaşlar yetiştirmek için laikliği, eğitim birliğinin temel harcı yapan Cumhuriyet Devrimi’nin, evrensel kültüre açık kuşaklar yetiştirmeyi hedeflediğini vurgular. 

Cumhuriyet eğitiminin ulusallıktan anladığı, kendi ülkesinin gerçeklerini, kendi ulusunun değerlerini ve kendi devletinin çıkarlarını savunmaktır. Bu, İslam dünyasında o döneme dek görülmemiş, yaşanmamış köklü, kapsamlı bir adımdır. Amacı da, Atatürk’ü çok etkilemiş olan büyük şairimiz Tevfik Fikret’in sözleriyle “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirmektir. Emperyalizmin içine sindiremediği ve tasfiye ettiği tam da budur. 

Kapitalizmin, neo liberalizmin en çok çullandığı ve çürüttüğü alanlardan biridir eğitim. O yüzden, yurttaş hakkı, kamu hizmeti olmaktan çıkarılmıştır büyük ölçüde. Piyasanın hizmetine verilmiştir. Zenginlerin, imtiyazlı, ayrıcalıklı olanların, parayla, piyasa koşullarında aldığı bir hizmete dönüştürülmüştür. Oysa eğitim, finansmanı kamusal kaynaklara dayandırılması gereken bir kamu hizmetidir. Fakat küreselleşme, eğitimin kamusallığını, toplumsallığını, ulusallığını tasfiye, aydınlanmacı ve bilimsel yönünü de tahrip etmiştir.    

Eğitim ve bilim kurumları, feodalizm kalıntısı, ortaçağ artığı yapıların etkili olduğu, holdinglerin öne çıktığı, büyük ölçüde piyasalaşmış bir yapıdadır günümüzde. Bu yönüyle de ideolojiktir, sınıfsaldır. Çünkü zenginlerin nitelikli eğitime parayla ulaştığı, yoksulların ise nitelikli eğitim hakkından uzak kaldığı bir sistem söz konusudur. Özelleştirmeden, eğitim de payına düşeni fazlasıyla almıştır, aynen sağlık gibi. Artık üniversite rektörü, okul müdürü, moda deyimle CEO’dur. Üniversite ve okul, işletmedir. Öğretim üyesi ve öğretmen, pazarlama elemanıdır. Öğrenci ise müşteridir. Aynı durum başhekim, hastane, doktor ve hasta için de geçerlidir maalesef. 

BİLİM İDEOLOJİKTİR

“Üniversite - sanayi işbirliği” gibisinden cilalı sözlerle, bilim - piyasa ilişkisinin çarpıklığı gizlenemez. Çünkü liberal düzende, kapitalizmin egemen olduğu üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkilerinde, bilim ve eğitim, piyasanın emrindedir. Eğitimin ve bilimin maliyetini öncelikle kimler, hangi sınıflar karşılarsa, yani özel okula parayı kimler verirse, eğitimin ve bilimin sonuçları, bulguları, keşifleri de öncelikle onların, o sınıfların hizmetine sunulur. Bu acı gerçek, COVİD 19 salgını sonrasında, bir kez daha tüm çıplaklığıyla görülmüştür. ABD’de hangi sınıfların daha çok hastalığa yakalandığı, hangi sınıfların tedavi hizmetlerinden öncelikle faydalandığı, bu ülkenin sınıfsal ilişkilerinden bağımsız olmadığı gibi, bu gerçek, ülkemiz dahil, tüm dünya için geçerlidir. Salgın hastalık sürecinde, aşı ve ilaç çalışmalarında, kamu hastaneleri, kamu üniversiteleri değil, dünya çapındaki dev ilaç şirketleri öne çıkmıştır. 

Türkiye’de kimilerinin “parantez”, “reklam arası”, “travma yarattı”, “enkaz bıraktı”, “zulüm dönemi” diyerek yok saydığı, hakaret ettiği, küçümsediği Cumhuriyet’in sağlık ordusu ve henüz özelleştirilmemiş olan sağlık kurumları, büyük bir özveriyle ve çabayla, halka hizmet etmiştir. Emekçiler, yine devlet hastanelerine gitmiştir. Aldığı veya alamadığı sağlık hizmetini, yine kamunun elindeki sağlık kurumlarından beklemiştir, özel hastane zincirlerinden, holdinglere bağlı sağlık merkezlerinden değil. 

Günümüzde AR – GE çalışmaları, bilimden ziyade, sanayinin ve özel sektörün hizmetindedir. Bilim – toplum ilişkisinde bilim öncülüğünü yitirmiştir. Onun yerini büyük sermaye almıştır. AR – GE denince; sanayi, ileri teknoloji akla gelmektedir. Ama piyasaya hitap etmeyen, piyasada talep görmeyen alanlar hiç akla gelmemektedir. Özel üniversitelerde, vakıf üniversitelerinde, hiç kimse çocuğunu, yıllık 200 bin lira, 300 bin lira verip, 400 bin lira verip mezuniyetten sonra iş bulma ihtimali çok düşük olan fakülte ve bölümlerde okutmamaktadır. 

SONUÇ

Eğitimin Cumhuriyetçi, laik, milli, halkçı, bilimsel, aydınlanmacı karakterine karşı çıkanlar, bunu ne adına yaparlarsa yapsınlar, gerçekte emperyalizme hizmet ederler. Geçmişte, dünya eğitim tarihine, “Türk buluşu eğitim kurumları” olarak geçen Köy Enstitüleri’ne saldıranların, bu okulları kapattıranların ideolojisi, sınıfsal karakteri, izledikleri siyasetler, emperyalizmin talepleriyle örtüşmüştür. Bugün de eğitimin siyasetle ilişkisi aynı yoğunlukta sürmektedir. Türkiye’yi “küçük Amerika” yapmaya çalışanların, Türk diline, Türk kültürüne, Cumhuriyetin eğitim anlayışına karşı saldırılarını; Türkiye’nin gurur kaynağı olan kültür, sanat, bilim insanlarına, şairlere, yazarlara çektirdiklerini unutmamak gerekir. 

Dilde, kültürde, eğitimde milli olmadan, ekonomide, teknolojide, siyasette, dış politikada, ulusal savunmada bağımsız olunamaz. Bilimsel, endüstriyel atılım yapılamaz. O nedenle, eğitim sistemi güçlü, başarılı, nitelikli olmayan bir ülkenin, diğer alanlarda güçlü ve iddialı olması beklenemez.