Gerek kapitalizmde kaçınılmaz olan, yapısal olan, döngüsel olan ekonomik bunalımların, gerek COVID 19 salgınının, gerek 6 Şubat 2023’te yaşadığımız depremin, diğer pek çok gerekçeyle birlikte, serbest piyasaya ilişkin ezberleri bozması beklenirdi. Olmadı. Tüm bunların toplumcu, kamucu, planlamacı düşünceyi, halkçı – devletçi ekonomiyi öne çıkarması umulurdu. O da olmadı.
Tersine, 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere sayılı günler kala, siyasetin finansmanıyla şehir rantı arasındaki doğrudan ilişki, aday belirleme süreçlerinde, yeniden aday gösterilmeyen belediye başkanlarının sitemlerinde iyice ortalığa döküldü. Pek çok belediye başkan adayının, seçilmeleri durumunda, inşaatlarda birer kat daha fazla çıkılmasına izin vereceklerini ilan etmeleri de, siyasetçiyle seçmen arasındaki ilişkinin niteliğini bir kez daha belirgin hale getirdi.
O nedenle ana akım siyasette, iktidarı ve muhalefetiyle partiler, yüksek sesle, açıktan liberalizm eleştirisi yapmıyorlar, yapamıyorlar. O yüzden ülkemizde, ülkemiz gibi gelişmekte olan pek çok ülkede, özelleştirmenin erdemleri anlatılıyor. O sebeple ekonomi ile siyaseti birbirinden ayırmanın gerekliliği, devletin ekonomiye müdahale etmemesinin zorunluluğu savunuluyor maalesef.
Çünkü yaşanan ekonomik krizler, on binlerce yurttaşımızın yaşamını yitirmesine neden olan depremler, derin yoksulluk, sınıflar arası uçurum, insanları yeterince uyaramıyor, bilinç sıçraması yaratamıyor. Batan bankalar, devlet eliyle yaşatılıyor. Batık şirketler, kamu kaynakları ve müdahaleleriyle kurtarılıyor. Özel sektörün sallanan dev ölçekli şirketlerine yardım amacıyla, kamu fonları oluşturuluyor. Kısacası, sıklıkla vurguladığımız üzere, kapitalizmde kârlar özelleştiriliyor, zararlar kamulaştırılıyor.
Oysa siyasetin, en çok bunlara itiraz etmesi, hayır demesi, karşı çıkması gerekir.
Fakat siyaset bu konuda üzerine düşeni yapmamaktadır. Yapmadığı için de ekonomide ve siyasette bağımlılık ilişkileri sürmektedir. Yön duygusu yitirilmektedir. Siyasi partiler; etnik ve mezhepsel temelli, kimlik temelli politikalar izleme kolaycılığına kapılmaktadır. Tüm bunların olumsuz sonuçları da toplumsal refaha, ulusal bütünlüğe, dış politikaya, savunma ve güvenliğe yansımaktadır. Siyasi partilerin sınıf temelli, hak odaklı politikalardan uzaklaşmaları, üretimi, kalkınmayı, adil bölüşümü önemsememeleri, bu yapıları çürütmektedir.
Devletin ve toplumun hastalıklarını teşhis edip, hastalıklara çözüm bulmak; topluma yön göstermek; halkı siyaset konusunda eğitip, örgütlemek gibi üç temel görevi olan siyasi partiler amaçlarından kopup adeta şirketleşince, siyaset toplum için yapılmaktan çıkmaktadır. Siyasetin, kamu kaynaklarının yağmalanmasının aracı olması, zenginleşmek ve zengin yaratmak için yapılması sonucu, toplumun siyasete olan güveni sarsılmaktadır. O nedenle Türkiye’nin bünyesine, gücüne, olanaklarına, amaçlarına uygun çözüm modelleri geliştirilememekte, ulusal kaynakların verimli kullanımı ve üretim seferberliği için politika üretilememektedir.
O nedenle Türkiye; ekonomi politik ezberlerini bozmalıdır. Toplumcu, kamucu, halkçı, devletçi politikalar benimsemelidir.
Çok Okunanlar
Jose Mourinho'dan Ronaldo ve Talisca açıklaması!
BEDAŞ 24 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Galatasaray Bodrum FK’yi yenerken, Muslera ve Kerem arasında gerginlik
Teğmenlerin Komutanlarının 'Suçu'!...
Arka Sokaklar'daki tarikat sahneleri İslamcı kesimi rahatsız etmişti
Cübbeli Ahmet'ten Mauro Icardi'ye
Yandaş yazardan yeni seçim anketi
Narin cinayetinde sır perdesi aralanıyor
Narin’in ölümünde şüpheler artıyor! Teker teker inceledi
23 Kasım Cumartesi reyting sonuçları