Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,3594
Dolar
Arrow
34,4660
İngiliz Sterlini
Arrow
43,6304
Altın
Arrow
2935,0000
BIST
Arrow
9.367

Laiklik niçin yaşamsaldır?

Laiklik her zaman Türkiye’nin gündeminde olan bir konudur. İktidarın izlediği politikalar, eğitimde laiklikle çelişen uygulamalar, Diyanet İşleri Başkanı’nın devlet yönetiminde, devlet protokolünde, güncel siyasette artan ağırlığı ve tepki çeken açıklamaları, dini vakıfların, tarikat ve cemaatlerin siyasette, ekonomide, bürokraside, eğitimde, sağlıkta, toplumsal yaşamda artan nüfuzu ve başka pek çok gelişme, laikliğin sürekli olarak gündemde kalmasının temel nedenleri arasındadır.   

Laiklik; siyasi, hukuki, tarihi, dini, toplumsal, kültürel yönleri olan bir kavramdır. En kısa, en yalın, en sade tanımıyla, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelir. Egemenlikle de yakından ilgilidir. Yönetenlerin, yönetme yetkisini tanrısal olmayan bir kaynaktan, yani milletten alması olarak da tanımlanır. Bu yönüyle, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Laik olmayan bir devletin, demokratik olması mümkün değildir. 

Laiklik; ulusal egemenliğin, milli birliğin, yurttaşlık bağının, kimlik siyasetini aşmanın, özgür düşüncenin, hukuk devletinin, kadın - erkek eşitliğinin, aklın ve bilimin esas alınmasının, çağdaş eğitimin, aydınlanmanın, inanç ve ibadet hürriyetinin temelidir.

Tüm bunlar yalnız ve ancak, laiklikle mümkündür. Çünkü laiklik sayesinde, siyaset dine, din de siyasete karışmayacaklarının güvencesini verirler. Din bireyselleşir. Vicdanlardaki yerini alır. Dinin, mezhebin, dinsel bağ ve kimliklerin, dini inanç ve yorumların; siyasette menfaat, toplumda kutuplaşma, bürokraside ayrıcalık, hukukta üstünlük, eğitimde farklılık, ticarette avantaj aracı olmasının önüne, laiklik sayesinde geçilebilir. 

LAİKLİĞİN ÜLKEMİZDEKİ GELİŞİMİ 

Osmanlı Devleti, her ne kadar bir din – tarım imparatorluğu olsa da, başlangıcından itibaren şeriat hukukunu hiçbir zaman tümüyle uygulamamıştı. Siyasal yönelimi de toplumsal yapısı da din anlayışı da buna uygun değildi zaten. Hele de gerileme ve çöküş dönemlerinde şeriata aykırı yasalara, uygulamalara imza atmak zorunda kalmıştı. Bunda Avrupa’yla gelişen ilişkilerin, Avrupa devletleri karşısında alınan yenilgilerin de payı büyüktü kuşkusuz. 

Dahası, hayatın pratiği içinde de, örneğin ticaret, şirketler, bankacılık gibi alanlarda da şeriat hukuku yetersizdi. 1789 Fransız Devrimi’yle İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi gündeme gelince, Osmanlı Devleti’nde iş daha da çatallaştı. Çünkü topraklarında yaşayan milyonlarca Hıristiyan vardı. İlerleyen süreçte Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı (1856), Osmanlı Devleti’nin ve toplum yapısının, dünyevileşmesini hızlandırdı. Bu adımları, Birinci Meşrutiyet (1876) ve İkinci Meşrutiyet (1908) izledi. 

Şurası kesin; Osmanlı bir ümmet toplumu olsa da, Arap toplumlarından farklıydı. Devlet, tam anlamıyla şeriat devleti değildi. Anadolu ve Rumeli’deki İslam anlayışı, Araplarınkiyle örtüşmüyordu. Osmanlı’nın; Balkanlarda, Rumeli’de gelişen bir devlet olması; Avrupa’yla olan coğrafi yakınlığı ve siyasal, askeri rekabeti; tebaası arasında Müslüman olmayanların, Yunan, Bulgar, Sırp, Hristiyan Arnavutların bulunması da bu durumu etkiliyordu. Toplumsal anlamda karşılıklı etkileşim güçlüydü. Devlet de bunu gözetiyor, daha dikkatli davranıyordu. Osmanlı; Batı tipi eğitim kurumlarıyla, askeri eğitimle, tıp ve mühendislik eğitimiyle tanıştıkça, toplumda laik düşünceye yönelik güçlü bir temel de oluştu. Jön Türklerin ve İttihatçıların da laik bir devlet ve toplum yapısına yönelik güçlü bir isteği vardı. 

TÜRKİYE’Yİ LAİKLEŞTİREN YASALAR 

Kurtuluş Savaşı’nın silahlı evresinin bitmesinden hemen sonra, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’in ilanından 4 ay sonra, 3 Mart 1924’te, 3 Devrim Yasası kabul edildi. Hilafet kaldırıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edildi. Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı. Yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu. Erkân-ı Harbiye Vekâleti kaldırıldı. Yerine Genelkurmay Başkanlığı kuruldu.  

3 Mart 1924 tarihli 3 Devrim Yasası’yla Türkiye laikleşme, aydınlanma, çağdaşlaşma, uluslaşma yolunda büyük atılım yaptı. 1926 tarihli Medeni Kanun, bu yöndeki adımları pekiştirdi. Türk Devrimi’nin en seçkin ve yiğit öncülerinden Mahmut Esat Bozkurt’un yazdığı ve adeta bir inkılap beyannamesi niteliğinde olan dibacesi, Medeni Kanun’unun ruhunu ve hedefini ortaya koyuyordu.   

Birkaç yıl sonra, 1928’de yapılan anayasa değişikliğiyle anayasadan “Türkiye Devleti’nin dini, din-i İslam’dır” ibaresi çıkarıldı. Değişiklik önerisini, İsmet İnönü ve 120 arkadaşı verdi. 1937’de, laiklik ilkesi anayasaya girdi. 

LAİKLİK VE ANTİEMPERYALİZM 

Hem dünya tarihi hem de yaşadığımız yüzyıl, feodalizm artığı kimlikler, ortaçağ kalıntısı aidiyetler, etnik ve mezhepsel mensubiyetler üzerinden parçalanan devletlerin dramını bizlere defalarca gösterdi. Alt kimlikler üzerinden birbiriyle boğuşan, ABD ve Avrupa emperyalizminin av sahası, açık pazarı olan İslam ülkelerinin durumu ortada. Emperyalizmin; çökertmeyi, işgal etmeyi, yağmalamayı, sömürmeyi hedeflediği ülkelerde, etnik, dinsel, mezhepsel kimlikleri nasıl kullandığını, kaşıdığını, kışkırttığını görüyoruz. Bu nedenle laiklik; sadece iç barışın, toplumsal huzurun, ulusal bütünlüğün güvencesi olarak değil, aynı zamanda sağlıklı bir dış politikanın, başka ülkelerle iyi geçinmenin temel unsurlarından biri olarak da önemli. 

Laikliğin, milliyetçilik için, ulus devlet için, ulusal bilinç ve birlik için, hukuk devleti için, kadın – erkek eşitliği için, çağdaş bir eğitim için, özgür bilim için, düşünce ve ifade hürriyeti için, toplumsal barış için, insan hakları için yaşamsal olduğunu, sadece kitaplar değil, yaşadıklarımız da öğretti bize. Aydınlanmaya, Fransız Devrimi’nin kazanımlarına sırt çevirmenin, bunları yok saymanın, hiçbir toplumu, hiçbir devleti daha zengin, daha güçlü, daha huzurlu, daha müreffeh, daha kalkınmış yapmadığı görüldü. Hem de İslam ülkelerinde çok acı deneylerle, iç savaşlarla, İslam devletleri arasındaki çatışmalarla, harplerle görüldü bu durum. 

Bu bağlamda laiklik; emperyalizme karşı mücadelenin temel şartı, emperyalizmin tuzaklarına düşmemenin de güvencesi. Yurttaş bilincinin, ulus bilincinin, sınıf bilincinin zemini. Uygar bir yaşam, güçlü bir ulus, huzurlu bir toplum için olduğu kadar, tam bağımsızlık ve sınıf mücadelesi için de yaşamsal.