Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Cumhuriyet halk rejimidir, fakat...

Cumhuriyetin 100. Yıl kutlamaları tam da beklendiği gibi, iktidara karşı halk tarafından kutlandı. Bu durum bir bakıma çok doğaldır. Fakat başka bir açıdan da üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir konudur.

Önce doğal olan duruma bir bakalım; Bilindiği gibi, krallık ya da monarşi gibi tek yönetici rejiminin karşıtı olarak, halkın yönetime hâkim olduğu halk yönetim biçimidir. Basitçe hatırlamak gerekirse, eski Yunan medeniyetinde görüldüğü üzere doğrudan demokrasi, günümüzün çok nüfuslu karmaşık dönemlerinde geçerli değildir. Bu durumda, halkın temsilcisi olarak halk meclisleri, yani parlamentolar marifetiyle toplumun yönetiminin sağlanma sistemi 'cumhuriyet rejimi' olarak adlandırılır.  

Bu basit modelin ilk hali 1789 Fransız Devrimi ile politika gündemine taşındı. Devrimle, tüm insanlar vatandaş işlemine tabi tutulmaya ve eşit muamele görmeye başladı. Diğer bir deyişle, herkes eşit koşullarda seçme ve seçilme hakkına sahip kılındı. Fransız Devrimi bu haliyle ilk bakışta fevkalade ileri bir hareket olarak görüldü; bu da çok doğaldı. Fakat tüm vatandaşların seçme ve seçilme haklarının olması ve parlamentonun yasa yolu ile toplumu yönetme gücü var ise, böyle bir sistem varsıl ve seçkinci kesimler için çok büyük bir tehlike oluşturuyordu. Zira parlamentoda çoğunluk sağlanarak asillerin bazı hakları kısıtlanabilirdi. Bu tehlikenin önlenebilmesi için, seçkinlerin kazanılmış özgürlükleri bekası uğruna, demokrasi söylemi altında, toplumun büyük kesiminin özgürlüklerinin kısılması gerekiyordu. Şöyle ki, parlamento her kararı alabilirdi, fakat bazı temel haklarda (!) değişiklik yapamazdı.

Gerçek demokrasinin sağlanmasına ciddi engel oluşturan bu madde bazı ayrıcalıklı kesimleri koruyordu. Şu halde, tüm dünyaya, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ilkeleri ile asil bir başlangıç olarak yansıyan/yansıtılan Fransız Devrimi aslında köleleri vatandaşlık düzeyine çıkarıyor ve vatandaşlık hakları sahibi kıldığı halde, sahip oldukları hakları kullanma ehliyetinden yoksun bırakıyordu, çünkü asillerin hakları vatandaşların çoğunluk oylarıyla ortadan kaldırılamazdı. Bu haliyle Fransız Devrimi, tüm bireylere vatandaşlık hakkı tanımakla beraber, yüzeysel düzeyde politik demokrasiden öteye gitmiyordu. Fransız Devrimi sonucu oluşturulan politik demokratik sistemde değiştirilememek üzere anayasada korunan haklar toplumsal nitelikli olmayıp, münferit kişiler ya da kesimlere ait haklardı. 

Bu parantezi kapatmadan, bu bağlamda Türkiye’deki koşula bakarak, Anayasa'da değiştirilemeyecek hükümleri Fransız Devrimi çerçevesinde ele alalım. Fransız Devrimi sonrasında kabul edilmiş olan değiştirilemez nitelikli hükümler tüm topluma şamil genel nitelikli hükümler olmayıp, imtiyazlı bazı kişi ya da sınıfların çıkarlarının korunmasına yönelik azınlık hükümleriydi. Buna karşın, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında belirlenmiş laiklik ya da sosyal demokrat gibi değiştirilemez hükümler ise bir kişiye ya da zümreye mahsus olmayıp, tüm topluma şamil hükümlerdir.

Üstelik anayasamızdaki değiştirilemez nitelikli hükümler, salt bazı kişisel hakları koruyarak toplumu bölücü nitelikli Fransız Devrimi sonrası hükümlerin aksine, bireyleri özgürleştirici ve toplumun çimentosunu oluşturan hükümlerdir. O nedenledir ki, anayasamızdaki değiştirilemez hükümlere dokunmak, toplumun temel kolonlarındaki birleştirici özellikleri tahrip etmek mesabesindedir. Böylesi toplumu tahrip edici görüşleri toplumun bilincine aşılayan, bir zamanlar Osmanlıların Reşit Efendi olarak tanıdıkları, asıl adı Arminius Vamberi olan bir İngiliz ajanı benzeri bir görevli olamaz mı? Cemal Kutay’ın bu konudaki kitabı bugünümüze de ışık tutarak, bizi uyarıyor.

Konumuzu salt cumhuriyet, yani halk yönetimi olarak tartıştığımızda, karşımıza sağlanması gereken halkın bütünlüğüne karşın, parçalanmışlığı çelişkisi çıkma tehlikesi belirebiliyor. Bu çelişkiyi Fransız Devrimi sonrasında oluşturulmuş sosyal ve siyasal cumhuriyet yapılanmasında korunmuş asil sınıf oluştururken, günümüz koşullarında da üretim ilişkileri, mülkiyet biçimi ve sistemin yol açtığı dağılım sorunu oluşturmaktadır. Nitekim tam da bu sorun, 1789 Fransız Devrimi’nden yaklaşık bir asır sonra, 1840’larda İngiltere’de oluşan sanayi devrimi ile sistemin en önemli sorunu olarak siyaset bilimcilerin kafasını meşgul etmeye başlamıştır; siyasal demokrasi karşısında ekonomik demokrasi sorunu!

Meseleye günümüz Türkiye’si açısından yaklaşım yaparsak, siyasete başat kesimlerin kimler ya da hangi çevreler olduğu, siyasi kararların alınış ve uygulanış şekli gibi sorunların cumhuriyet kavramıyla yeterli biçimde açıklanamadığı anlaşılmaktadır. O nedenle, bir yönetim tarzının tanımı olarak 'Cumhuriyet' sözcüğü, günümüzün üretim ilişkileri ve ekonomik güç dağılımı bağlamında fazla bir anlam ifade etmemektedir. Cumhuriyet sözcüğünü demokrasi sözcüğü ile birlikte kullanmanın daha anlamlı olacağı açık olduğu halde, neden “Demokratik Cumhuriyet” sözcüğüne genel kullanımda yer verilmediği düşündürücüdür.

Açıktır ki, demokratik cumhuriyet ifadesi üretim süreci aşamasında adaleti öngörmektedir. Bu durum ise, kapitalist olmayan üretim ilişkisini gündeme getirir ya da çağrıştırır. O nedenle demokratik cumhuriyet ifadesi genellikle sosyal demokrasi ifadesi ile ikame edilir. Demokratik cumhuriyetten farklı olarak sosyal demokrasi uygulamasında, birincide olduğu gibi üretim aşamasında gelir dağılımına karar verilmeyip, üretim sonrası dağıtım aşamasında vergi ve harcama mekanizmaları ile ikincil dağılımın sağlanmasına çalışılır.

Devlet ve sosyal demokrasi teorilerinin daha detaylı ele alınmasını gerektiren bu konuları gelecek yazıya bırakarak, Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının birincideki acı ve ıstırapların geride bırakıldığı daha mutlu ve saadet içinde geçmesini temenni derim.