Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Kamuculuk

Günümüzün neoliberal politikaları bağlamında toplumun her alanını kapsayan piyasacılık anlayışına karşı sosyal politikalardan üretilen kamuculuk görüşü zaman zaman tartışılır hale gelmiştir. Geçtiğimiz hafta sonunda kamuculuk konusunda tertiplenen bir toplantıda bu konuda bir konuşma yaptım.

Bugün, siz değerli okuyuculara toplantıda savunduğum fikirlerin kısa bir özetini sunarak, bu konuda bir tartışma ortamı oluşturmak istiyorum. 

Kapitalizm iki temel piyasa dinamiğine dayalı olarak çalışır. Birinci piyasa faktör piyasasıdır. Faktör piyasasında hem sermayeler arası mücadele, hem de emek ile sermaye arasında mücadele yaşanır. Emek sömürüsünün yaşandığı piyasa faktör piyasasıdır.

İkinci piyasa ise, ürünlerin meta olarak el değiştirdiği ürün piyasasıdır. Faktör piyasası ile ürün piyasası arasında, nesiller arası miras ya da bağış ilişkisi dışında, birincisinin başatlığında fonksiyonel ilişki vardır.

Söz konusu iki piyasa üzerine oturmuş olan kapitalizmde hemen hemen tüm alanlar piyasa işlemi içinde muamele görür Bundan dolayıdır ki: (1) üretimin şekillenmesi, genel anlatımla tüketici tercihlerine göre belirlenirken, arka planda ağırlıklı olarak katma değerin faktör piyasasında aldığı şekil temel belirleyicidir; (2) kooperatif sistem kapitalizmde tutunamaz; (3) kamusal üretim dışlanarak, özelleştirme ve özel üretim dayatılır, (4) Ortak kullanım alanları anlamındaki “müşterekler” korunamaz ve uzun dönemde piyasa hâkimiyetine alınır.

Diğer bir deyişle, sermayenin tam gelişmemiş hallerinin yansıdığı tarihsel süreçte yaşanan büyük devlet ya da sosyal devlet benzeri oluşumların modifiye kapitalizm (işleyiş sistemi değiştirilmiş) olarak görülüp, saf kapitalizmi yansıtmadığı açıktır.  Zira saf kapitalizmde sistem dinamiği daima ve her hal ve koşulda sermaye birikimi doğrultusunda tetiklenir; bu amaçla tüm üretim piyasa sürecine çekilirken, katma değerin büyük bölümü de sermaye tarafından elde edilir.

Bu çerçevede kamuculuk ile piyasacılık arasındaki çatışma; birinci aşamada üretim sürecini kullanım değeri aleyhine değişim değeri kuralına yönelterek katma değer oluşumu sağlama mücadelesi etrafında, ikinci aşamada ise, ücreti ve tüketiciyi baskılayarak artık değer payını yükseltme çabası etrafında şekillenir. Kısacası, kapitalizm piyasada işlem görmeyen tüm süreçleri piyasaya sürükleyerek, artık değer oluşturmaya zorlar.   

Kapitalist sistemin bu yapısında, teorik olarak, kamusal üretim değil, özel üretim sistemi başattır. Özel üretim sisteminde, istisnalar dışında, kamulaştırılmış devlet hizmetlerinin üretimi devlet marifetiyle emanet ya da ihale sistemi ile gerçekleştirilir. Bu uygulama, “kamusal üretim-kamusal finansman” şeklinde olabileceği gibi, “özel üretim-kamusal finansman” şeklinde de olabilir.

Birinci durumda topluma bedava sunulan hizmet kararı ve finansmanı kamu kesimi tarafından yapılır. İkinci durumda, yani özel üretim-kamusal finansman sisteminde ise, hizmet kararı ve fiyatlaması kamu kesimi tarafından yapıldığı halde, finansman kamu kesimi tarafından gerçekleştirilir.

Özel üretim-kamusal finansman sisteminde özel sermayeye de bir miktar aktarım yapılmış olmakla beraber, hizmet maliyeti sosyalleştirilerek hizmetten yararlanan bireye yansıtılmamış olur. İkinci durumda biraz farklı olmakla beraber, her iki durumda da, gerek üretim kararı açısından, gerek hizmetten yararlanma ölçütü bakımında tüketici korunmuş olmakla beraber, kamu malı üretiminde dahi özel sermaye kamu alanına girerek kaynak aşırma refleksini göstermektedir. 

Özel sektörün, kamu ajanlarını da yanına alarak, topluma dayattığı özelleştirme politikası, “ilk birikim” olarak, kamusal birikime değerinin altında el koymak da dâhil, üretim ve paylaşım tercihlerinin kamudan özel sermayeye geçmesini ifade eder. Bu tercihin sebebi, kapitalizmin mantığına uygun olarak, yaratılan katma değeri piyasaya taşımak ve katma değer içinden yüksek oranda artık değer payı almaktır.

Bu işlemler çerçevesinde piyasacılığın sonuçları şu yönde gerçekleşir: (1) katma değerin yükseltilmesi amacıyla ürün fiyatının yükseltilmesi, dolayısıyla tüketicinin sömürülmesi; (2) artık değerin yükseltilmesi amacıyla da emeğin sömürülmesi. Piyasacılığın “kamu kesimi-özel kesim” ilişkisi bağlamındaki sonuçları ise, özel kesimde başat sermaye gücünün kamusal erkin önüne geçerek, harcama, vergi ve yönetsel kararların halkın ve toplumsal çıkarların aleyhine, buna karşın sermayenin ağırlığı nedeniyle sermayenin lehine oluşmasıdır. Bu durum, tüketim mallarında olduğu gibi, sağlık ve eğitim gibi yarı kamusal hizmetlerden toplumun yararlanması konusunda da geçerlidir. 

Kamusalcılık konusu tartışılırken, konunun etkinliği bağlamında kamusal-siyasi erkin de tartışılması, diğer bir deyişle devlet aygıtının teşekkülü ve işleyişi de dikkate alınmalıdır. Kamu mülkiyetindeki KİT ve benzeri kuruluşlarda emek sömürüsü yanında söz konusu kuruluşların özel kesim üretim ünitelerine sattığı ürünlere bakanlar kurulu kararı ile düşük fiyat uygulaması da devlet aracılığı ile toplumun sırtından sermayeyi teşvik meselesi gündeme gelir. Bu konu, devlet-sermaye ilişkisi ya da Poulantzas yaklaşımı ile kapitalist devlet anlayışı ile ele alınabilir. Kapitalist sistemde bir ara rejim olarak kamusalcılığın halkın yararına olabilmesi, siyasi yönetim üzerinde sermaye ağırlığını hiç değilse dengeleyebilecek kamu ağırlığı ya da Habermas-vari kamusal alan sisteminin etkin olması koşuluna bağlıdır. Günümüzün yönetişim kavramı ile kamusal alanın örtüşmediği, hatta tam ters gelişme hattı üzerinde olduğu, demokrasi ve kamuculuk adına dikkatle izlenmesi ve reddedilmesi kamusal yarar adına gereklidir. Kamusalcılık karşısında piyasacılık, ülke ekonomisinin yaygın halk kararlarına rağmen güçlü uluslararası sermayenin de etki alanına girerek, ülke sanayiinin ve araştırmacıların teknoloji üretim kapasitelerini de olumsuz etkileyebilir