Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Piyasa piyasanın kurdudur

Kapitalist sistemin işleyişinde temel rol oynayan piyasanın ekonomide ne üretileceği, gelir dağılımına bağlı olarak üretimin kimlere ne fiyatla verileceği gibi çok temel konularda belirleyici rol oynayarak, hem kaynak dağılımında, hem de toplumsal düzenin sağlanmasında bir tür ‘görünmez el’ işlevi gördüğü genellikle kabul edilir.

Piyasalar söz konusu çok karmaşık işlemleri hiçbir bilgisayar sistemine bağlı olmadan, baskıcı ilişkilerin de kullanılmadığı demokratik ortamda sağlar. Bu açıdan piyasalar kapitalist sistemlerin işleyişinde başat rol oynarlar. Fakat dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur ki, piyasalar mikro düzey araçları olup, bütünsel işleyişte ya da kullananın amacına bağlı olarak çoğu durumda toplumsal etik kurallarını ihlal edebildiği gibi, toplumu çimentolayan ve ayakta tutan temel ilkeleri de zedeleyebilir. Örneğin, böbrek ticareti, eroin ticareti ya da piyasaya girebilen sair çok çeşitli etik ve kural dışı işlemler piyasa işlemine konu olabilir. Kısacası, iki tarafı keskin bıçak misali bir araç olan piyasanın toplumsal sonuçları onun kullanım biçimi ve amacıyla ilgili olarak ortaya çıkar. O nedenle her piyasa işlemi, her ne kadar liberal ortamda gerçekleştirilmiş olarak gösterilirse de, toplumsal sonuçları itibariyle huzuru bozucu, hatta toplumun parçalanmasına neden olucu bir araç olarak da çalış(tırıl)abilir, hatta kasıtlı olarak bu yönde kullanılabilir de! 

Hükümetin şimdiye kadar sergilediği yoğun özelleştirme işlemleri ve bugünlerde adeta stokta kalanların da piyasaya sürülmesi, özellikle amaçlanmış olmasa da, ileri dönemlerde öngörülemeyebilecek ciddi sorunları karşımıza çıkarabilir. Örneğin, özellikle kamusal varlıkların piyasaya çıkarılarak özelleştirme adı altında satılması, piyasaların kullanım ve işleyiş biçimi itibariyle ekonomik otorite karşısında kamu otoritesi, ülkesel bağımsızlık karşısında ekonomik işgal, toplumsal adalet karşısında ekonomik güç gibi uluslararası alanda ve ülke içinde sorunların oluşmasına ve yoğunlaşmasına neden olabilir. Bu yazıda, ilk bakışta fevkalade masun görüntü veren piyasaların olası çoklu sonuçlarını ülkesel bağımsızlık bağlamında kısaca ele almak istiyorum.

Neoliberal politikaların en zehirli aracı özelleştirme uygulaması, özel kesimin gücü karşısında kamu kesimi gücünün piyasa işleyişini aksattığı gerekçesiyle hararetle önerilmiş, Özal döneminde ateşli tartışmalara sahne olmuş, AKP döneminde de çok ciddi yol alınmıştır. Kalan üç beş değerli kamu kuruluşu da, son anda siyasete alınan Şimşek-Erkan ekibi tarafından özelleştirme altarına yatırılmaktadır.

Tüm yerkürede özelleştirmenin nereden çıktığı, ne işe yaradığı ya da yaramadığı, kimin çıkarına hizmet ettiği ya da etmediği sağır sultanın dahi duyabileceği şekilde tartışılmış ve olumsuzlukları gözler önüne serilmiş olmakla beraber, bizde hâlâ denize düşmüş insan misali özelleştirmeye bel bağlanmaktadır. Açıktır ki, bu aşamada rampaya koyulan özelleştirme uygulaması, Arap ülkelerinden dahi bulunamayan para ihtiyacının hiç değilse bir kısmının karşılanmasına yöneliktir. Şimşek-Erkan ekibinin rampaya yerleştirdiği son özelleştirme furyası, maalesef adeta müflis tüccarın babadan kalma evini satmasından başka bir anlam taşımayan çok trajik bir durumdur.

Geçmişte işgal ve yağma işlerinde ordular kullanılırdı, çünkü o dönemlerde büyüyen nüfusa toprak ve tarım için tarla gerekiyordu. Oysa günümüzde nüfus eski hızında artmadığı gibi, tarım işleri de bizzat ülke topraklarında yapılmıyor, ya başka ülkelerde toprak kiralanabiliyor, ya da sanayi tarımı yoluyla verimlilik yükseltilerek, küçük alanlarda yeterli besin üretilebiliyor. Günümüz koşullarında üçüncü dünya ülkeleri de tarım ve hammadde üreticisi olarak zaten yok pahasına gelişmiş ülkeleri beslemeye hazırlar. Geriye bir tek zenginlik, yani para temini kalıyor. Para işi de finansal piyasalarda çözülüyor. Bu durumda silahlı güçler komünizm döneminde olduğu gibi, karşıt ideolojik sistemlere yönelik ya da yerel savaşlarda silah satışı ile merkez ekonomilerin desteklenmesinde kullanılabilmektedir. Fakat piyasa, kapitalist sistemin hiç vaz geçemediği önemli bir işleyiş ve işlem ortamıdır. İşte özelleştirmeler, özel kesime yeni piyasalar ve kâr alanları oluşturmakla görevli anonim görünümlü siyasi mekanizmalardır.

Peki, eğer sistem kapitalizm ise, kamu varlıklarının satışı anlamında özelleştirmeler yoluyla özel kesime piyasa ve kâr alanı oluşturmanın nasıl bir olumsuzluğu olabilir ki? İşte, işin püf noktası da tam burasıdır. Bu sürecin anlatılabilmesi için önce şu önemli sürecin irdelenmesi kaçınılmazdır: Piyasaların genişlemesi mikro ölçekte olumlu görülebilir, fakat piyasaların genişlemesi, uzun vadede makro ölçekte bizzat piyasa ortamının daralmasına yol açar. Bu ters ilişkiyi üstat Marx, kapitalist sistemin bizzat kendi mezar kazıcılarını ürettiği şeklinde ifade etmiştir.

Bu büyük ifadeyi piyasa dediğimizi mikro uygulamaya tatbik ederek, piyasanın neden piyasa kurdu olduğunu kısaca anlatmaya çalışayım. Bu açıklama, ana-akım iktisatta açıkça söylenemeyen piyasaların dışlayıcı etkisine dayanır. Piyasalar parasal yağlayıcılarla çalıştığı için, daha başlangıç aşamasında, para gücü olmayanları dışlar, sisteme almaz. Ancak iş bununla da bitmez. Piyasalar, işleyiş sürecinde de varsıllık gücü esasına dayalı eleme yaparak, bazı güçleri eritir ve sistem dışına atar. Bunun en tipik örneğini emek piyasası oluşturur.

Emek arz ve talebine göre oluştuğu ifade edilen emek piyasasına başlangıçta bazı kişiler sisteme dâhil olamaz, işsizler ordusuna dâhil olur. Sisteme dâhil olanlar da üretim verimlilikleri kadar ücret alamayacakları için giderek yoksullaşabilirler. Nitekim son dönemlerde iktisat yazımında hâkim olan ‘timsah ağzı’ modelinde emek verimliği arttığı halde katma değerden aldığı payın azaldığı, buna karşın sermayenin payının yükseldiği anlatılır. Böylece, demokratik süreç olarak algılanan/algılatılan piyasa sürecinde güçlünün güçsüz üzerinde hâkimiyet aracı olabileceği görülmektedir.

Son özelleştirmeler de taraflar arasındaki hâkimiyet ilişkisini değiştirmektedir. Kamusal varlıklar, kamu birikimi olmanın yanında, aynı zamanda da kamu otoritesinin özel kesim karşısındaki başatlığının ekonomik güvencesi ve simgesidir. Halk yanlı hükümetler tarafından ulusal politikaların oluşturulması ve uygulanması bağlamında kamunun yönetsel ya da yargısal gücü yanında, ekonomik gücü de fevkalade önemlidir. Kamu mallarının satış değeri onların belirli sürede sağladıkları getiriye denk olsa dahi, varlığın elde çıkması bizzat kamusal varsıllığın ve ona koşut olarak kamusal erkin eridiği anlamını ifade eder. Özellikle de kamusal varlıkların yabancı firmalara satışı, ülkeyi bir miktar döviz getirisi karşılığında aynı zamanda da siyaseten madun konumuna sokar. Uluslararası arenada yaşanan mağduriyete ilaveten, ülke içinde piyasanın gelir dağılımını bozucu şiddetli etkisi de halk yığınlarını mağdur eder.

Kamu varlıklarının özelleştirilmesi ülke içinde piyasaların büyük ebatta artmasına yol açar. Bu süreci piyasaların gelir dağılımını bozucu etkisi altında düşündüğümüzde, ileri dönemlerde piyasalara giremeyecek bireylerin çoğalacağını, dolayısıyla var olan piyasalar kendi içinde büyürken yeni piyasa olasılığının engellendiğini öngörebiliriz. Braudel’in ‘rekabet, rekabeti uzun dönemde öldürür’ ifadesine analojik olarak piyasalar da uzun dönemde gelir dağılımını bozarak, yeni piyasaların önünü tıkar. 

Kamusal varlıkların satışı konusunda son bir cümle de şudur: eğer kamu açığı yanında cari açığın da kapatılması kamusal varsıllıkların bu denli satışını zaruri kılıyorsa, satılacak varsıllıklar tükendikten sonra da yine açıklar oluşacağına göre, o dönemde nasıl bir politika izlenecektir? Hükümetin şiddetle şunu idrak etmesi gerekir ki, 85 milyonluk bir ülkenin baba mirası varsıllıkların satışıyla bir limana varılamaz. Aynı şekilde halkın da şunu idrak etmesi gerekir ki, böylesi politikalarla siyasi bekayı önceleyen bir kadroyu devamlı iktidara taşımakla toplumsal bekaya varılamaz!

Asıl mesele, ülkenin selamete çıkarılışı, AKP’nin kirli politikasıyla kamu banka kredilerine dayalı boş bina yapmakla değil, ekonomi yazımında ticarete konu meta (tradable commodity) olarak nitelenen üretime yönlenmesiyle olası olduğunun anlaşılmasıdır. Bunun için de okulların imam hatipleşmeyip, aydın ve sorgulayıcı temel bilim elemanları yetiştirmeye yönelmesi, yüksek eğitim kurumlarının yandaşlaşmadan özgürce bilime açık olması, adaletin tüm müdahalelerden azade bağımsız olması gerektiğini artık bu hükümetin ve onu iktidara taşıyan halkımızın da anlaması gerekmektedir. Var olan politikalarla, kalan bazı kamu varlıklarının satışı yoluyla siyasi kadro bir miktar daha ülkenin sırtında kambur olarak tutunabilir. Halkımızın, hatta hükümet erkânının da şunu çok açık idrak etmesi gerekir ki, ülkenin bekası, siyasi kadronun bekasına önceliklidir, tersi ise asla söz konusu olamaz...