Sınıf kavramı Marksist yazında, sömürü ve gelir dağılımı kavramları bağlamında ortaya atılmıştır. Marx’ın temel yaklaşımında sınıfların tanımı, bir uçta üretim araçları sahipliliğine, diğer uçta ise geçimini sağlayabilmek için sadece satabileceği emek gücü sahipliliğine dayandırılmıştır. Bilindiği üzere, kapitalist sistemin oluşabilmesi için karşılıklı olarak bu iki sınıfın varlığı şarttır. Marx’ın temel sınıf tanımı üretim sürecinde oluşan sömürü ve bunun sonucunda gerçekleşen farklı gelir grupları ölçütüne dayandırılmış olmakla beraber, zaman içinde farklı ölçütlere göre farklılaştırılmış sınıf kavramları ve tanımları da iktisat ve sosyoloji yazınında kullanılagelmiştir. Tüm kullanım türlerinde farklı olmakla beraber, müşterek yönleriyle sınıf kavramı ve tanımı en yaygın kullanım şekliyle, iki karşıt sınıf/taraf olarak sömürenler ve sömürülenler olarak yapılmıştır. Bugünkü tartışmamızda, bu yazı boyutunda, sınıf kavramını ekonomi ve sosyal bağlamda kullanımından farklı ele alarak, siyasal bağlılık/bağımlılık ölçütüne dayalı oluşumların/kümelenmelerin yaratabileceği sosyal ve ekonomik patolojilerden söz etmek istiyorum. Sınıf kavramı tanımlamasında böylesi çok farklı boyuta uzanmamın sebebi, Türkiye gibi tam kapitalistleşememiş ve yoksulluğun giderek yaygınlaştığı toplumlarda siyaset ile sermaye, siyaset ile yoksulluk ve siyaset ile tarikat arasındaki ilişkilere işaret etmektir.
Siyasal sınıf/küme kavramının menşeini, insanların taparcasına siyasi yapılarla ilişki içinde olmasını sağlayıcı örgütlenme sistemleri oluşturur. Şöyle ki, siyasi partiler seçmen tabanlarını oluşturmak, genişletmek ve pekiştirmek amacıyla, gençlik örgütü ve sair çeşitli adlarla kurdukları teşkilatlarına üye kaydı yaparlar. Çeşitli parti örgütlerine genç yaşta üye olan insanlar, fevkalade bir durum olmadıkça büyük bir sadakat ve fedakârlıkla örgüte bağlı kalırlar. Örgüte genç yaşta kayıtlanan kişiler örgütle duygusal bağ içinde girer ve örgütle aidiyet bağı kurar. Örgüt açısından meseleye baktığımızda, örgüt de pek fazla çaba harcamaya gerek kalmadan örgüt tabanını garantili siyasi oy tabanı olarak görür ve algılar. Siyasi partilerin çeşitli örgütlerinde uyguladığı aday sistemi siyasi partilerce toplumun yönetimi anlamında demokrasinin tabanı olarak görülerek, bu yolla bir yandan bireylerin toplumsal kararlarda etkili olması, diğer yandan da karar makamına geldiğinde siyasi usullere hâkim olarak siyasal olgunlukla yönetimi sürdürebilmesinin garantisi olarak düşünülür.
Kısaca avantajları böylece belirlenebilecek olan siyasi kuruluşlara adaylık sistemi, başka açılardan hem örgüt hem de aday açısından bazı olumsuzluklar taşır. Bu konuda çok temel bir olumsuzluk, bireyin adayı olduğu siyasi örgütle kişiliğini pekiştirmesi ve örgütü tarafsız algılamasının körleşmesidir. Bu durumda birey bağlı olduğu partinin her kararını eleştirisiz ya da yanlı davranarak tarafsız göremez ve onaylar. Hatta birey gördüğü hataları da geçici ya da kabul edilebilir olarak algılayarak, genellikle örgüte itiraz yöneltemez. Örgütün adayı disipline ettiği böylesi durumlar, açıktır ki, örgütün kararlarında isabet derecesini azaltır ve kararların ulusal yararlılığını zayıflatır. Örgüt-birey ilişkisinin en vahimi de, bireyin örgütün bazı faaliyetlerinden kişisel yarar sağlaması halinde, kişisel yararı ulusal yarara önceleyerek kararlarında sosyal yararı amaçlayamamasıdır. Böylesi örgüt-aday ilişkisinin yoğunlaşması durumunda örgüt kararlarının objektiflikten uzaklaşması, alınan kararlarda kişisel çıkarların toplumsal çıkara tercihi sonuçları ortaya çıkabilir.
Bir siyasi parti ile aidiyet bağı kuran bir birey, özellikle de kişisel ya da ailesel doğrudan yarar sağlaması durumunda, bağlı olduğu partiyi desteklemesine koşut olarak karşıt partileri yermesi ve onların aleyhinde çalışması da, ahlaksal açıdan yanlış da olsa, birey açısından doğal olur. Siyasi partiler arası rekabette, aday tabanını genişletmeyi hedefleyen karşıt partiler de programlarını objektif ölçütlere göre değil, güçlenen partiden aday ve oy devşirme amacıyla kurgular. Partiler arası böylesi yarışın neticesinde toplumsal-kamusal karar ve uygulamalar geniş bir kanaat ve kararlar yelpazesinde topluma en uygun olanı ile değil, siyasi getirim sağlayan kümenin ağırlığı ile belirlenir. Bu tür sosyal amaçtan saptırılmış karar eğilimleri parti tabanlı sosyal devlet politikaları bağlamında olabileceği gibi, yatırım destekli politikalar bağlamında da gündeme gelebilir.
Siyasi parti adaylığının kişinin düşünce ve yargısını köreltici düzeyde gelişmesi neticesinde oluşabilen olumsuzluklar aday sayısının genişliğine bağlı olarak yoğunlaşabilir. Fizik kuralı olarak büyük dokuların çekim gücünün büyüklüğü siyasi partilerde de geçerlidir. Şöyle ki, herhangi bir sebeple bir siyasi parti büyüdüğü zaman, kamu yönetimine hâkimiyeti ve adaylarına siyasi getirim sağlama gücüne bağlı olarak aday çekme cazibesi de yükselir. Örneğin ülkemizde yirmi yılı aşkın süredir iktidarda bulunan siyasi örgüt de aday çekme cazibesine bağlı olarak siyasi oy tabanını büyüterek, bu amaçla ülke yararı aleyhine dahi proje üretme ve uygulama kapasitesiyle iktidarda kalma şansını kullanmada bir beis görmemektedir. Siyasetin ve burjuva demokrasisinin kanserleşmesi olarak tanımlanabilen bu durum salt demokrasinin değil, ülke ekonomisinin de kötüleşmesine yol açar. İşsizliğin ve yoksulluğun yaygınlaştığı ekonomik çöküş dönemlerinde Keynesci sosyal devlet politikalarının vatandaş hakkı olarak değil de, parti şemsiyesi altında uygulamaya koyulması demokrasinin ve rasyonel ekonomi politikalarının devreye koyulmasının çok önemli engelini oluşturur.
Bir ülkede başat olan bir partinin bu yola girmesi örtülü olarak demokrasinin rafa kaldırılması ve dikta rejiminin oluşumuna yol açar. Böylesi oluşumlarda tabanı oluşturan adaylar adeta ‘gelecek körlüğü’ yaşayarak, basireti bağlanarak seçim sandığına giderler ve oy tercihlerini inandırıldıkları ya da telkin edildikleri yönde kullanırlar. Hal böyle olunca, oy tabanı güçlendirilmiş bir siyasi partinin demokrasi kulvarından uzaklaşma olasılığı da söz konusu olur. Bunun sebebi, pekiştirilmiş geniş oy tabanına sahip bir siyasi partinin programında ülkeye yararlı değişikliğe gerek görmemesi yanında, taraftarını mutlu edebilme adına uzun dönemde ülke aleyhine kararlar alma eğilimine girebilmesidir.
Siyasi partilerin örgütlerine rağbet eden birey topluluğu arttıkça topluluğun genel eğitim ve karar kapasite ortalaması düşme eğilimine girer. Böylesi durumlarda seçimlere gidilirken parti programları dahi okunmadan, bir aile meclisinde bulunuluyormuşçasına siyasi parti desteklenir. Siyasi parti aday ilişkisinin aile meclisi benzeri şekilde ele alınmasında tarikat-siyaset ilişkisi de öne çıkar. Devletin adeta sosyal görevini ifa ederek, kamusal icraata bağımlılık karşılığında destek veren tarikatlar, sermaye-tarikat-siyaset ilişkisiyle bireyde deruni aidiyet pekiştirmesi oluşturabilir.
Siyasal sınıflar, burjuva demokrasisi, sermaye-tarikat-siyaset ilişkileri bağlamlarında siyasetin yozlaşması ve bu bağlamda emperyalist ilişkiler konularını genişleterek ileriki yazılarda ele alalım.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
Atatürk için 21 Kasım 1938'de yapılan resmi cenaze töreninin fotoğrafları
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi