Ulus devletlerin temelini ulusal birlik oluşturur. Ulusal birlik, biri dinsel ve kimlikler konusunda saygılı politika, diğeri ise güçlü ekonomi olarak iki temel üzerine oturur. Bu iki direğin de ortadan kaldırıldığı yenidünya düzeninde birey öne çıkartılırken, alt kimlikler de güçlendirilerek politik arenaya sürülerek ulus devlet dokusu yıpratılmaktadır. İlk bakışta demokrasi ve insan haklarına uygun görülen bu politik aletlerin, biraz derin analizde neoliberal dönemin etkili sömürü araçları olduğu anlaşılır. Farklı dinlere ve farklı kimliklere saygılı olarak, neden kapitalizmin sıkıştığı bu dönemde bu tür hilelere başvurulduğunu sakince konuşmalıyız.
Ülkemiz büyük bir kaosa sürüklenmektedir. Niteliği yerel seçim olmakla beraber, adeta Türkiye’nin kaderini belirleyecek bu seçimde partilerin birer sandalye kapmak dışında, ülkenin herhangi bir derin yarasına ucundan dahi olsun değindiğini gördünüz mü? İktidarın koalisyon ortakları, Japon sumo güreşçileri misali ne yenişebilmekte ne de birbirinden ayrılmaktadır, çünkü birbirlerine muhtaçlar. İktidar ve muhalefetteki tüm siyasi partilerin ülke lehine ilginç tezleri olsaydı, tümü tartışılabilirdi. Ne var ki ne iktidar ortaklarının ne de parçalı muhalefet gruplarının tezleri tartışılabilir niteliktedir. Daha doğrusu, iki cenahta da elle tutulur anlamlı tez görülmemektedir. Tüm tarafların tek amacı sandalye kapma yarışında başarılı olmaktır.
Partilerin birbirlerine anlamsız eleştiri yöneltmenin ötesine geçmediği görülüyor. Bunun anlamı şudur ki, böylesi rastlantısal yürüyüşte kim sandalyeye geçerse geçsin, ülkenin kaderinde büyük bir değişiklik olmayacaktır. Maalesef halkımızın karşı karşıya kaldığı durum tam da budur. Anayasa-Yargıtay çatışması üzerinden halkımız anayasa tartışmasına sürüklenirken, İslam kozunun ileri sürülmesi mevcut Anayasa’nın değiştirilemez maddelerinin de oyuna dâhil edileceğinin açık sinyalidir. Bu durum halka dayatmadır. Peki, durum bu ise, neden halk üzerinde böyle bir dayatmaya gidilmektedir? İşte soruların düğümlendiği bu nokta, dünya siyasetinde Türkiye üzerinde, belki de amaçtan bağımsız olarak, seçime hazırlanan parti ve/veya partiler aracılığı ile oynanan oyundur. Bu siyasetin niteliği ve amacı, Türkiye’yi böl-yönet ortamına sürüklemektir.
Şimdi gelelim alt-kimlikler tartışmasına. Bu tartışma yeni olmamakla beraber, kapitalizm sıkıştıkça ısıtılarak siyesilerin önüne koz olarak sürülmektedir. Türkiye, her yönü ile mozaik bir ulus topluluğu niteliğindedir. Alt-kimlikler olarak yansıyan bu mozaik yapı ulusumuzun sosyolojik zenginliği olduğu kadar, ekonomik ve felsefi gücünün de temelidir. Kaderde ve kıvançta bir toplum ifadesi, ancak söz konusu zenginliğin parçalanmadan, karşılıklı hukuksal anlayış ve bireysel saygı üzerine kurulu birlikteliğinde mümkün olur. Peki, neden böyle bir birlikteliği kurup yaşatamıyoruz? Çünkü kapitalizm, uluslararası düzlemde olduğu kadar, ulus içinde de işbaşındadır. Doğu’nun kalkınması, Batı’nın ucuz emek ihtiyacına karşıdır. Doğu’nun kalkınması Batı’nın kıt kaynak olan sermaye ihtiyacına zıttır. Peki, durum bu ise, niçin hiçbir parti bu duruma parmak basarak, orta yolun bulunmasında kullanılacak politikaları öne sürmüyor?
İşin başka bir yanını da, nasıl oluyor da, yöre halkının tercihi çoğunlukla bölge halkının çıkarına hizmet edecek parti ya da partilere değil de, emperyalizme hizmet eden siyasi kadroya yöneliyor? Öyle gözüküyor ki, bu durumda halk eziliyor, ağalar, siyasi amacı perdeleyen tarikat ve sair örgütler çıkar amacıyla halkı kandırıp, sömürüyor, bu durumda bizzat halkların oyları ile işbaşına gelen siyasiler ise oy tabanlarına gereken ihtimamı göstermiyor. Şimdi anlatabildim mi, emperyalizmin Ortadoğu üzerindeki göz boyayıcı habis oyununun kimi zaman nasıl duygusal, kutsal ya da hamasi ifadelerle toplumun üzerine bir bomba gibi düşebildiğini!
Gelelim laiklik meselesine. Türkiye halkının büyük çoğunluğunun İslâm dinine bağlı olduğu herkesçe malumdur. Bu ülkeye İslâm ne son yirmi senede geldi, ne de son yirmi senede yeşerdi. Hatta tam tersi, denebilir ki, son yirmi senede tüm kurumlar gibi İslâm’da ciddi olarak yozlaştırıldı, tahrip edildi, siyasete ve piyasa kurnazlıklarına alet edildi, hatta yoz sosyal ve siyasal yaşamlara perde olarak çekildi. Dini kuruluş kisvesiyle faaliyet gösteren bazı kurumların nasıl yozlaştıklarına maalesef hep birlikte tanık olmaktayız.
Ülkemizde, Türkiye pasaportu taşıyan herkesin farklı dini inancı ve anlayışı vardır. İslâm dininin diğer semavî dinlerden en bariz farkı, meziyeti hatta üstünlüğü kurumsallaşmamış olup, Yaratıcı ile kulun arasına hiçbir sınıf, zümre, kurum ya da insanın giremeyeceğidir. Bundan da başka, Kutsal Kitap’ta dinde zorlama olamayacağı hükmü açık ve net iken, adeta Türk vatandaşlığı pasaportuna sahip olabilmek için ileri sürülen din koşulu, hem de belirli bir form ve şeriat bağlamında din koşulu ulus tanımına da, tek millet tanımına da uymamaktadır. İşte emperyalizmin kasıtlı katılaştırdığı din kurumu ile halkların bölünmesini sağlama projesi tam da budur.
Sovyetler’in Afganistan’ı işgalinde “yeşil kuşak” tezini ortaya atan ABD, her nedense, Sovyetler’in dağılmasından sonra Türkiye’yi İslam âlemine model olarak sunarken bu kez de “ılımlı İslâm” tezini ileri sürdü. Görüyoruz ki, halkımıza öğretilen iyi Müslüman’ın tek niteliğinin “alnının secdeye değmesi” sloganı oldu. Alnın secdeye değmesi, Yaratıcı ile kul arasındaki meseledir. Buna mukabil, bireyin diğer bireylerle ya da toplumsal ilişkisi veya iş dünyasındaki davranışıdır bireyler arasında aranan meziyet ya da insanlık. Kutsal inancın derunî felsefesine girilmeden ve buna ilişkin kuralların ihlal dahi edilebilecek şekilde sadece şekli uygulamanın öne çıkarılması ne dine ne de ulusa hizmettir. Bu politika tam anlamı ile kutsal inanç alanının tahribidir. Bu yolla koca bir ulus Yaratıcının kulluğundan emperyalistin kulluğuna dönüştürülmektedir.
Ülkemiz halklarının genellikle dışa kapalı olması, siyasetçilere, amaçtan bağımsız olarak, uzun dönemli ulusal çıkarlar aleyhine kısa dönemde parıltılı muazzam manevra alanı sağlamaktadır. İşte siyasilerin gerçek manada din ve ahlak anlayışı ve ülkesine hizmet görüşü bu çıkar-fedakârlık sınavında belli olur. Ekonomiyi bu denli çökerten bir siyasi yapının laikliği çiğnemesi ve etnik kimlik konusuna bigâne kalması adeta toplumsal çatışmaya davetiye çıkarmaktır.
Dünyanın ve Türkiye’nin böylesi kırılgan dönemi, ülkenin farklı görüş ve çıkarları ferasetle yönetebilen felsefi görüşlü, bilimsel niteliği haiz siyasi kadroları gerektirir. Oysa siyasiler koltuk ve şahsi güvence peşinde koşmanın ötesinde ülke yararına fazla bir şey yapamamaktadır. Böylesi ehliyetsiz yöneticiler tarafından yönetilen bir ülke, şu anda yaşadığımız gibi, hiç beklenmedik bir anda ekonomik ya da siyasal kriz çukuruna düşer ya da düşürülür. Bu düşüşten ülkeyi çıkarmaya çalışan sistem gönüllüleri yardım elini uzatırken ülkeyi daha derin kuyulara iter, zira kapitalist dünyada pay kapmak isteyen aç kurtlar kadife eldivenlerle yardıma koşar. Halkımızın siyasileri kendi öz çıkar ve ülke menfaati doğrultusunda değerlendireceği umudu ile güzel günlere!
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
Atatürk için 21 Kasım 1938'de yapılan resmi cenaze töreninin fotoğrafları
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı