Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Varolan Meclis yeni bir Anayasa yapma yetkisine haiz olamaz

Seçim Komisyonu tarafından seçime girmesi kabul edilmiş ve halkoyları ile seçilmiş olan Can Atalay’ın parlamentoya dönmesi konusu üzerinden yargı sisteminin AKP tarafından araçsallaştırılarak, yeni anayasa yapım yolunun zorlanması AKP’nin bekası uğruna ülkenin tüm kurumlarının tahribi ve geleceğinin karartılmasıdır.

Hukuk sistemleri zinhar değiştirilemez anlamımda kutsal hükümler değildir.

Her kurum gibi hukuk hükümleri, hatta kurumları da değiştirilebilir, ancak değişimler uzun tarihsel deneyimlerden süzülerek gelen genel kurallar çerçevesinde gerçekleştirilebilir.

Bugün sizlerle konuşacağım konu, son tartışmalar muvacehesinde içinde bulunduğumuz siyasi ve hukuki karmaşa üzerine olacaktır.

Ben bir hukukçu değilim, ama konunun beni çeken yanı, hem durumun herkes açısından çok net olması, hem de güdülen amacın ekonomi ve emperyalizmle yakın ilgisinin bulunmasıdır. 

Başlarken, derin hukuk tartışmalarına dalmaya dahi gerek olmadan şöyle bir düşünelim, lütfen. Genel seçimlerden sonra seçilen ve mazbatalarını alan milletvekillerinin parlamentoda yaptıkları ilk icraat nedir? Yanıt bellidir; aşağıda verilmiş olan yemin metnini, namusu üzerine yemin ederek okumaktır. 

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”  

Yemin metnini okuyan milletvekilleri, kendilerini seçerek parlamentoya göndermiş olan seçmenine anayasa hükümlerin uyacaklarına dair söz vermiş olmazlar mı?

Peki, hal böyle ise, nasıl olur da anayasaya uyulmaz, hatta bu anayasanın tadiline kalkışılır, yani verilen namus sözünden cayılır?

Anayasaya yemin, Anayasanın hiçbir maddesinin değiştirilemeyeceği ya da ufak bazı ilaveler yapılamayacağı anlamına gelmez. Ancak anayasada yapılan tüm değişikliklerin anayasanın lafzına ve ruhuna uygun olması olmazsa olmaz koşuldur.

Kısacası, anayasaya göre seçilmiş ve anayasa üzerine yemin etmiş hiçbir milletvekilinin, ya da Meclis'e hâkim bir siyasi partinin, hatta Meclis ittifakının dahi, yapılan yemin gereği, anayasanın ruhu değiştirme yetkisi yoktur.   

Şu örneğe de bir bakalım. Farz edelim ki, bir futbol maçında herhangi bir sebepten takımlar oyuna ara verip, aralarında anlaşıp yeni futbol kuralları belirleyerek, kendi koydukları yeni kurallara göre, belki de ufak bazı değişikliklerle de olsa, yeniden sahaya girip oyuna devam etseler, sizce böyle bir sistem olabilir mi, olursa da makul ve adil, hatta diğer takımlar tarafından kabul edilebilir mi? 

İşte bu basit örnekte de olduğu gibi, veri anayasaya göre yapılmış seçimler sonucu seçilen milletvekillerinin anayasaya göre yaptıkları yemin sonrasında, ne denli çoğunluk oluşturursa oluştursun, anayasanın ruhunu değiştiremez ve farklı ruhta bir anayasa yapamaz.

Çünkü genel anayasal hükümler çerçevesinde seçimle işbaşına gelmiş olan meclisler, veri anayasa çerçevesinde icraat edecek ‘Kurulu Meclis’lerdir. 

Hiçbir anayasa kesinlikle değiştirilemez ya da yenisi yapılamaz değildir. Anayasanın lafzen ve ruhen değiştirilmesi dahi tabiatıyla mümkündür, ancak bu olanak kurulmuş ya da oluşturulmuş Meclis'in tasarrufunda değil, özel olarak oluşturulmuş ve anayasayı yaptıktan sonra dağılmak üzere ihdas edilmiş ‘Kurucu Meclis’ tarafından yapılır.

Bugünlerde Türkiye’nin yaşadığı garabet, anayasaya göre oluşturulmuş Meclis çatısı altında lafzen ve ruhen yeni bir anayasa yapılmak istenmesidir, hatta dayatılmasıdır. Dünyada eşi benzeri bulunmayan başkanlık sistemine geçişi sağlayan anayasa değişikliği ve anayasada yapılmış daha birçok değişiklikler de kurucu meclis kuralı atlanarak yapılmıştır.

Teknik hukuk bilgisine dahi gerek olmadan şunu açıkça iddia edebiliriz ki, basit mantık dahi siyaset rejiminin değiştirilmesi konusunun ancak kurucu meclis tarafından yapılacak yeni bir anayasa ile gerçekleştirilmesi gerekirdi. Peki, bu durum nasıl oldu?

Maalesef, halk oylaması yolu ile etik kuralları dışında meşruiyet sağlanarak gerçekleştirildi.

Bu uygulamada halkın anayasa kavramı, devlet ve hükümet ayırımı konularındaki görüşü suiistimal edilmiştir.  

Ülkede hukuk sistemi araçsallaştırılıp, siyasi otoritenin hizmetine alınması garabeti maalesef AKP döneminde zirveye ulaşmıştır. Günümüz koşullarında hukuk alanının zorlanması salt AKP’nin orijinal fikri olarak görülemez.

Cumhuriyet yönetiminin Batılılaşma şeklinde kurgulanan kuruluş felsefesinden günümüzün Ortadoğulaştırma mantığına geçiş Batı dünyasının Türkiye üzerindeki planının bir sahnesidir.

Bu sahnenin Batı’ya sağlayacağı avantaj ikilidir.

Birincisi, Batı Türkiye’yi kendi alanı dışında tutarak, bazı imtiyazlardan mahrum, fakat sömürüye açık hale getirmek istemektedir.

İkincisi, Müslüman ve görece en fazla Batılılaşmış görüntüsüyle Türkiye’yi İslam ülkelerine örnek oluşturarak, onları da Türkiye’nin peşinde hem sömürüye açık, hem de ılımlı İslam safsatasına iterek, İslam’ı korku havuzu olmaktan çıkarmaktır. 

Öyle anlaşılıyor ki, İslam motifli yeni anayasa salt AKP, ya da lider, hatta geri yapılı sermaye tercihi olmayıp, yeni şekillenen dünyasal koşullarda Batı emperyalizminin kendi yönünde amaçladığı politikanın etkin bir aracı rolünde devreye sokulmaktadır.

Ulusları olduğu kadar ulusların kutsallarını da bizzat uluslardan ve onların liderlerinden daha derin inceleyen Batılı merkezler, komünizmi şimdilik halletmiş olarak, ancak gelecekte kendilerine yeni tehdit gördükleri İslam’a yönelik de önlemler düşünmektedirler. Kısacası, zannedildiği gibi, AKP kendi oyununu oynamamakta, bir kez daha kandırılmış olarak ya da Feto’yu ikame ederek, Batı’nın emrinde davranış sergilemektedir.

Bu süreci halkımızın bir bölümünün dincilik olarak algılayıp, şiddetle karşı çıkması da Batı’nın planlarının perdelenmesine ve halkın sevgilisi AKP’nin halkın bir bölümüne rağmen kazanacağı başarı olarak görülmesine yol açmaktadır. 

Anlaşılan şudur ki, Atatürk ile onunla yarışa girmiş çapsız siyasilerin ve kadrolarının arasındaki devasa fark burada yatmaktadır: Batılılaşarak Batı’ya kafa tutmak ancak büyük zaferlerin kahraman lideri ve halklarının harcı iken; Batı’nın oyununa dâhil olarak Batı’nın emrine girmek ise, cahil cesareti ile siyasete soyunan dar ufuklu siyasilerin işi olsa gerek!