Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Çözüm İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi Değil!

İnsanlık tuhaf bir dünya kurdu ve içerisinde debelenip duruyor. Fidel Castro’nun da dile getirdiği gibi, birileri mutlu yaşasın diye başka birileri mutsuzluğa mahkûm olmuş durumda. Birileri lüks otomobillere binebilsin diye başka birileri çıplak ayakla dolaşmak zorunda. Birileri uzun ömürlü ve sağlıklı yaşasın diye başka birileri kısacık yaşamını onlara adıyor. Birileri zenginliği tatsın diye başka birileri yoksullukla mücadele etmek zorunda.

Çoğunlukların mutsuz olduğu bir yerde azınlıkların mutluluğu da mümkün olamıyor aslında. Daha başından eşitsizlik üzerine kurulan bir dünyada hiç kimse huzur bulamıyor. Ama huzursuzluğun kök nedenleri de gereği gibi sorgulanmıyor. Mutlu ve güçlü azınlıklar konumlarını sürekli kılmak, mutsuz ve güçten yoksun çoğunluklar ise koşullarını iyileştirmek için kıyasıya bir mücadele içindeler. Dolayısıyla da mutlu veya mutsuz, güçlü ya da güçsüz herkesin huzursuz olduğu bir dünya. Bütün insanlık tarihi savaşlardan, işgallerden, katliamlardan, salgınlardan, baskılardan oluşuyor neredeyse. 

Ve sonra dünyanın böylesine harap hale gelmesinde başrolü oynayanlar çıkıp kendi literatürlerinde yer almayan barış, eşitlik, hak, hukuk gibi birtakım kavramları kullanarak insanlığa çeki düzen vermeye kalkışıyorlar. 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilerek yürürlüğe konulan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne bir de bu açıdan bakılması gerektiğini düşünüyorum. 

Özünde iyi niyetle hazırlanmış bir metin olabilir. Bildirinin hazırlanmasına öncülük eden Eleanor Roosevelt bildirinin insanlığın Magna Carta’sı olduğunu dile getirir. Bütün insanların temel hak ve özgürlüklerinin korunması, güvence altına alınması gereği, hiç kimsenin ırk, etniklik, cinsiyet vb. açılardan ayrıma maruz kalmaması gibi ifadeler daha insanca bir dünya için elbette önemli. Ancak işin uygulama kısmına gelince, hemen hemen bütün devletlerin imzaladığı bu protokolün çok da işe yaramadığı ortada.

Bildirgeye öncülük eden Amerika ile Vietnam’daki katliamlara öncülük eden Amerika aynı değil mi? İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hala geçerliğini koruyor ama Ortadoğu’da sular bir türlü durulmuyor. Amerika’nın baş aktörlüğünde, Irak’ta yaşanan katliamlar, barış ve demokrasiyi getirmek bahanesiyle ve Arap Baharı kandırmacasıyla Ortadoğu’da yaratılan kaos ve bunun gibi daha pek çokları. 

Sorun büyük, ama çözüm de bu değil. Sorunun aktörlerinden çözümün aygıtlarını geliştirmelerini beklemek boşuna. Eşitsizlikler üzerine kurulmuş olan bir dünyadan eşitlik esasına dayanan bir dünyaya geçmek çok zor, ancak imkânsız değil. Vizyoner bir anlayış gerekli. Tepeden inme kurallarla sorunun çözümünün mümkün olmayacağı açık. Sorunun çözümüne içten ve de tabandan başlamak gerekiyor. 

Bir insanın yaşam hakkı, başka bir insan tarafından verilmez. Yaşama doğan her insan, yaşamda kalmak ve yaşamını sürdürmek için temel hak ve özgürlüklere zaten doğal olarak sahip olmalıdır. Ama işleyişin bu şekilde olabilmesi için her bir insanın bu gerçeğin bilincinde olması gerekir. Dolayısıyla da insanlarda, kendi hak ve özgürlükleri açısından farkındalık oluşturulması gerekiyor. 

İnsanın, insan olduğunun bilincinde olması, farkındalık geliştirmesi daha insanca bir dünya için önemli. Bunun için de yaşama doğan her bir bireyin insan olma bilinciyle yetiştirilmesi gerekiyor. İçerisine doğduğu aile ortamından başlayarak toplumsallaşma sürecinin tüm aşamalarında bu anlayışın geliştirilmesi önem taşıyor. İnsanın, bebeklik döneminden itibaren düşünsel, duygusal, bedensel yapısıyla kendi yaşamını kurmakta ve yönetmekte yetkin nitelik ve beceriye sahip kılınması gerekir. 

Bireyin, kendi yaşamının öznesi haline gelmesi, kendi yaşamını organize edebilmesi, yönetebilmesi için de bebeklikten itibaren özgüven, özsaygı, özdeğer geliştirmesine olanak vermek gerekiyor. Özgüven, özsaygı ve özdeğer, bireyin potansiyeldeki üretim ve yaratım enerjisini harekete geçirir. Üretim ve yaratım enerjisi insan olmanın gereğidir. İnsan, içerisine doğduğu yaşama ve dünyaya katkı yaptığının, değer kattığının hazzını duydukça insan olduğunun da farkına varır. İşte bu farkındalık onu, içerisine doğduğu dünyayla ilişkisini de daha güvenle, daha özgürce ve en önemlisi de daha şevkle biçimlendirmesini sağlar. 

Üreten ve yaratan insan özgüvenlidir, özsaygılıdır. Üreten ve yaratan insan çevresindeki başka insanlarla ilişkisini de saygı, güven, üretim ve yaratım üzerinden biçimlendirir. Bu da insanlar arasında yarış, üstün gelme, egemen olma dürtüleri yerine işbirliği, paylaşım, birliktelik, eşit orantılı etkileşim dürtülerinin gelişimine temel oluşturur. 

İnsanı insan yapan temel özellikler onun akıl, duygu ve ruh yapısıdır. Ondaki üretim ve yaratım yetisi de bu özelliklerden dolayıdır. İnsan, ürettikçe ve yarattıkça insanlığının farkına varır. Üreten ve yaratan insan ancak özgürleşebilir, özgüven ve özsaygı duygularını geliştirebilir. Üretmeyen, kendi yaşamına ve içerisine doğduğu dünyaya katkı yapmayan, ya da verdiği katkının farkında olmayan, dolayısıyla da kendi potansiyelinin, yetkinliğinin ayırdında olmayan insandan daha insancıl bir dünya kurması beklenemez. 

O halde daha iyi bir insanlık ve daha insanca bir dünya için çözüm, gücü elinde tutanlardan medet ummak değil, her bir insanın bilinçli birer birey olarak yetişmesini sağlayacak koşulların geliştirilmesine katkı vermektir. Bunun için de aileden, eğitim kurumlarına, sivil toplum kuruluşlarına, aydınlara kadar toplumdaki ilgili tüm aktörlerin harekete geçmesi, tüm aygıtların doğru ve bilinçli kullanılması gerekmektedir. 

Daha iyi bir insanlık ve daha yaşanılır bir dünya için çözüm, bilinçli insanların yetişmesidir. Sorunun aktörlerinden çözüm beklemek yerine, mağdurların bilinçlenmesi için uygun koşulların sağlanması en doğrusu.