İnsanlık tarihine bakıldığında çokça kavga, savaş, çatışma var. Bu yanıyla insanlık tarihi, ona yön veren aktörlerin çatışma odaklı yengileri ya da yenilgileriyle dolu. Geliştirilen aygıtlar ve araçlar da çoğunlukla bu yöndeki gidişi pekiştirmek için. En azından insanlığın kayda geçirilmiş yaşam serüveninde barışa, dostluğa, huzura çok az yaşam hakkı tanındığı net. Barış, dostluk, huzur, aşk, sevgi gibi kavramlar ise insanların ideallerinin, hayallerinin, düşlerinin yansıyışı olmak üzere yalnızca film, roman, şiir, öykü, müzik, resim, mimari gibi kurmaca veya sanatsal ürünlerde gerçekleşebiliyor.
Düşlerde, hayallerde ve ideallerde beslenen duygu, düşünüş ve yönelimler neden kurmaca alanda kalıyor da gerçekliğe dönüştürülemiyor sorusunu sormadan da olmaz.
İnsanların asıl istedikleri nedir acaba? Çatışma, savaş severlik, kin ve nefret midir yoksa barış, dostluk, huzur ve sevgi midir? İnsanın gerçek yaşamını harap etmesine neden olan bu yönelimler onun genetik yapısında ya da gizilgücünde midir yoksa sonradan, içerisinde yaşadığı toplumsal çevre tarafından mı ona yükleniyor? Sorumlu kim? Sevgi, dostluk, barış, huzur gibi daha iyi bir dünyanın ve daha insancıl bir yaşamın oluşturucu değerleri insan üretimi kurmaca ürünlerde yer alabildiğine göre, insanların bu değerlere isteksiz ya da duyarsız kaldığı söylenemez. Sorunun kaynağı nedir o halde?
Soruların yanıtı için ünlü Sosyal Psikolog Muzafer Sherif tarafından gerçekleştirilen Hırsızlar Mağarası deneyinin bulgularına bakalım.
Muzafer Sherif, akademik yaşamına Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakütesi'nde başlar. Ancak bir Türkiye klasiği olmak üzere çalıştığı kurumda karşı karşıya kaldığı baskılar nedeniyle ayrılarak bilim yaşamına Amerika’da devam etmeye karar verir. Özellikle de Yale Üniversitesi bünyesinde çalışırken sosyal psikoloji alanında geliştirdiği kavram, kuram ve yöntembilimsel çalışmalarla alanın gelişmesine ciddi katkı verir. Grup dinamiği, çatışma ve grup kimliği konusundaki çalışmaları oldukça değerlidir. Hırsızlar Mağarası da bu anlamda gerçekleştirdiği çok önemli ve bilindik bir sosyal psikolojik deneydir.
Sherif, ekip arkadaşlarıyla birlikte aylarca sürecek bir kamp kurgusuyla söz konusu deneyi gerçekleştirir. Ergenlik dönemindeki 22 gencin katılımıyla gerçekleştirilen deneyde gençler, birbirlerinden habersiz olmak üzere iki grup halinde kampa alınır. Aynı kamp ortamını paylaşan grupların her birinin kendi içerisinde geliştirdikleri grup dinamiği -grup lideri, hiyerarşik ilişki biçimi, grup aidiyeti- belirgin biçimde gözlemlenir. Ardından birbirlerinin varlığından haberdar hale getirilen iki grup arası çatışma, kavga ve rekabetin biçimlenme süreci tüm ayrıntılarıyla gözlemlenir.
Son aşamada ise her iki grubun ortak hedeflere yönlendirilmesiyle gruplar arası çatışmanın uzlaşmaya ve paylaşıma dönüştüğü görülür.
Muzaffer Sherif’in Hırsızlar Mağarası deneyi esnasında bireyin, grup içi ve toplumsal etkileşimine ilişkin çok çeşitli bulgular ortaya koyduğu gözlenmektedir. Ancak söz konusu deney sonucunda ortaya konulan en önemli bulgulardan biri, çatışma ve kavganın kalıtsal ve kalıcı olmadığı, insanların içerisinde yer aldıkları toplumsal çevre tarafından empoze ediliği, yüceltilip yaygınlaştırıldığıdır. Özellikle de grup liderlerinin yönlendirmesiyle grup bireyleri arasında yaygınlaşan ve yerleşiklik kazanan çatışma, kavga ve rekabet yönelimli davranışların, eğer istenirse yine grup liderleri tarafından barış, dostluk, paylaşım gibi davranışlara dönüştürülebileceği yönündeki bulgu, üzerinde düşünülmeye fazlasıyla değer.
Gerek psikologlar gerekse de sosyal psikologlar, hatta genetikçiler insanda acı çektirme veya acı çekme, acıtma veya acındırma, sevgi veya nefret, dostluk veya düşmanlık vb. çeşitli davranışsal ve duygusal yönelimlerin potansiyelde var olduğuna; bireyin içerisine doğduğu ortamda bunların hangisi beslenip işlenirse onun yeşereceğine sıklıkla dikkat çekerler.
O halde sorunun kaynağının insanın, içerisine doğduğu ve yetiştiği sosyal ortamsal koşullarda aranması gerekir. İnsanlık eğer başını dertten kurtaramıyorsa ve bir türlü huzur bulamıyorsa, bunun nedenini kendi eliyle kurduğu sistemin işleyişinde aramalıdır.
Dünden bugüne insanlığın kurduğu tüm toplumsal yapılar ve sistemler eşitsizlik ve rekabet temeline dayandırıldığı içindir ki paylaşımlar genelde çatışma ve kavgayla organize olmuştur. İnsanlar rekabette öne geçmek için kendi üretim enerjilerini harekete geçirmek ve iş performanslarını yükseltmek yerine rakip olarak gördükleri diğer insanları yavaşlatmak, engellemek yolunu seçmişlerdir.
Bu rekabet ortamından da birileri, sistemin yöneticisi konumundaki aktörler kendileri adına pay çıkararak sürecin çekişme, çatışma ve kavgaya dönüşmesine neden olmuşlardır.
Nitekim grupta ya da toplulukta birlik beraberliğe dayanan bütünlükçü bir ilişki yapısının kurulamaması çoğu zaman yönetenin işine yaramış, grupta ilişkiler zayıfladıkça yöneten aktörlerin konumu güçlenmiştir. O nedenle insanlık, tarih boyunca bir savaştan çıkıp yeni bir savaşa girerek varlığını sürdüregelmiştir ya da aslında insanca bir varlık gösterememiştir. Bu nedenle insanlar birbirlerini ırk, etniklik, inanç, cinsiyet, toplumsal sınıf, ideoloji vb. üzerinden ötekileştirerek çatışmayı sürekli kılmışlardır.
Çatışmadan ders alınsa ve uzlaşmaya dönüşüm sağlansa iyi, ama o da olamıyor. Her çatışmadan yeni bir çatışma doğuyor ve kötülük kesintisiz devam ediyor.
Oysa başka türlüsü mümkün.
İnsanlar içerisinde yaşadıkları dünyada ve toplumda çatışma yerine uzlaşma, kapışma yerine paylaşma yoluna giderek nefreti sevgiye, düşmanlığı dostluğa, savaşı barışa dönüştürebilirler. Bunun yolu ise toplumlara yön veren liderlerin toplumsal bütünlük yönünde vizyon geliştirmeleri, toplum genelinde kapsayıcı, birleştirici ve ortak hedefler doğrultusunda yönlendirici projeler ortaya koymalarıdır.
İnsanları çatıştırmak değil, kaynaştırmak; hedefleri bireysel değil toplumsal çıkar ekseninde belirlemek daha insancıl bir dünyaya gidişi kolaylaştırır. Birleştirici, bütünleştirici, ortak hedef doğrultusunda yönlendirici bir anlayış geliştirilmediği sürece daha eşitlikçi ve daha yaşanılır bir dünya mümkün olmaz.
Ancak oluşturulacak hedeflerin de toplumdaki tüm bireyleri kapsayıcı ve dengeli olması gerekir. Günümüz dünyasında bu anlamda yaşanan en büyük sorunlardan biri de güvensizlik. İnsanlığın iliklerine kadar işlemiş olan sömürü düzeninden çıkılması ve daha eşitlikçi bir dünya için istekli olunması gerekiyor.
Daha barışçıl bir dünya ancak böyle mümkün olabilir.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi