TEK PARTİ VE DEMOKRAT PARTİ İKTİDARINDA SOL TASAVVURU
Türkiye’de sosyalizm daima komünizm ile özdeş mütalaa edilmiştir. Milli mücadele ve erken cumhuriyet döneminde açılan davalarda göreli hafif cezalar verilmiş, mahkumlar çeşitli af kanunları ile tahliye edilmişlerdi. Örneğin Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası davası (1921), TKP davası (1927) kararları bu kapsamda açıklayıcıdır. Cumhuriyetin 10. Yıl törenlerine Sovyet delegasyonun gelmesi, Voroşilov’un Atatürk’e Stalin’den bir kılıç hediye getirmesi Türk-Sovyet dostluk ilişkilerin bir nişanesi oldu. Sovyetler TKP’ye Kominterne bağlı önemsiz bir parti muamelesi yaparken, Türkiye’nin resmi politikası TKP-SBKP ilişkilerini görmezden gelme biçimde olmuştu. Atatürk’ün sağlığının iyice bozulduğu 1938 yazında bu rutin bozuldu. Açılan Harpokulu ve Donanma davaları verilen ağır mahkumiyet cezaları ile sonuçlandı.
Nazım Hikmet , Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir, A. Kadir gibi Türk solunun tanınmış simaları askeri mahkemede yargılandılar. Yavuz ve Erkin gemilerinde yapılan yargılamalar neticesinde üzerine suç atılı bütün zanlılar mahkum oldu. Atatürk’ün vefatına yakın bir zamanda Askeri Yargıtay cezaları onadı.
Türkiye’nin seçkin yazarları mahkum olmuşlardı. Bu adli tarihimizde verilmiş en utanç verici kararlardan biridir. Benim kişisel kanaaatim bu insanların 1950 affına kadar zindanlarda çürütülmelerinin müsebbipleri Fevzi Çakmak ve Şükrü Kaya ikilisidir. Genelkurmay Başkanı ve İçişleri Bakanı savaş yaklaşırken dışarda komünist bırakmama düşüncesindeydiler. Bu konuda eski savcı ve Nazım Hikmet’in avukatı Mehmet Ali Sebük’ün Vatan Gazetesinde yayınladığı tefrikaya ve “Nazım’ın Özgürlük Savaşı” başlıklı kitabına bakılmalıdır. Sebük’ün 10. Dönemde Demokrat Parti’den İzmir milletvekili seçildiğini de belirtelim.
Onaylanan mahkumiyet kararlarında “hükümeti devirmeye teşebbüs suçu” isnad edilmişti. Oysa ki ne ceza hukukunun evrensel kurallarına ne de TCK’ya göre kanıtlanmış hiçbir şey yoktu. İddianameler bomboştu.
50’lerde konjonktür değişti. Fakat çok partili demokrasiye geçiş sola serbesti getirmedi. TCK’nın 141-142. maddeleri sol düşünce üzerinde Demoklas’ın kılıcı gibi sallanmaya devam etti.
Demokrat Parti iktidarları ABD’de senatör McCarthy nin adıyla anılan şiddetli antikomünist politikaları benimsedi. Türkiye bu yolda ABD’nin sadık bir izleyicisi oldu. Antikomünizm fiiliyatta her çeşit sol düşünceyi baskı altına almak anlamına geliyordu.
Sosyal ve sınıfsal meselelere ilişkin her türlü faaliyet ve yayın teşebbüsü Menderes hükümetleri tarafından “ komünizm propagandası” sayılarak şiddetle bastırıldı.
Dalga dalga tutuklamalar oldu. 6-7 Eylül provokasyonları bile solculara fatura edildi. Kemal Tahir ve Aziz Nesin Org. Nurettin Aknoz’un sıkıyönetim komutanlığı sırasında altı ay tutuklu kaldılar. Aknoz meşhur “şu komünistleri salkım salkım sallandıralım” sözüyle hafızalardadır.
Avrupa’da İkinci Dünya Savaşından sonra demokrasiler yeniden kurulurken legal sol partiler rejimin sol kanadını temsil ediyorlardı. Örneğin Fransa’da komünist Partisi bile yasal bir partiydi. Sosyalist partinin dışında. Sosyalist ve sosyal demokrat partiler sistem içi partiler olarak görülüyorlardı. İtalya ve Almanya’da ise faşist ve komünist parti kurma yasağı vardı. Bu ülkelerin siyasi geçmişi dolayısıyla.
Türkiye’de ise “demagojik ikiz partiler” düzeni kurulmuştu. Çok partililik kısır ideolojik bir ortamda doğmuştu. Türkiye demokrasiyi Avrupa standartlarında değil bir çeşit küçük Amerika olmak tasavvuru ile kurmuştu. 27 Mayısçılar da siyasi spektruma aynı kafayla baktılar. Milli Birlik Komitesi üyelerinin siyasi meselelere ilişkin düşünceleri epey karışıktı. Çoğu tepki temelinde düşünüyorlardı. 1961 seçimlerinden sonra TİP’e girenler de oldu. Totaliter eğilimli CKMP’ye girenler de oldu. 14’lerin çoğunluğu Türkeşle birlikte davrandılar.
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİNİN PARLAMENTOYA GİRİŞİ
Türkiye İşçi Partisi (TİP) 13 Şubat 1961’de 12 sendikacı tarafından kurulmuştu. Kemal Türkler, İbrahim Denizcier, Kemal Nebioğlu, Rıza Kuas, Şaban Yıldız aklıma gelen ilk isimler.
Partiye daha sonra, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Adnan Cemgil, Cemal Hakkı Selek, Fethi Naci, Yaşar Kemal, Murat Sarıca gibi aydınlar da katıldılar. Bu isimler partide etkin olarak çalıştılar. Bir kısmı 1965 seçimlerinde milletvekili oldu.
TİP, sadece işçi sınıfı sorunlarıyla değil köy-köylülük-ülkede hala varlığını sürdüren feodal ilişkilerle ilgilendi. Emperyalizm TİP’in daimi gündemiydi. TİP Türkiye kamuoyunu bu konularda sürekli uyarmaya çalıştı.
1966 Malatya Kongresinde partide bir fraksiyon olarak varlığını sürdüren MDD’ciler etkinliğini yitirdi. Bundan sonra partide parlamenter yoldan seçimleri kazanarak (legalist çizgi) sosyalizmi gerçekleştirme düşüncesi egemen oldu.
TİP’in parlamentoda etkili olduğu yıllar Demirel’in başbakan, Adalet Partisinin iktidar olduğu döneme tekabül eder.
ADALET PARTİSİ HÜKÜMETLERİ VE ANTİ KOMÜNİZM
Adalet Partisi, iktidara geldiği 1965’ten 12 Mart 1971 muhtırasına kadar çok yönlü baskılar altında kaldı. Öncelikle ordu içinde AP iktidarına karşı hoşnutsuzluk söz konusu idi.
Demirel, Cevdet Sunay’ı Cumhurbaşkanı seçtirerek bu tavrı lehine çevirmeye çalıştı. Hükümet, TSK Personel Kanununda önemli iyileştirmeler yaptı. Bu suretle iktidara karşı olumsuz tavrı bir ölçüde gidermeyi başardı. Demirel’in, orduya yönelik bu hamlelerini “orduyu satın alma” girişimi olarak yorumlayan çevreler oldu. Hatta bazı Milli Birlik Komitesi üyeleri (artık hepsi tabii senatör olmuştu) böyle düşünüyorlardı.
Adalet Partisinin asıl sorunu, yükselen sosyalist sol dalgaydı. TİP’in parlamentoya girmemesi için çok gayret sarfettiler. Başarılı olamadılar. Bir sonraki seçimde seçim sistemini değiştirerek etkisizleştirdiler.
TİP’in parlamentodaki varlığı Adalet Partisi çoğunluğunu ciddi biçimde rahatsız etti. Küçük bir grup olmasına rağmen söylem ve siyaseti AP hükümetini TİP’i kuşatma politikası izlemeye sevk etti. TİP baskı altına alınmalıydı. Aksi halde büyüyebilirdi.
TİP millevekilleri, çoğunlukla komünizm propagandası yapmakla suçlandılar. AP’ye göre sınıf meselesine dokunmak “komünistlik” demekti. Çetin Altan’ın dokunulmazlığının kaldırılması örneğinde olduğu gibi, TİP’liler meclis içi ve dışındaki eylemleriyle sürekli komünizm propagandası yapmakla itham ediliyorlardı. AP’lilere göre sınıf ve sömürüden bahsetmek komünistlikti.
TİPliler ise AP’yi, Amerikan işbirlikçiliği (çoğu zaman uşaklığı) yapmak ve egemen sınıfların çıkarlarını temsil etmekle itham ediyorlardı.
TİP’in üslubu siyaseten doğruydu. TİP sosyalist bir partiydi. Fakat bu tutumları -kaçınılmaz olarak-iktidarın sinir uçlarıyla oynamak demekti. TİP’in iddiaları büyük ölçüde gerçeklerle örtüşüyordu. AP, DP’den devraldığı ABD ile iktisadi, siyasi ve askeri alanda yakınlık siyasetini devam ettiriyordu. Daha açıkçası Amerikancı bir siyaset izliyordu.
Şuna da kuşku yoktu ki AP, Türkiye’deki hakim sınıfların çıkarlarını örgütleyen bir partiydi. Toplumun bağımlı sınıflarını (işçileri, köylüleri) peşine takmış, iktidara gelmişti. 50’lerde Demokrat Parti’nin yaptığı gibi.
50’lerde sınıf meselesinin konuşulmadığı Türk tipi McCartism ortamında siyaset kolaydı. 60’larda şartlar değişmiş, siyasete yeni aktörler girmişti. Toplumda mobilizasyon artmıştı. TİP’in emekçi sınıfları uyaran söylemi düzenin temellerini sarsıyordu. Bu siyaset tarzının AP iktidarı tarafından sadece izlenmesi beklenemezdi. TİP sınıf siyaseti izliyordu. Yasal yolları kullanarak sosyalizmi iktidara getirmeye çalışıyordu.
Adalet Partililer TİP parti kongrelerini basarak, milletvekillerini mecliste döverek veya “komünizm propagandası” iddiası ile adli takibat yaptırarak şiddetli bir karşı taarruza geçtiler.
AP’liler açısında TİP, “kıpkızıl bir partiydi. Elde bulunan bütün araçlarla bu partiye karşı şiddetli bir mücadeleye ihtiyaç vardı.
Sola karşı en sert tavırlarıyla dikkat çeken AP’li parlamenterler şunlardır: Samsun Senatörü Dr. Fethi Tevetoğlu, İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu, Antalya milletvekili Osman Yüksel Serdengeçti. Darendelioğlu daha sonra MHP’ye geçti. Osman Yüksel Serdengeçti Adalet Partisinden çıkarıldı. Adalet Partisi içinde sol karşıtı tutumuyla en fazla tanınan isim İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan idi. Sükan Konya milletvekili idi. İlginç bir bilgi Dr. Sükan Paris’te Atatürk’ün doktorlarından Nihat Reşat Belger’in yanında dahiliye ihtisası yapmıştı.
YÖN DERGİSİ : DOĞAN AVCIOĞLU, MÜMTAZ SOYSAL, CEMAL REŞİT EYÜBOĞLU
Yön bildirisi Yön’ün 20 Aralık 1961 tarihli ilk sayısında yayınlandı. Dergi, 1961 demokrasisinin kuruluş çabaları ile kronolojik olarak örtüşür. Bildiriye imza atan 531 aydın Anayasaya olumlu bakmakla birlikte Türkiye’nin meselelerine çözümün anahtarı olarak görmüyorlardı. Çözüm Türk devrimine yeni bir ruh katmaktan geçiyordu.
Bildiri ile belki de ilk defa emperyalizm açıkça kamuoyunun dikkatine sunulmuş oluyordu. Bildiri de dikkat çeken başka bir nokta ise, imzacıların Türkiye’nin geleceğine dair olumlu bakışı ve aydınlara duyulan güvendi. Kurulan yeni demokrasi azgelişmişlik meselesine çözüm aramak üzere bir tartışma platformu sağlamış oluyordu.
Derginin kurucuları Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, Cemal Reşit Eyüboğlu idi.
Yön Bildirisinde temel mesele, çok partili siyasal hayat, demokratik toplum düzeni, hukuk devleti beklentilerinin çok üstündedir.
Yön arşivi tarandığında yayınlanan yazıların bu amaca hizmet ettiği görülür. Kurucuların 60’lar sonrasında takındıkları siyasi tutum derginin gelişim çizgisini açıklar mahiyettedir.
MİLLİ DEMOKRATİK DEVRİM TEZİ NEYDİ? DEVRİMİN ÖNCÜSÜ HANGİ GÜÇLER OLACAKTI?
Milli Demokratik Devrim tezi temel olarak Türkiye’deki toplumsal koşulların sınıf ilişkilerinin sosyalist devrim için elverişli olmadığını savunur.
Bu teze göre, Türkiye’de emperyalizme bağımlı komprador burjuvazi, çözülmemiş feodal bağlar varolduğu sürece sosyalist devrim gerçekleştirilemez. Öncelikle gerçekleştirilesi gereken demokratik devrimdir. Bu devrimde milli burjuvazi de ittifaka dahil edileceğinden devrimin niteliği Milli Demokratik Devrim olacaktır.
Böyle bir devrimin Türkiye’nin bütün ilerici güçlerinin desteği ile gerçekleştirilmesi mümkündür.
Burada, MDD literatüründe sıklıkla bahsedilen Zinde Güçler kavramı devreye girer. Zinde Güçler, Kemalist aydınlar ve ordunun devrimci özünü korumuş kesiminden oluşur. Türkiye, Kuzey Atlantik İttifakına girmiş ve ABD yanınnda saf tutmuştur. Bu önemli bir sapmadır. Buna rağmen “Kemalist Devrim değerlerini” muhafaza eden subaylar Zinde kuvvetlerin ağırlıklı kesimini oluştururlar. Bu dinamik gruplar milli demokratik devrimin öncüsü olma potansiyelini taşımaktadırlar.
MDD, Zinde Kuvvetlere devrimin gerçekleştirilmesi yolunda özel önem vermektedir.
TİP, 1965’te dikkat çekici bir sayıyla parlamentoya girdikten sonra, MDD çevresi TİP’ten uzaklaşmıştır. 1966’da Malatya Kongresinde alınan kararlar TİP’in içinde artık MDD’ye yer olmadığı anlamına gelmiştir.
1968 GENÇLİK OLAYLARI VİETNAM SAVAŞI-PARİS BAŞKALDIRISI
Batıda 1968 başkaldırıları gençlik olayları olarak yorumlandı. Toplumsal düzeni sarsan bu gelişme İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan soğuk savaş dengesine bir tepkiydi.
1962’de patlak veren Küba Krizi ve nükleer başlıklı füzeler meselesi Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyordu. Dünya bir nükleer savaşın eşiğine geldi. İşin ciddiyeti anlaşılınca taraflar geri adım atmak zorunda kaldılar.
Sonunda, Sovyetler Küba’daki füzelerini, ABD, Türkiye’de konuşlandırdığı Jüpiter füzelerini söktüler. Dünya rahat bir nefes aldı. Nükleer bir savaşın eşiğinden dönülmüştü.
60’ların bir başka veçhesi üretim artışıydı. Kapitalist dünyada sermaye birikimi, üretim, bölüşüm, doğurganlık, yaşam kalitesinin arttırılması tartışmasını başlatmıştı. Özellikle üniversite gençliği içinde sosyo-ekonomik düzen sorgulanmaya başlandı.
Öte yandan, 60’lar bütün dünyada “sola kayma” ya denk düşer. Solun ortak paydası ABD karşıtlığıdır. Vietnam Savaşı bunu daha da pekiştirdi. ABD yaptığı her işte suçlu bulunuyordu. Dünyanın her yerinde kötülüğün kaynağı ABD olarak görülüyordu.
Gençler için Bolivya’da ABD destekli güçler tarafından öldürülen Che Guevara bir “ikon” haline gelmişti.
Bilgi ve iletişim imkanlarının artması Vietnam halkına karşı misket bombası, napalm bombası gibi ürpertici güçte silahların kullanılması ABD ve Avrupa’da savaş karşıtı bir kuşağın yükselişine tanıklık etti.
TÜRKİYE 68’İ NASIL ALGILADI?
60’larda ideolojik düşünce hegemonyası soldaydı. Coşkulu bir verimlilikle gençlik solun etkisi altındaydı. Gençlik solcuydu. Sosyalistti.
Genel oy çoğunluğu ise sağdaydı. Sağda sol algısı mülkiyet ve din düşmanlığı ile özdeşleştiriyordu. Ortalama sağ seçmene göre sol komünistlikti. Dinsizlikti.
60 lardaki standant algılama için şunu söyleyebiliriz: gençler, öğretmenler, yazarlar, üniversite hocaları hep solcuydu. Hepsi milli ve manevi değerlere karşıydılar.
RADİKAL SOL OLUŞUMLAR VE ADALET PARTİSİ
Adalet Partisi hükümetlerine karşı asıl büyük tehlike radikal sol gruplardan geliyordu. Bu grupların ideolojik kaynağı MDD tezleri idi.
Doğan Avcıoğlu ve Mihri Belli -nüanslarla-Milli Demokratik Devrim tezlerinin fikir babalarıdır. Şu farkla ki Avcıoğlu, devrimin motoru olarak zinde kuvvetleri görürken, Belli gerilla faaliyetlerini (kent ve kır gerillası) önemsiyordu.
Her iki isim de Türkiye’yi sosyalizme parlamenter yollarla geçişin mümkün olmadığı bir ülke olarak görüyorlardı.
Doğan Avcıoğlu bu durumu sandıktan hiçbir zaman sol çıkamaz; çünkü “tutucu güçler koalisyonu” buna engeldir sözleriyle açıklarken şöyle devam ediyordu: “halk halk düşmanlarının peşindedir”
TKP kökenli Mihri Belli de Türkiye’yi burjuva demokratik devrimini tamamlamamış bir ülke olarak görüyordu. Emperyalizme ve işbirlikçi sınıflara karşı milli bir kalkışmayı zorunlu buluyordu.
Avcıoğlu çevresi baştan itibaren TİP’e mesafeli davranmıştı. Belli ise temas halindeydi. TİP’i legalist çizgiden ayırmaya çalıştı. Başarılı olamadı. Belli’nin düşüncelerine en yakın gruplar sol gençlik hareketlerinin içinden gelecekti.
MDD kendi içinde birtakım ayrışma süreçlerinden geçti. Sonunda bölündü. Ana çizgi Aydınlık Sosyalist Dergi çevresidir. Diğeri ise PDA idi.
ASD’den kopan Gün Zileli, Cengiz Çandar ve arkadaşları Proleter Devrimi Aydınlık dergisini çıkarması başladılar. Doğu Perinçek bu grubun önemli simalarından biri oldu. PDA’ya Korkut Boratav ve Hikmet Kıvımcımlı da destek verdiler. PDA, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin öncü örgütüydü.
Neticede -bana göre- THKO, THKP-C, TİİKP gibi gruplarından hepsinin kaynağı Milli Demokratik Devrim tezi idi. Aralarındaki fark devrim stratejileri, eylem alanları ve öncelikleri olacaktır.
Ortak hedef aynıydı. Mevcut düzeni yıkmak. Bu da pratik olarak Adalet Partisi hükümetini, başbakan Demirel’i devirmek anlamına geliyordu.
SOL ADALET PARTİSİ HÜKÜMETLERİNİ NASIL DEĞERLENDİRİYORDU?
Solun ortak düşüncesi şuydu: Çok partili siyasal hayata geçiş ve DP iktidarı ile birlikte Türk Devrimi rayından çıkmıştı. Cumhuriyet devriminden sonra elde edilen kazanımlar kaybedilmişti. Toplum gericilerin eline düşmüş, iktidar emperyalist dünyanın müttefiki olmuştu.
NATO’ya giriş Türkiye’yi milli kurtuluş savaşından gelen bağımsızlıkçı çizgiden saptırmış, az gelişmiş bir ülkede emperyalizme bağımlı komprador burjuvazi tarafından yönetilen bir ülkeye dönüşmüştük.
Bu durumun genel oy ile çözülmesi mümkün değildi. Türkiye’nin toplumsal koşulları gereği sandıktan daima “tutucu güçler koalisyonu” çıkacaktı.
Halk gericiliğin, feodalizmin ve işbirlikçi egemenlerin hegemonyası altındaydı. Adalet Partisi tam da bu ilişkileri açığa vuran bir partiydi. İktidara gelişi de bu nedenle kaçınılmazdı. Sola göre Demirel, Amerika’nın adamıydı. Morrisoncuydu.
FİKİR KULÜPLERİ FEDERASYONUNUN DEV-GENÇ’E DÖNÜŞMESİ
1960’lar Türkiyesinde oldukça heyecanlı sol bir yükseliş yaşandı. 1965 seçimleri sonrasında ise iki yeni gelişme oldu.
İlki, TİP’in parlamentoya girmesiydi. Bu önemliydi. İkincisi ise Adalet Partisi milli bakiye sistemine rağmen tek başına iktidara gelmişti. Bu da sol açısından özel öneme sahip bir başka olguydu.
AP’nin iktidara gelmesi, solda seçimler ve genel oyun Türkiye koşullarında ne anlama geldiğinin sorgulanmasına neden oldu.
Fikir Kulüpleri Federasyonu, 1965 seçimlerinden hemen sonra (Kasım ayında) Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencileri tarafından kuruldu. İlginç birkaç ismi burada anmak isterim. Ümit Hassan, Ataol Behramoğlu, İsmet Özel, Hüseyin Ergün.
9-10 Ekim 1968 Kongresinde FKF, Dev-Genç’e dönüştü: Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu. Atilla Sarp başkan seçildi.
FKF’nin radikalleşerek silahlı eylemler yapan Dev-Genç’e dönüşmesinin en önemli nedeni-bence-1968 6. Filo protesto eylemlerininin hükümetçe bastırılma biçimidir. 1968 Temmuzunda ABD’nin Akdeniz Filosu (Altıncı Filo) gösterilere neden olmuş, İTÜ Gümüşsuyu yurdunda Vedat Demircioğlu öldürülmüştü.
Altıncı Filo’nun İstanbul Limanına gelmesi, hükümetin olaylara müdahale biçimi, Kanlı Pazar olayları öğrenci derneklerinin radikalleşmesine neden oldu.
ALTINCI FİLONUN GELİŞİ: 1968 TEMMUZ VE 1969 ŞUBAT OLAYLARI
Türkiye 1952’de Kuzey Atlantik ittifakına kabul edildi. İttifakın öncüsü ABD Atlantik ve Pasifik’te büyük deniz filoları kurdu. Bu bir çeşit dünya jandarmalığı idi. Sonuncu filo Akdeniz filosudur: Altıncı Filo. Karargahı Napoli’dir. Kuruluş tarihi 12 Şubat 1950’dir.
Bu filo ABD’nin Akdeniz ve Ortadoğu çıkarılarının bekçiliğini yapıyordu. Lübnan Krizinde, Süveyş Kanalı krizinde kullanıldı. Menderes hükümetleri büyük bir coşku ile Altıncı Filo operasyonlarını desteklediler. Filo, resmi söylem olarak NATO’nun Doğu Akdeniz kanadını güvence altında tutan önemli bir işlev görüyordu. Fiiliyatta ABD’nin vurucu gücüydü.
Türkiye’ye zaman zaman gelmiş, İstanbul ve İzmir limanlarında görünmüştü. Filonun Türk denizlerinde görünmesi Türkiye’yi yönetenler açısından ittifak sisteminin olağan bir sonucuydu. Türkiye Kuzey Atlantik İttifakının üyesiydi ve ABD dost ve müttefik bir ülkeydi.
Emperyalizmin simgesi sayılan bu filonun limanlarımızı ziyareti solcu gençler arasında tepkiyle karşılanıyordu.
TİP’in meclise girmesinden sonra iktidara ilk taarruz ABD ilişkileri üzerinden oldu. Amerikan üslerinin Türkiyedeki varlığı gündeme getirildi. Sol Türkiye topraklarının bir kısmının işgal altında olduğunu savunurken, başbakan ve AP genel başkanı Demirel “ üs yok, ortak savunma tesisi var” diyordu.
Altıncı filo İstanbul’a ilk geldiğinde İTÜ yurdunda kalan Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu öldürüldü. (24 Temmuz 1968) AP Hükümeti, özellikle İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan, ABD karşıtı eylemleri kızıl tehlike, komünist ihtilal provası olarak yorumluyordu.
Anti-emperyalist gösteriler, gerici basın tarafından çarpıtılarak dinci çevreler tahrik ediliyordu. “Beyazıt Kulesine kızıl bayrak çektiler” provokasyonu bunlar içinde en ünlüsüdür.
Bugün gazetesinden Mehmet Şevket Eygi, artık şeritçıların eline geçmiş olan Milli Türk Talebe Birliği başkanı İsmail Kahraman o zamandan isimleri günümüze ulaşmış malum simalardır.
1969 yılında ABD karşıtı eylemler daha da büyüdü. 12 Şubat 1969 Pazar günü solcu öğrenci gruplarının Beyazıttan başlatılarak Taksim’de sona erdirilecek olan gösteri yürüyüşü ülkücü-şeriatçı ittifakının saldırısına uğradı. Bir çok öğrenci öldü ve yaralandı.
Bu nedenle olaylar tarihimizde Kanlı Pazar olayları adıyla anılır. Polis Taksimdeki olaylara sadece nezaret etti. Devletin güvenlik kuvvetleri, Türkiye’nin tutucu güçlerinin para-militer eylemlerine göz yumdu. Zaten saldırıları meşrulaştırmak için kılıf bulmak zor değildi: komünist kalkışmaya karşı milli duyarlılık. Güvenlik kuvvetlerine yardımcı olma.
Adalet Partisi iktidarları devrinde bu tür olaylarda başbakan Demirel susmuş, çoğunlukla İçişleri Bakanı Dr. Faruk Sükan Konuşmuştur.
Sükan, “biz solcuların nefes alışverişlerini bile izliyoruz” sözüyle malumdur. Sükan’ın bu sözleri Türkiye ölçeğinde bir McCartism siyaseti uygulandığını itiraf anlamına geliyordu. Dr. Sükan’ın “Türkiye’de Aşırı Sol Hareketler Üzerine” başlığını taşıyan bir kitabı da bulunmaktadır. (1969)
ADALET PARTİSİ ‘NİN CHP KARŞISINDAKİ TUTUMU
CHP 1966 Kurultayında “Ortanın Soluna” yönelmişti. İçeriği biraz muğlak olmakla birlikte Ortanın Solu sosyalizmi çağrıştırıyordu. Bana göre Ortanın Solu sınıfsal temeli tam tanımlanmamış bir halkçılık çağrısı idi. Sosyal demokrasi bile değildi. Adalet Partisi açısından ise Marksizmdi.
Ecevitçiler, partide güçlendikçe Ortanın solu dalga dalga yükselişe geçti. Feyzioğlu ve diğer tutucu Atatürkçüler bu değişime karşı tepkiliydiler. Onlara merkezdeki tutucular anlamına gelen “Göbekçiler” deniliyordu.
Demirel’in bu koşullarda işi kolaydı. Muhafazarlığı, milliyetçiliği, serbest rekabeti, özel mülkiyeti (aslında kapitalizm) savunmak yeterliydi. Cephe hattında anti-komünizm bayrağı dalgalanmaya devam etmek şartıyla.
DEMİREL SOLA KARŞI HANGİ GÜÇLERDEN YARARLANDI?
Demirel hükümetleri Altıncı Filoyu protesto eylemlerinden itibaren sola karşı gittikçe daha sert tedbirler almaya başladı. Sola karşı tutucu güç odaklarını kullanmaya başladı.
Bunlar Milli Türk Talebe Birliğinde temsil edilen İslamcılık ve adı MHP ile anılmaya başlayan ülkücü komandolar olacaktır.
Adalet Partisi hükümetlerinin bu tutucu güçlerle ortak bir noktaları vardı: antikomünizm. Adalet Partisi, bu grupların sola karşı eylemlerini ya görmezden geldi. Ya da dolaylı yollardan destekledi.
1969 “Kanlı Pazar’dan” 12 Mart 1971 muhtırasına kadar sol gruplar daha radikal eylemlere yönelirken, Milli Güvenlik Kurulunun askeri kanadı, kamu düzeninin ağır şekilde bozulmasından hükümeti sorumlu tutuyordu. Sonunda yüksek komuta kademesi 12 Mart1971 günü Türkiye radyolarının 13.00 bülteninde yayınlanan bir muhtıra ile Demirel’i istifaya zorladı.
Bana göre, muhtıra ile siyaset alanında bir revizyon olmuştu. Toplumsal düzeni ağır bir şekilde tehdit eden sol gruplara karşı sivil idare seçeneği yetersiz kalmıştı. Egemen sınıflar ittifakı sola karşı askeri kanadı öne çıkardı. Demirel’in istifa ettirilmesinin temel nedeni buydu.
ADALET PARTİSİ HÜKÜMETLERİNİN GERİCİ AKIMLAR KARŞISINDA TUTUMU
Adalet Partisi din istismarı geleneğini devam ettirdi. Bu siyaseti DP’den devralmıştı. Demokrat Parti eliti pek dindar insanlar olmasa da. “Dine hizmet ediyor” görüntüsü kolay ve sonuç alıcı bir yoldu.
Adalet Partisi, köy, kasaba kültürünün ana dokusu (taşra tutuculuğu) olan dini kent burjuvazisinin sınıf çıkarları ile örtüştürmeyi başarı ile sürdürdü.
27 Mayıs ihtilaline kadar karşı devrim ideolojisi liberal söylemden beslenmiyordu. Bu çevrelere göre, Atatürk devrimleri her yönüyle yanlıştı. Müslümanlığı yok etmeye yönelikti. Demirel’in dinci çevrelere karşı tutumunu açık destek değil dolaylı himaye biçiminde yorumlamak yerinde olur.
Demirel, laikliği “din hürriyeti” bağlamına oturtmaya çalışmıştır. Halbuki laiklik din hürriyeti değildir. Dinin devlet alanına müdahalesini olanaksız kılan hukuk kurumudur.
Tek parti ve Demokrat Parti iktidarı devirlerinde hiçbir zaman görülmeyen dini ritüellere katılma, namaza gitme Demirel’in başbakanlığı ile başlamıştır. Özellikle cemaatle kılınan Cuma ve bayram namazları.
İlk kez TBMM Başkanı Ferruh Bozbeyli tarafından Mecliste iftar yemeği verilmiştir. Bunlar, 60’lar Türkiyesi için önemli yeniliklerdi.
Demirel cemaate katılmaya, köyünde bayram namazı kılmaya özen gösteriyordu. Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in İstanbul’da toplanan bir İslam Konferansında diğer Arap ülkelerinin bakanları ile birlikte Sultanahmet’te namaza iştirak etmesi laik çevrelerde kınandı. Siyasilerin namaza ve camiye gitmelerine laiklik adına karşı çıkmak hep Adalet Partisinin işine yaramıştır.
Adalet Partisi iktidarında, en büyük gerici gösteri, Yargıtay Başkanı İmran Öktem’in cenazesinde yaşanacaktı. Öktem, vefatından önceki Adli yılın açılışında gericilere çatmış, devletin laik niteliğini vurgulamıştı.
İmran Öktem’in konuşması dinci çevrelerde dinsizlik olarak yorumlandı. Öktem vefat ettiğinde Ankara Maltepe Camii imam hatipleri cenaze namazını kıldırmayı reddettiler. Camiin kadrolu imamları görevlerini yapmadılar. Gerekçe olarak Öktem’in Müslüman olmadığını ileri sürdüler.
Cenazeyi bekleyen cemaat aleyhine gösteriler tehdit boyutlarına ulaştı. Cenazeye katılan İsmet Paşa’yı korumak isteyen bir tuğgeneral (Nabi Alpartun) silahını çekerek gösteri yapmakta olan mürteci guruba “ bu memleket sahipsiz değil” diye bağırdı.
General’in bu eyleminin tarihimizde sembolik önemi vardır. Olayın arka planında Jön Türk devriminden cumhuriyet devrimine intikal eden ideolojik motiflerin olduğu açıktır. 31 Mart isyanının bastırılması, kurtuluş savaşındaki gerici isyanların bastırılması, erken cumhuriyet dönemindeki gerici başkaldırılara karşı uygulanan Kemalist politikalar vardır. Silahı çeken general devleti kuran önderliğin “sınıf refleksi” ile davranmıştır.
60’LARDA YARGININ SOLA YÖNELİK TUTUMU
Yirmi yıla yakın süren 1961 demokrasisinin başat partisi Adalet Partisi idi. AP tek başına veya koalisyonlarla iktidarı çoğunlukla elinde tuttu.
TİP’in parlamentoya girmesi ve parlamento dışındaki sol faaliyetler AP hükümetlerini rahatsız etti.
Yargı ise, sola karşı 30’lardan beri sürdürdüğü tutumunu devam ettirdi. Savcılar dava açmak konusunda tereddüt etmiyorlardı. Yargıçlar da ceza vermekten çekinmiyorlardı.
Ben bu durumuTürkiye’nin içinde bulunduğu ittifak sistemi içinde yargının “sola karşı” devleti savunma refleksi olarak görüyorum. Diğer bir ifadeyle: soğuk savaş teyakkuzu.
Türk Anayasa Mahkemesi rejimin sol sınırını Türkiye İşçi Partisi olarak çizmişti. TİP, iktidarın “kriminalize etme çabalarına rağmen” 12 Mart döneminde Kürtçülükten kapatılıncaya kadar meşru-yasal bir parti olarak kaldı. 60’lar boyunca Anayasa sosyalizme açık mı kapalı mı tartışması sürekli sıcaklığını korudu.
Yargı özellikle gazete, kitap ve dergiler üzerinde 50’leri aratmayan bir denetim mekanizması kurdu. Bu çoğunlukla baskıya dönüştü.
Bu uygulamaların bence Adalet Partisi hükümetleri ile doğrudan bir ilgisi yoktu. 60’ların düşünce hürriyeti havasını anlamak bakımından bazı örnekler vermek isterim:
Örneğin Andre Malraux’un İspanya iç savaşını anlattığı Umut romanı toplatıldı. Aziz Nesin Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak Rusya’ya gidip dönmüştü. Nesin, Moskova iken, Devlet Arşivinde biraz araştırma yapmıştı. Özellikle Nazım- Münevver yazışmalarını buldu. Bazılarını el yazısı ile istinsah etti. Döndüğünde inanılmaz casusluk senaryolarıyla karşılandı. İddialara göre TKP’den aldığı talimatları içeren bir evrakla dönmüştü. Emniyette sorguya çekildi.
Nesin, bu baskılar üzerine Akşam Gazetesinde başbakan Demirel’e açık bir mektup yazdı. Emniyetin tutumunu kınadı. Gazetenin mülkiyeti Malik Yolaç’a aitti. Ama solcu köşe yazarları vardı. Yolaç’ın motorunu Refik Erduran Nazım’ı kaçırmakta kullanmıştı. (1951)
Orhan Kemal defalarca tutuklandı. Marksist literatürü yayınlamak için kurulan Sol, Dost, Onur yayınevleri üzerinde ağır bir baskı rejimi kuruldu. Manifesto dahil bir çok sol yayına toplatma kararı verildi. Mao’nun, Che Guevara’nın “gerilla literatürü” kitapları toplatıldı.
Gürbüz Şimşek adında bir lise öğrencisi ödevinde Atatürk ve Lenin’i karşılaştırdığı ve Türk Sovyet ilişkilerini anlatan bir ödev yaptığı için öğretmeni tarafından ihbar edildi ve bir süre tutuklu kaldı.
1933’de ünlü Sovyet yönetmen Sergey Yutkevich tarafından “Türkiye’nin Kalbi Ankara” belgesi çekilmişti. Şimdilerde büyük bir gururla izlediğimiz bu belgesel komünizm propagandası olarak görülmüştü. 50’lerde yasaklandı. 60’larda TRT’de yayınlanmak istendi. İdeolojik açıdan yine sakıncalı görüldü. Yayından kaldırıldı.
Yazar Şadi Alkılıç “Türkiye’yi kurtaracak tek yol sosyalizmdir” yazısı nedeniyle 6 yıl üç ay hapse mahkum oldu. Yaşar Kemal de yargının hedeflerinden biri olmuştu. Hakkında davalar açıldı.
Çetin Altan , Akşamdaki yazıları nedeniyle defalarca koğuşturmaya uğradı. Dokunulmazlığı kaldırıldı. Yargı başta belirttiğim saiklerle özellikle yayınlar üzerinde baskı kurmuştu.
Günlük hayatta da antikomünizm dikkate değer boyutlardaydı. Solcu öğretmenlere yönelik AP örgütleri tarafından şiddet eylemleri düzenlendi. Tipik antikomünist eylem solcuları dövmek (meydan dayağı atmak) biçiminde oluyordu.
Fakat ilginç bir noktayı hatırlatmadan geçemeyeceğim:
AP çoğunluğu ve hükümet, kendisini Ortanın Solunda tanımlayan CHP’den başlayarak sosyal demokrasiden sosyalizme kadar solu komünistlikle suçlanırken, Cumhurbaşkanı Sunay, Başbakan Demirel, TBMM Başkanı Ferruh Bozbeyli, Dışişleri Bakanı Çağlayangil Moskova ziyaretleri yapıyorlardı. Sovyetler de iade-i ziyarette bulunuyorlardı.
Sovyetler Türkiye’nin ilk kalkınma planını 30 larda yapmışlar, Karabük Demir Çelik Fabrikasını kurmuşlardı. 60’lar da Ereğli, 70’lerde İskenderun Demir Çelik fabrikası için Sovyet yardımı yine talep edildi. Sovyetler Türk ağır sanayi yatırımlarını yine desteklediler. Aliağa rafinerisi ve Seydişehir Alüminyum Tesislerini kurmak için Sovyetler Türkiye’yi desteklediler. Rusya’da yaşayan TKP’lileri yok saydılar.
Bir taraftan solculara yönelik olarak “cadı avı devam ederken, her taşın altında komünistler aranırken” öte yandan Sovyet yardımı ile ağır sanayi yatırımları yapılıyordu. Oldukça ironik bir durum doğrusu.
Çok Okunanlar

ORC'den 49 ilde seçim anketi: O şehirlerde sıralama değişti!

İktidara yakın şirketin anketinde görülmemiş fark!

Gerici Yeni Akit'ten Mansur Yavaş'la ilgili çirkin başlık!

Suudi Arabistan’ın reform aynasında Türkiye!

Lozan’dan önce Kürtler demokrasi ve refah içinde mi yaşıyordu?

Fenerbahçe'nin seri başı olma hayali uzatmalarda yıkıldı

Türkiye'de 'ÇED' süreci ve halk katılımının doğuşu: Bergama örneği

Mahmut Tanal'ın paylaştığı o görüntüden sonra emniyet inceleme başlattı

İktidara yakın gazeteci duyurdu: Büyük af kapıda!

24 Mayıs Cumartesi reyting sonuçları: İşte zirvedeki yapım!