BİNBAŞI MUSTAFA KEMAL’İN DOKTORLARI
Gazi’nin sağlığı ile ilgili en eski bilgiler Trablusgarp Savaşı dönemine aittir. (1912-1913) Önce tarihi bazı notlar düşmek isterim. İtalyanların Derne, Bingazi ve Trablusgarbı ilhak etmeleri Osmanlı Devleti açısından bir “casus belli” idi. Fakat bölgeye asker sevk etmek mümkün görünmüyordu. Akdenizi geçecek bir donanma elde yoktu.
Bunun üzerine Jön Türk devriminde ismi duyulmaya başlayan genç subaylar çeşitli yollarla bölgeye gittiler. Amaçları bir direniş örgütlemekti. Bu teşebbüslerde Osmanlı hükümetinin gayri resmi onayı vardı. Bu gerçeği aklımızda tutalım. Örneğin Fethi Bey, Paris’te askeri ateşe idi. Tunus üzerinden bölgeye ulaştı.
Mustafa Kemal ise Mısır’dan bölgeye ulaşmayı denedi. Mısır hala Osmanlı mülküydü. Ama İngiliz yönetimine devredilmişti. Mısır Hidivi Britanya İmparatorluğunun vesayeti altındaydı. Bu ilişki biçimi için rahmetli hocam Tarık Zafer Tunaya’nın kullandığı ifade “hakimiyet-i siyasiye” olmuştur. Siyaseten hükümran, gerçekte değil anlamında. İngiltere üniformalı Osmanlıları İskenderiye’den geri çeviriyordu.
Mustafa Kemal, artık bağımsız bir devlet olan Yunanistan’ın Pire limanından sahte belgelerle İskenderiye’ye gitti. Burada ateşli bir hastalığa tutuldu. Çölü epey gecikmeli olarak geçebildi. Libya’ya ulaştı. Bu ateşli hastalığın nedeni bence Gazi’nin vücudunun tanımadığı bir mikro organizma idi.
Yanında Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı ve Ömer Naci de vardı. Bu isimlerin Teşkilatı Mahsusa ile ilgilerini hatırlatmak isterim.
TEKRARLAYAN GÖZ ENFEKSİYONLARI
Atatürk Trablusgarb’da ciddi bir göz enfeksiyonuna tutuldu. İlk doktor yakınları o günlerdendir. Bu isimler, Mim Kemal Öke, Rasim Ferit Talay, İbrahim Tali beylerdir. Atatürk’ün göz enfeksiyonu ile ilgili görüşümü söyleyeyim. Büyük Atatürk’ün sol gözünde hafif bir şehlalık vardır. Bunu muharebe meydanında gözüne sıçramış bir partiküle bağlarlar. Ben o fikirde değilim. Elbette böyle olaylar da oldu. Ama şehlalığın nedeni o değildir. Manastır Askeri lisesindeki resimlerine dikkatle bakarsanız ne demek istediği anlaşılacaktır. Özellikle Kazım Özalp’in yanında oturduğu resme bakınız.
DR. RASİM FERİT TALAY VE DR. MİM KEMAL ÖKE
Doktor yakınlarından Mim Kemal Öke ve İbrahim Tali beyler askeri doktorlardır. Dr. Rasim Ferit Bey sivil doktordur. Tıbbiye mektebini bitirdikten sonra Paris’te cerrahi ihtisası yapmıştır. Dr.Rasim Ferit, Libya’ya Hilal Ahmer adına gönderilmişti. Sanırım ilk karşılaşmaları orada oldu.
Erken cumhuriyet döneminde Ankara’da yapılan bir at yarışı resminde Gazi’nin yanında Zehra Aylin vardır. Zehra, Amasya’da himayesine aldığı bir şehit çocuğudur. Resimde arka planda görünen kişi de Dr. Rasim Ferit Talay’dır.
Trablusgarp Savaşı İtalyanlar lehine sona erince Dr. Rasim Ferit Bey, Binbaşı Mustafa Kemal’e Viyana’da bir göz kliniği tavsiye etmiş. Atatürk Triyeste üzerinden Viyana’ya gitmiş ve orada bir süre tedavi olmuştur. Eğer böyle ise Gazi’nin ilk Viyana seyahati bu olmalıdır.
Mim Kemal Öke’yi cerrah ve radyolog olarak tanıyoruz. Ata’ya yapılan invazif işlerin çoğunu o yapmıştır.

DR. İBRAHİM TALİ BEYLE OLAN HUKUKU ÇOK ESKİDİR
Dr. İbrahim Tali Beyle olan hukuku daha eskidir. Dr. Tali Bey Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi) mezunudur. Tıbbiye Mektebininin askeri şubesinde okumuştur. Atatürk’ün en yakınında olan simalardan biridir. Bununla birlikte aktif siyaset içinde olmamıştır. Çoğunlukla dış görevler almayı tercih etmiştir. Bu konuda Dr. İbrahim Tali Bey’in Günlüğü başlıklı yazıma bir göz atmanızı öneririm.
Dr. İbrahim Tali Bey, Gazi’nin Dokuzuncu Ordu Müfettişliği Sıhhiye Kurulu’nun başkanı idi. O tarih itibariyle miralaydı.Aynı kuruldaki Refik Saydam binbaşı idi.
Tali Bey’i dilerseniz size şöyle tanıtayım: Atatürk, cumhuriyetten sonra ilk defa İstanbul’a giderken (İzmit’e kadar trenle gelmişti) parmağından kan numunesi alan odur. Sıtma testi için. Ertuğrul yatında geçen bu olayın resmi vardır. 1 Temmuz 1927.
Yeri gelmişken Atatürk’ün kendi kuşağındaki bir çok sima gibi defalarca sıtmaya tutulduğunu, kinin tedavisi gördüğünü belirtelim.
DR.BİNBAŞI REFİK BEY RAPOR VERİYOR
Dr. Refik Saydam’ı Atatürk’ün sağlık bakanı olarak tanıyoruz. Dr. Refik Beyle hasta-hekim ilişkisine ilişkin bir not düşmek isterim. Mustafa Kemal Paşa İstanbul Mebusan Meclisine Erzurum milletvekili seçilmişti. Bu, Dördüncü ve sonuncu dönem Osmanlı parlamentosu idi. Gazi, o tarihte Heyeti Temsiliye reisi idi. İstanbul işgal altında olduğundan emniyetli bir yer değildi. Meclis’in başka bir yerde toplanmasını savunuyordu. Meclisce “mezuniyet verilebilmesi” için Dr. Refik, Atatürk’e “idrar yolları enfeksiyonu” raporu verdi. Malum bir süre sonra Meclis, müttefikler tarafından basıldı. Milletvekileri Malta’ya sürgüne götürüldü. Atatürk haklı çıktı.
ÇANAKKALE’DE ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU
Birinci Dünya Savaşı, Çanakkale ve Şark cephesi fotoğraflarında Mustafa Kemal Paşa’yı gergin bir yüz ifadesiyle görürüz. Gazi, bu resimlerde bedeni olarak epey zayıftır. Ağır savaş koşulları ve düzensiz beslenmeyi buna sebep olarak gösterebilirim.
Çanakkale Savaşı sırasında akciğer enfeksiyonu geçirmiş, ısrarlar üzerine hastaneye yatırılmayı kabul etmiştir.
HALEP’TE BİR KEZ DAHA GÖZ ENFEKSİYONU GEÇİRİYOR
Savaşın sonuna doğru VII. Ordu komutanı idi. karargahı Halep’tedir. Yıl:1917. Burada ağır bir göz enfeksiyonu daha geçirdi. Zübeyde Hanım oğlunun gözlerinin kör olduğunu düşünüyordu. Panik içinde yollara düştü. Yanına Abdürrahim’i alarak bir haftadan fazla süren bir demiryolu yolculuğu yaptı. Sonunda Paşa oğluna kavuştu. Kendisine yolculuk sırasında Fuat Bulca’nın refakat ettiğini sanıyorum. Mustafa Kemal Paşa’nın Salih Fansa’nın portakal bahçesi içindeki evinde Abdürrahim ile birlikçe çekilmiş resimleri vardır.
Bu yılın sonuna doğru Türk karargahında görevli Alman generallerle görüş ayrılığına düşen Mustafa Kemal Paşa’yı Harbiye Nezareti emrine aldılar. Bu merkeze çekilmek demektir. Bu kararın tebliği üzerine İstanbul’a geldi.
Bu arada Kayser Wilhelm’e Sultan Reşat yerine iade-i ziyarette bulunacak olan Veliaht Vahidettin Efendi’ye refakat görevi verildi. (1917 sonu) Viyana üzerinden Alman Karargahına kadar gidildi. Seyahat sırasında Berlin’de bulunan Rauf Beyle bir otelde görüştü. Seyahat epey uzun sürdü.

KARLSBAD KAPLICALARINDA TEDAVİ
Mustafa Kemal Paşa’ya dönüşünde yine aktif görev verilmedi. Uzun süredir sıkıntısı çektiği sağlık sorunlarına çare bulmak için istirahatli olarak Viyanaya gitti. Gittiği yer Karlovy Vary (Kralın kaplıcası demek) günümüzdeki Karlsbad kaplıcalarıdır. Tavsiye yine Dr. Rasim Ferit Talay’dan gelmişti. Tedavi uzun sürdü.
Atatürk burada beş küçük defterden oluşan günlükler tuttu. Bu günlükleri Afet İnan Çankaya’da buldu. Yayınladı.
Kaplıca tedavisinden önce Viyana’nın en ünlü hekimlerine muayene oldu. İlaç tedavisi dışında, diyet ve kaplıca kürleri uygulandı. Zamanın tüm tıbbi imkanları kullanıldı. Kişisel düşüncem şudur. Bence Gazi de iltihabi bir mesele vardı. Antibiyotiklerin henüz keşfedilmediği bir dönemde civalı ilaçlar kullanılıyordu. Göreli bir iyileşme ile İstanbul’a döndü. Bu arada tedavisi bitmek üzere iken İspanyol gribine yakalandı.

ATATÜRK’ÜN İSPANYOL GRİBİ GEÇİRMESİ (1918)
İspanyol gribi Birinci Dünya Savaşından hemen sonra ortaya çıkan kuş gribi gibi virütik bir hastalıktır. Virüs milyonlarca kişinin ölümüne yol açtı. Karlsbad’da tedavi almakta olan Mustafa Kemal Paşa da İspanyol gribine yakalandı. Yazılanlardan hastalığın son derece ağır geçtiği anlaşılıyor. Atatürk enfeksiyonu atlatmış. Ama bedenen çok yıpranmıştı. Karlsbad’dan İstanbul’a dönüş planının gecikmesinin sebebi budur.
ATATÜRK’ÜN DIŞİŞLERİ BAKANI TEVFİK RÜŞTÜ ARAS DA BİR TIP DOKTORU İDİ
Dr. Tevfik Rüştü Aras Halaskar Gazi’nın en eski tanıdıklarındandır. Aras, Beyrut Tıbbıyesinden mezun olmuştu. Tevfik Rüştü Beyle ilk temasları sürgünde genç bir kurmay subay iken olmuştu. Şam, Halep, Beyrut’ta. İlişkileri Selanik’te daha yakınlaştı. Aras, Atatürk’ün dışişleri bakanıdır. Milli Mücadele ve cumhuriyet döneminde sağlık durumu ile yakından ilgilenen ekibin içinde olmamıştır. Zaten mütarekeden sonra fiilen hekimlik de yapmamıştır.
MÜTAREKEDE SAĞLIK DURUMU NASILDI?
Mustafa Kemal Paşa ordu müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya geçtiğinde rahatsızdı. Bir yıl önce Karlsbad’ta aldığı tedaviye rağmen rahatsızlığı nüksetmişti. Havza’da bulunduğu süre içinde fırsat buldukça kaplıca tedavisi almaya devam etti. Atatürk bir yandan halkı uyandırmaya ve bir Müdafaa ı Hukuk Cephesi kurmaya çalışırken bir yandan da ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya idi.
SAKARYA SAVAŞINDA KABURGA KIRIĞI VE ÇATLAKLARI
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan muharebesi sırasında atının aniden şahlanması üzerine attan düştü. (10 Eylül 1921) Cebeci Hastanesine götürüldü. Röntgen çekildi. Kaburgalarından birinin kırıldığı ikisinin çatlak olduğu anlaşıldı. Dr. İbrahim Tali Bey, Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam ve Dr. Murat’tan oluşan heyet başkomutana bandaj uygulamaya karar verdiler. Başkomutan göğüs kafesini saran bir bandaj ile meydan muharebesini yönetmeye devam etti.
DR. İBRAHİM TALİ BEY REİSİCUMHUR GAZİ PAŞA’YI VE EŞİNİ ÇANKAYA’DA HASTA BULUYOR (1923)
Dr. İbrahim Tali Bey’in günlüklerinden öğrendiğime göre, cumhuriyet ilan edildiğinde Tali Bey, Batum’da diplomatik görevde bulunuyordu. İstanbul üzerinden Ankaraya gitmek ve “cumhurreisi Gazi Paşa” yı ziyaret etmek istemişti. Çankaya köşkünde Gazi kendisini hasta karşılamış. Latife Hanım da hasta imiş. Hanımefendinin annesi refakat etmek üzere İstanbul’dan gelmiş kızına bakıyormuş.
Tali Bey, Atatürk’ü yüksek ateşli bulunca sıtma atağından şüphelenmiş. Kan alarak İstanbul’a götürmüş. Şahsen incelemiş. Sonuç negatif çıkmış. Fakat ateşin nedenini tam olarak teşhis edemeyince Berlin Tıp Fakültesinden Profesör Frederick Kraus’u tavsiye etmiş. Bu isimde bir doktorun Cumhurbaşkanı Gazi Paşa’ya konsültasyon için Türkiye’ye geldiğini duymadım. Herhalde şöyle olmuştur. Bir süre sonra Gazi kendisini iyi hissetmeye başlamıştır. Doktoru da davet ettirmemiştir.
İKİ KEZ KALP KRİZİ GEÇİRDİ
Atatürk’ün 1923 ve 1927 tarihlerinde iki kez kalp krizi geçirdiği söylenir. Her ikisi de anlamlı tarihler. Birincisinde TBMM hükümeti rejiminden cumhuriyete geçişin gerilimleri var. İkincisi ise bütün muhaliflerini tasfiye ettikten sonra CHP’nin ikinci büyük kurultayında Büyük Nutku okuduğu yıldır.
Bu dört yıl içinde iç politikada yüksek gerilimli bir dönem yaşanmış, İzmir’de suikast girişimi olmuştu. (1926)
Atatürk’ün bu siyasi ortam nedeniyle kalp krizleri geçirmiş olabileceği düşünülebilir. Fakat bunların birer kalp spazmı olma ihtimali de vardır. Daha sonraki yaşamında kalp yetmezliği belirtileri vermediğine göre krizler angina pectoris düzeyinde kalmış olabilir.
YAKIN ÇEVRESİNİN SAĞLIĞI HAKKINDA YANLIŞ DÜŞÜNCELERİ
Atatürk aslında bütün büyük önderler gibi yalnızdı. Topluluk içinde atak, cesur, sözünü sakınmaz, enerjik yaradılışta biri izlenimi verirdi. Hiç kuşkusuz öyleydi de. Ama insan tek boyutlu bir varlık değildir. Kişisel hayatında içe dönük, mahcup, aşırı hassas bir tarafı da vardı.
Savaş meydanlarının muzaffer başkomutanının doğaya ve hayvanlara yönelik muazzam bir duyarlılığı vardı. En hoşlanmadığı şeyler kan görmek ve karanlıkta kalmaktı. Kendisi için kurban kesilmesini hep engellemeye çalışırdı.
Kurmaylığından itibaren hep yakın bir çevresi oldu. Bunların bir kısmı çocukluk arkadaşlarıdır. Bu isimlerin bir kısmı Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır Askeri Lisesinden arkadaşıdır. Kazım Özalp, Nuri Conker, Salih Bozok gibi. Bunlara Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Cevat Abbas, Hasan Rıza Soyak gibi isimler çeşitli vesilelerle sonradan katıldılar. Bunlara “zevat-ı mutena” denir. Bu isimlerden bazıları İsmet Paşa’dan hoşlanmazlardı. Tabii paşa da onlardan. Bu durumun sebebini dilerseniz başka bir yazıya bırakalım.
Etrafında daima bir yakın çevre olmasına rağmen Atatürk’ün sağlığının gittikçe bozulduğu farkedilmedi. Örneğin Kılıç Ali’ye göre Atatürk geçici sıkıntılar dışında tam sağlıklı bir insandı.
KARINCALARA KARŞI BİYOLOJİK SAVAŞ
Gazi’nin sağlık durumunun anlaşılamasının en somut örneği şiddetli kaşıntılara Çankaya’yı istila eden karıncaların neden olduğunun sanılmasıdır. O günlerde Çin’den Avrupa’ya doğru bir karınca istilasının varlığından söz edilmektedir. Bu istilacı karınca türünün ısırığı aşırı duyarlı bünyelerde şiddetli kaşıntılara yol açabilmektedir.
Bu düşünceler üzerine, Çankaya Köşkünde böceklere karşı adeta bir biyolojik savaş ilan edildi. Atatürk Dolmabahçe’ye gitti. Ordudan bile yardım istendi. Köşk yoğun bir ilaçlamadan geçirildi. Yapılanlar beyhude işlerdi. Mesele hastanın kendisindeydi.
NİHAT REŞAT BELGER’İN HASTALIĞI TEŞHİSİ
Etrafındaki doktorların onu tıbben gözlem altında tuttuklarını söyleyemem. Tali bey dışında. Ancak kendisi talep ettiğinde onun bedeni durumu ile ilgilenirlerdi.
Bunun bir nedeni büyük önderin sağlık konularında hiçbir şey bilmemesi ve merak etmemesidir. Hususi hayatında şık giyinme, bakımlı olma dışında kendisi ile ilgili değildi. Sadece banyo onun için çok önemliydi.
Sağlık durumunun anlaşılamama nedenlerinden biri de onun karizmasıdır. O Olimpos’ta oturan Zeustur. Herkes gibi doktorları da ona daima bir çekinme duygusuyla yaklaşmışlardır.
Bu konuda vereceğim örnek ilgi çekicidir. 1938 başında hastalık iyice ilerlemiş, sıkıntılar dayanılmaz hale gelmiş, kaşıntılar daha da şiddetlenmişti. Yalova kaplıcalarına gitti. Dr. Nihat Reşat Belger’den kendisini muayene etmesini istedi.
Dr. Nihat Reşat Belger, muayene neticesinde, kaşıntıların egzama veya ürtiker ile bir ilgisi olmadığını anladı. Karaciğer’in üç parmak büyüdüğünü farkedince gerçek sebebi buldu: siroz. Demek ki o ana kadar bu ihtimal hiç düşünülmemişti. Belki de hiçbir hekim “büyük Atatürk’e” batın muayenesi yapmamıştı.

Atatürk’ün şiddeti artan kaşıntılarına, burun kanamalarına semptom giderici tedaviler uygulanması üzüntü vericidir. Ciddi bir sebep olabileceği düşünülmemiştir.
Dr. Belger’in hatıralarında kullandığı sözcüklerden “aziz hastaya” adeta temenna ile yaklaştığı anlaşılıyor. Gazi’nin de göz teması kurmaksızın muayeneyi mahcup ve sessiz bir şekilde kabul ettiği belli oluyor.
Gazi’nin 30’lardan itibaren resimleri incelendiğinde yüzünde bir bitkinlik hali gözlemlenir. Buna fizyolojik gerileme demek yerinde olur. Vücut biyokimyası bozulduğundan beklenmedik öfke patlamaları, alınganlıkları oluyordu. İsmet Paşa ile ilişkilerinin bozulmasının bir sebebi de budur.
Gazi’nin 1937’de Dolmabahçe’de yapılan Türk Tarih Kongresi toplantı salonuna geçmek için 200 metrelik bir yürüyüş yapmak yerine otomobil istemesi sağlık durumunu anlamak bakımından yeterince açıklayıcıdır.
DR. EREN AKÇİÇEK VE BİLAL ŞİMŞİR’İN KİTAPLARI

Atatürkün sağlığı ile ilgili iki temel referansı burada anmak isterim. Birincisi bir doktora tezidir. yazar zaten bir tıp doktoru. Dr. Eren Akçiçek. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yapılan bu tez “Atatürk’ün sağlığı, hastalıkları ve ölümü” başlığını taşıyor. İkinci kitabın yazarı emekli büyükelçi Bilal Şimşir. Onun çalışması “Atatürk’ün hastalığı” başlığı altında yayınlanmış. Bu yazıyı yazarken bir çok makalenin varlığından da haberdar olduğumu söylemeliyim.

SİROZUN GERÇEK NEDENİ NEYDİ? ALKOL MÜ? HEPATİT VİRÜSÜ MÜ?
Gazi Paşa’nın genç yaşlarından itibaren diş ve diş eti sorunları olmuştur. Dönemin ünlü diş hekimi Sami Günzberg’in hastaydı. Ona giderdi. Günzberg Yıldız Sarayı’nın dişçisi olarak bilinir. Bütün hanedana hizmet etmiştir. Başta Sultan II. Abdülhamit olmak üzere.
Günzberg’in muayenehanesi İstiklal Caddesi üzerinde Mısır Apatmanında idi. Önceleri oraya giderdi. Daha sonra Dolmabahçe Sarayına bir dişçi koltuğu getirildi. Tedavileri orada yapılmaya başlandı.
Şah Pehlevi Türkiye’ye geldiğinde onu doktoruna götürdü. Atatürk’ün diş protezini yapan da Dr. Günzberg’tir. Cumhuriyet devrimi tartışmaları sırasında Mustafa Kemal Paşa diş tedavisi görüyordu. Kendi ifadesine göre cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı konuşmayı kısa tutmasının nedeni yeni protezinin verdiği rahatsızlıktı. Dr. Günzberg cerrahi müdahele gerektiren diş eti sorunlarını Dolmabahçe Sarayında halletmiştir.
Tam da bu noktada Gazi’nin ölümüne neden olan siroz illeti ile ilgili genel kabul gören görüşlere katılmadığımı belirtmek isterim. Genellikle kabul gören düşünce şudur: Atatürk’ün rakı iptilası siroza neden olmuştur. Ben bu kanaatte değilim. Atatürk dengeli içen biri insandı. Zamana yayarak ve sohbetle içerdi. Elbette sirozla alkol arasında bir bağ vardır. Ama tek neden bu değildir. Hiç alkol almayan insanlarda da görülebilir. Örneğin Mehmet Akif Ersoy. Atatürk’e dört kez konsültasyona getirtilen Dr. Noel Fiessenger de benzer bir görüşe sahipti. Kuzey Afrikanın bazı bölgelerinden gelen hastalarında yaygın olarak siroz teşhiş etmişti. Bu hastalar sofu Müslümanlardı. Atatürk doktorun bu sözlerinden hoşnut olmuş, demek ki rakı ile alakası yok diye sevinmişti.
Bugün artık biliniyor ki karaciğere yerleşen bazı virüsler kronik bir enfeksiyondan sonra karaciğer iflasına (siroz) neden olabiliyorlar. Örneğin Hepatit B ve C virüsleri.
Bu virüsler iyi sterilize edilmemiş diş hekimliği aletlerinden hastaya geçebilir. Sterizilasyon imkanlarının çok iyi olmadığı XX. Yüzyıl başında Atatürk belki de kendisini siroza götürecek bir virüsü Günzberg’in muayenehanesinde kapmış olabilir.

TEŞHİSTEN SONRA CELAL BAYAR HÜKÜMETİ NE YAPTI?
Gazi’nin sağlık durumunun ciddiyeti anlaşılınca Başvekil Celal Bayar bazı kararlar verdi. Öncelikle Türkiye’nin en tanınmış doktorlarından oluşan bir heyet kurdu. Bir çoğu İstanbul Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olan doktorlar şunlardır. Neşet Ömer İrdelp, Akil Muhtar Özden, Mim Kemal Öke, Abravaya Marmaralı,Nihat Reşat Belger.
Doktorların geliş gidiş nöbetleri için Özel Şahingiray’ın “Atatürk’ün nöbet defterleri (1931-1938)” ne göz atmanızı öneririm.
Bir de yabancı uzmanların davetleri söz konusu oldu. Bu isimler içinde en fazla müracaat edilen Dr. Noel Fiessenger olmuştur.
DR. NOEL FIESSINGER’IN DÖRT KEZ GELİŞİ
Dr. Fiessinger, Türkiye’ye dört defa geldi. İlki 28 Mart 1938’tedir. Çankaya’da Atatürk’ü muayene etti. Belger’in teşhisini onayladı. Savarona’nın gelmesinden sonra (1 Haziran) 8 Haziran’da tekrar geldi. Atatürk’ü Savarona’da muayene etti. Hastalığın ilerlemekte olduğunu gördü. Sonuncusu 6 Eylül tarihlidir.
Fiessinger, Paris Tıp Fakültesinde özellikle karaciğer hastalıkları patolojisi üzerinde uzmanlaşmış ünlü bir profesördü.
Bu arada siroza deniz havasının iyi geleceği tavsiyesi ile Bayar Hükümeti Savarona’yı satın aldı. Çok uygun bir fiyata. Ertuğrul yatı hanedandan müdevver kömürle çalışan çok eski bir gemiydi. Atatürk’ün Afet İnan’a şifa umuduyla yazdığı “bu geminin gelişini çocuklar gibi bekledim” sözleri hüzün vericidir. Atatürk bu gemiyle deniz havası alarak iyileşebileceğini umuyordu.

1 Haziran’da geçtiği Savarona’dan 24-25 Temmuz gecesi hasır bir koltukta Dolmabahçe sarayında hazırlanan yatağına alındı. Savarona’da sadece 55 gün kalabilmişti.
Gemide bu koşullarda kalması bence durumun kötüleşmesini hızlandırdı. Dolmabahçe açığında demirli gemi yaz sıcağında sürekli ısı çekiyor, Atatürk’ün hararetini daha da arttırıyordu. Etrafa buz blokları yerleştiriliyordu.
İKİ YABANCI DOKTOR DAHA DAVET EDİLİYOR
Hastalığın seyri ağırlaştıkça bu kez Alman ve Avusturyalı doktorlar çağrıldı. Dr. Eppingen (31 Temmuz) ve Dr. Bergman (1 Ağustos) konsültasyon için davet edildiler. Doktorlar kendilerinden beklenen servisi yerine getirdikten sonra 6 Ağustosta Türkiye’den ayrıldılar
HASTALIĞIN HIZLA KÖTÜYE GİTMESİ
Kanımca Dr. Belger hastalığı teşhis ettiğinde karaciğer iflasın eşiğine gelmişti. Gazi’nin karnında toplanan su (ödem) hızla artmaya başladı. Atatürk 1937’den beri kilo aldığını sanıyordu. Ama “gerçek” batında ödem toplanması idi. Florya Deniz Köşkünde küçük Ülküyle çekilen resimlere bakınız. Şu ünlü süveterli resimlerin videosunu inceleyin bana hak vereceksiniz.
7 Eylül’de Dr. Mim Kemal Öke Dr.Fiessenger’in hazır bulunduğu bir operasyonla ilk batın ponksiyonunu yaptı. Dr. Öke 10.5 litre su almayı başardı. Sıvının miktarı hayati organlar üzerinde ne kadar büyük bir basınç olduğunu gösterir.
İlk su alma işleminden sonra Dr. Fiessinger ve Dr.Nihat Reşat Belger birlikte bir rapor hazırladılar ve hükümete takdim ettiler.
22 Eylül’de durum yine aynı noktaya geldi. Bu kez doktorların endişelerine rağmen Gazi, sıvının alınması için kendisi ısrar etti. İkinci ponksiyonu da Mim Kemal Öke yaptı. Sonuç yine başarılı idi. Hasta rahatlamıştı. Sigara ve kahve istedi. Birkaç gününü iyi geçirdi.
Atatürk, sıkıntılarının şiddetlenmesi üzerine işlemin tekrarlanmasını istedi. Doktorlar artık iyice çekinir olmuşlardı. Mim Kemal Öke derste olduğu mazeretini bildirdi. Bunu üzere İstanbul Tıp Fakültesinden Mehmet Kamil Berk’ten rica edildi. Dr. Berk Ata’nın ıstıraplı halini görünce riski aldı, işlemi yaptı. (7 Kasım 1938)
İKİ KEZ KOMA HALİ
Atatürk ilk kez 16 Ekimde komaya girmişti. Üç gün sonra komadan çıktı. Komada “ama dil… dil efendim dil… aman yarabbi..” sözlerini tekrarladığı görüldü. Koma sırasında müdahele kolaylığı açısından küçük bir yatağa alınmıştı. Bunu fark edince “bana ne oldu ?” diye sordu. Dr. Berk’in su almasından sonra tekrar komaya girdi. (8 Kasım) Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Dr. Abravaya Marmaralı huzurundaydılar. Koma öncesi son sözlerinin “saat kaç” olduğu söylenir.

BENİ ÇOK MÜTEESSİR EDEN İKİ OLAY
Atatürk’ün hastalığı sırasındaki iki olay içime dokunmuştur. İlki, Başvekil Celal Bayar’ın Fiessenger’i getirtmek istemesi üzerine “ Çocuk, ne yapacaksan çabuk yap.. ben çok hastayım” demesidir.
İkincisi ise, 24-25 Temmuz gecesi, hasır bir koltukta battaniyelere sarılarak arkadaşlarının refakatinde motorla Saray’a geçirilmiştir. Muzaffer başkomutanımızı Dolmabahçe’ye geçirenler Trablusgarp’tan beri yanında olan insanlardı. Atatürk serin yatağına yatırıldığında “Oh! şimdi rahat ettim” demiştir.
Çok Okunanlar
İngiliz istihbarat başkanının İstanbul’daki casusluk çağrısı
Alkolden zehirlendiği iddia edilen kız çocuklarından biri hayatını kaybetti
Terör örgütü PKK'dan yarın için yeni hazırlık!
Fatih Ürek hakkında endişe veren iddia
Mutlak Butlan davasında istediğini almayan Kılıçdaroğlu için yeni parti iddiası
Celal Şengör yeni ev sahibiyle mahkemelik oldu
Cumhuriyetin ekonomi politiği: Nereden nereye?
Atatürk’ün sağlık durumu ve doktorları
Belediye başkanlarının AKP’ye geçişine seçmenin yorumu nasıl oldu
Youtube programlarına ara veren Fatih Altaylı'nın son kararı belli oldu