Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Atatürk’ün sağlık durumu ve doktorları

BİNBAŞI MUSTAFA KEMAL’İN  DOKTORLARI   

Gazi’nin  sağlığı ile ilgili en eski bilgiler Trablusgarp Savaşı dönemine aittir. (1912-1913)  Önce tarihi  bazı notlar  düşmek isterim. İtalyanların  Derne, Bingazi ve Trablusgarbı ilhak etmeleri  Osmanlı  Devleti açısından bir “casus  belli”   idi. Fakat  bölgeye  asker    sevk etmek  mümkün  görünmüyordu. Akdenizi  geçecek bir donanma   elde yoktu. 

Bunun  üzerine  Jön Türk   devriminde ismi duyulmaya başlayan genç subaylar çeşitli yollarla  bölgeye gittiler. Amaçları bir direniş örgütlemekti. Bu teşebbüslerde Osmanlı hükümetinin gayri resmi onayı vardı. Bu gerçeği aklımızda tutalım. Örneğin Fethi Bey,  Paris’te askeri ateşe idi. Tunus üzerinden bölgeye ulaştı. 

Mustafa Kemal ise Mısır’dan bölgeye  ulaşmayı denedi. Mısır hala Osmanlı mülküydü. Ama İngiliz  yönetimine devredilmişti. Mısır Hidivi Britanya  İmparatorluğunun  vesayeti altındaydı. Bu  ilişki biçimi  için  rahmetli hocam Tarık Zafer Tunaya’nın kullandığı ifade  “hakimiyet-i siyasiye” olmuştur.  Siyaseten  hükümran, gerçekte  değil anlamında.  İngiltere üniformalı Osmanlıları İskenderiye’den geri  çeviriyordu. 

Mustafa Kemal, artık bağımsız  bir devlet olan Yunanistan’ın Pire limanından  sahte belgelerle İskenderiye’ye gitti. Burada ateşli   bir hastalığa  tutuldu.  Çölü epey gecikmeli olarak geçebildi.  Libya’ya ulaştı. Bu ateşli hastalığın nedeni  bence Gazi’nin vücudunun  tanımadığı bir  mikro organizma idi. 

Yanında Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı ve Ömer Naci de  vardı. Bu isimlerin Teşkilatı Mahsusa ile  ilgilerini hatırlatmak isterim.  

TEKRARLAYAN GÖZ ENFEKSİYONLARI 

Atatürk Trablusgarb’da ciddi bir göz enfeksiyonuna tutuldu. İlk doktor yakınları o günlerdendir. Bu isimler, Mim Kemal Öke, Rasim Ferit Talay, İbrahim Tali beylerdir.  Atatürk’ün göz enfeksiyonu ile ilgili  görüşümü  söyleyeyim. Büyük Atatürk’ün  sol gözünde   hafif bir şehlalık  vardır. Bunu muharebe meydanında gözüne sıçramış bir partiküle bağlarlar. Ben o  fikirde değilim. Elbette  böyle olaylar da oldu.  Ama  şehlalığın  nedeni o  değildir. Manastır  Askeri  lisesindeki  resimlerine  dikkatle bakarsanız  ne demek istediği  anlaşılacaktır.   Özellikle Kazım Özalp’in  yanında  oturduğu  resme bakınız. 

DR. RASİM FERİT TALAY VE DR. MİM KEMAL ÖKE 

Doktor  yakınlarından Mim Kemal Öke ve İbrahim Tali beyler askeri  doktorlardır. Dr. Rasim Ferit Bey  sivil doktordur.  Tıbbiye mektebini  bitirdikten sonra Paris’te cerrahi ihtisası yapmıştır.  Dr.Rasim Ferit, Libya’ya Hilal Ahmer adına  gönderilmişti. Sanırım ilk karşılaşmaları orada oldu. 

Erken cumhuriyet döneminde Ankara’da  yapılan bir at yarışı resminde Gazi’nin  yanında  Zehra Aylin  vardır.  Zehra, Amasya’da  himayesine aldığı  bir şehit çocuğudur. Resimde arka planda  görünen kişi de Dr. Rasim Ferit Talay’dır. 

Trablusgarp Savaşı İtalyanlar  lehine sona  erince Dr. Rasim Ferit Bey, Binbaşı Mustafa Kemal’e Viyana’da  bir göz  kliniği tavsiye etmiş. Atatürk Triyeste üzerinden  Viyana’ya gitmiş ve orada bir süre tedavi  olmuştur.  Eğer böyle  ise   Gazi’nin ilk Viyana  seyahati  bu olmalıdır.  

Mim Kemal Öke’yi cerrah ve radyolog olarak tanıyoruz. Ata’ya  yapılan invazif işlerin çoğunu  o yapmıştır. 

DR. İBRAHİM TALİ BEYLE  OLAN  HUKUKU  ÇOK ESKİDİR 

Dr. İbrahim Tali Beyle olan hukuku  daha eskidir.  Dr. Tali  Bey  Mektebi Sultani (Galatasaray Lisesi)  mezunudur. Tıbbiye Mektebininin askeri  şubesinde okumuştur. Atatürk’ün en yakınında  olan  simalardan biridir. Bununla birlikte aktif siyaset içinde  olmamıştır. Çoğunlukla  dış görevler  almayı tercih etmiştir. Bu konuda  Dr. İbrahim Tali Bey’in Günlüğü  başlıklı  yazıma  bir göz atmanızı öneririm. 

Dr. İbrahim Tali Bey, Gazi’nin  Dokuzuncu Ordu  Müfettişliği Sıhhiye Kurulu’nun  başkanı idi. O tarih itibariyle miralaydı.Aynı  kuruldaki Refik Saydam binbaşı idi.  

Tali Bey’i dilerseniz size şöyle tanıtayım: Atatürk, cumhuriyetten sonra  ilk defa İstanbul’a  giderken (İzmit’e kadar trenle gelmişti) parmağından  kan  numunesi alan  odur. Sıtma testi için.  Ertuğrul yatında  geçen  bu olayın  resmi vardır. 1 Temmuz 1927.

Yeri gelmişken Atatürk’ün kendi  kuşağındaki   bir çok sima gibi  defalarca sıtmaya tutulduğunu, kinin  tedavisi gördüğünü  belirtelim.  

DR.BİNBAŞI REFİK BEY RAPOR VERİYOR 

Dr. Refik Saydam’ı Atatürk’ün  sağlık bakanı  olarak  tanıyoruz. Dr. Refik Beyle hasta-hekim ilişkisine ilişkin bir not düşmek isterim. Mustafa Kemal Paşa İstanbul Mebusan Meclisine  Erzurum milletvekili seçilmişti. Bu, Dördüncü ve sonuncu dönem Osmanlı  parlamentosu idi.   Gazi, o tarihte Heyeti Temsiliye  reisi idi. İstanbul işgal altında olduğundan emniyetli bir yer değildi. Meclis’in başka bir yerde toplanmasını  savunuyordu.  Meclisce “mezuniyet verilebilmesi” için  Dr. Refik, Atatürk’e  “idrar yolları enfeksiyonu”  raporu verdi. Malum bir süre sonra Meclis, müttefikler  tarafından  basıldı. Milletvekileri Malta’ya sürgüne götürüldü. Atatürk  haklı çıktı. 

ÇANAKKALE’DE ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU 

Birinci  Dünya Savaşı,  Çanakkale ve Şark cephesi  fotoğraflarında  Mustafa Kemal Paşa’yı gergin bir yüz ifadesiyle görürüz. Gazi, bu resimlerde bedeni olarak epey zayıftır. Ağır savaş  koşulları ve  düzensiz beslenmeyi buna sebep olarak  gösterebilirim. 

Çanakkale Savaşı sırasında akciğer enfeksiyonu geçirmiş, ısrarlar üzerine  hastaneye yatırılmayı  kabul etmiştir. 

HALEP’TE BİR KEZ DAHA GÖZ ENFEKSİYONU GEÇİRİYOR 

Savaşın sonuna doğru VII. Ordu komutanı idi.  karargahı Halep’tedir.  Yıl:1917. Burada  ağır bir göz enfeksiyonu daha geçirdi. Zübeyde Hanım oğlunun gözlerinin kör olduğunu  düşünüyordu. Panik içinde yollara  düştü. Yanına  Abdürrahim’i  alarak bir haftadan  fazla süren bir   demiryolu  yolculuğu yaptı.  Sonunda  Paşa oğluna kavuştu. Kendisine yolculuk  sırasında  Fuat Bulca’nın  refakat  ettiğini  sanıyorum.  Mustafa Kemal Paşa’nın Salih Fansa’nın  portakal  bahçesi içindeki evinde   Abdürrahim  ile birlikçe  çekilmiş resimleri vardır. 

 Bu yılın  sonuna doğru Türk karargahında görevli Alman  generallerle  görüş ayrılığına   düşen Mustafa Kemal Paşa’yı Harbiye Nezareti emrine  aldılar. Bu merkeze  çekilmek demektir.  Bu kararın tebliği üzerine İstanbul’a geldi. 

Bu arada Kayser Wilhelm’e  Sultan Reşat yerine iade-i  ziyarette bulunacak olan Veliaht Vahidettin Efendi’ye  refakat görevi verildi. (1917 sonu) Viyana üzerinden Alman Karargahına  kadar gidildi. Seyahat sırasında Berlin’de bulunan Rauf Beyle  bir otelde görüştü. Seyahat  epey uzun sürdü. 

KARLSBAD  KAPLICALARINDA  TEDAVİ 

Mustafa Kemal Paşa’ya dönüşünde yine aktif görev verilmedi. Uzun  süredir sıkıntısı  çektiği sağlık  sorunlarına çare bulmak için  istirahatli olarak Viyanaya gitti. Gittiği  yer Karlovy Vary (Kralın kaplıcası demek) günümüzdeki Karlsbad   kaplıcalarıdır.  Tavsiye yine Dr. Rasim Ferit Talay’dan gelmişti.   Tedavi uzun sürdü. 

Atatürk burada  beş  küçük defterden  oluşan  günlükler  tuttu.  Bu günlükleri Afet İnan Çankaya’da buldu. Yayınladı. 

Kaplıca tedavisinden önce Viyana’nın  en ünlü  hekimlerine  muayene oldu.  İlaç tedavisi dışında, diyet ve  kaplıca  kürleri  uygulandı. Zamanın   tüm tıbbi imkanları  kullanıldı. Kişisel  düşüncem   şudur.   Bence  Gazi de  iltihabi  bir mesele  vardı.  Antibiyotiklerin  henüz  keşfedilmediği  bir dönemde  civalı ilaçlar kullanılıyordu. Göreli bir  iyileşme ile  İstanbul’a  döndü. Bu arada  tedavisi bitmek üzere iken İspanyol gribine yakalandı. 

ATATÜRK’ÜN İSPANYOL GRİBİ GEÇİRMESİ (1918) 

İspanyol gribi  Birinci Dünya Savaşından hemen sonra ortaya çıkan kuş gribi gibi   virütik bir hastalıktır. Virüs milyonlarca kişinin ölümüne yol açtı. Karlsbad’da  tedavi  almakta olan Mustafa Kemal Paşa  da  İspanyol gribine yakalandı. Yazılanlardan    hastalığın    son derece ağır  geçtiği anlaşılıyor.  Atatürk  enfeksiyonu atlatmış. Ama bedenen  çok yıpranmıştı.  Karlsbad’dan İstanbul’a  dönüş planının gecikmesinin  sebebi  budur. 

ATATÜRK’ÜN  DIŞİŞLERİ BAKANI  TEVFİK RÜŞTÜ  ARAS DA BİR TIP DOKTORU İDİ  

Dr. Tevfik Rüştü Aras Halaskar Gazi’nın  en eski tanıdıklarındandır. Aras, Beyrut Tıbbıyesinden  mezun olmuştu. Tevfik Rüştü Beyle ilk temasları  sürgünde  genç bir  kurmay subay iken olmuştu. Şam, Halep, Beyrut’ta.  İlişkileri Selanik’te daha  yakınlaştı. Aras, Atatürk’ün dışişleri bakanıdır. Milli Mücadele ve cumhuriyet döneminde sağlık durumu  ile yakından ilgilenen ekibin içinde olmamıştır.  Zaten  mütarekeden sonra fiilen hekimlik de yapmamıştır. 

MÜTAREKEDE  SAĞLIK DURUMU NASILDI? 

Mustafa  Kemal   Paşa ordu müfettişi sıfatıyla   Anadolu’ya geçtiğinde rahatsızdı. Bir yıl önce Karlsbad’ta aldığı tedaviye rağmen  rahatsızlığı nüksetmişti.  Havza’da  bulunduğu süre içinde fırsat  buldukça kaplıca    tedavisi almaya   devam etti. Atatürk bir yandan halkı  uyandırmaya ve bir Müdafaa ı  Hukuk  Cephesi  kurmaya çalışırken  bir yandan da ciddi sağlık sorunları  ile karşı karşıya idi. 

SAKARYA SAVAŞINDA  KABURGA KIRIĞI VE ÇATLAKLARI  

Başkomutan  Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan muharebesi   sırasında  atının  aniden şahlanması üzerine attan  düştü. (10 Eylül 1921) Cebeci Hastanesine götürüldü. Röntgen çekildi. Kaburgalarından  birinin   kırıldığı   ikisinin çatlak olduğu anlaşıldı. Dr. İbrahim Tali Bey, Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam ve Dr. Murat’tan oluşan  heyet  başkomutana  bandaj uygulamaya karar verdiler.  Başkomutan göğüs  kafesini saran bir  bandaj ile   meydan muharebesini yönetmeye  devam etti. 

DR. İBRAHİM TALİ BEY  REİSİCUMHUR GAZİ PAŞA’YI VE  EŞİNİ ÇANKAYA’DA HASTA  BULUYOR (1923) 

Dr. İbrahim Tali Bey’in  günlüklerinden öğrendiğime göre, cumhuriyet ilan edildiğinde Tali Bey, Batum’da diplomatik görevde bulunuyordu. İstanbul üzerinden  Ankaraya  gitmek  ve “cumhurreisi Gazi Paşa” yı ziyaret  etmek istemişti. Çankaya köşkünde  Gazi  kendisini  hasta  karşılamış. Latife Hanım da hasta imiş.  Hanımefendinin annesi  refakat  etmek üzere İstanbul’dan gelmiş kızına  bakıyormuş. 

Tali  Bey, Atatürk’ü  yüksek ateşli  bulunca sıtma  atağından  şüphelenmiş.  Kan alarak  İstanbul’a götürmüş. Şahsen incelemiş. Sonuç negatif  çıkmış. Fakat  ateşin nedenini tam olarak  teşhis edemeyince Berlin Tıp Fakültesinden Profesör Frederick Kraus’u tavsiye etmiş.   Bu isimde bir doktorun  Cumhurbaşkanı Gazi Paşa’ya konsültasyon için Türkiye’ye geldiğini duymadım. Herhalde şöyle olmuştur. Bir süre  sonra Gazi kendisini iyi  hissetmeye  başlamıştır. Doktoru da davet ettirmemiştir. 

 İKİ KEZ KALP KRİZİ GEÇİRDİ 

Atatürk’ün  1923 ve 1927 tarihlerinde iki  kez kalp krizi geçirdiği söylenir.  Her ikisi de   anlamlı tarihler. Birincisinde TBMM  hükümeti rejiminden  cumhuriyete  geçişin gerilimleri var. İkincisi  ise  bütün muhaliflerini   tasfiye ettikten sonra CHP’nin ikinci büyük kurultayında Büyük Nutku  okuduğu yıldır. 

Bu dört yıl içinde  iç  politikada  yüksek gerilimli  bir dönem yaşanmış, İzmir’de suikast girişimi olmuştu. (1926) 

Atatürk’ün bu  siyasi ortam nedeniyle  kalp krizleri  geçirmiş olabileceği   düşünülebilir. Fakat  bunların  birer   kalp spazmı  olma ihtimali de vardır. Daha sonraki  yaşamında  kalp yetmezliği  belirtileri vermediğine göre krizler angina pectoris  düzeyinde kalmış olabilir. 

YAKIN  ÇEVRESİNİN  SAĞLIĞI HAKKINDA YANLIŞ DÜŞÜNCELERİ 

Atatürk  aslında  bütün  büyük  önderler  gibi yalnızdı.  Topluluk içinde atak, cesur, sözünü sakınmaz, enerjik yaradılışta  biri  izlenimi  verirdi. Hiç kuşkusuz öyleydi de. Ama insan tek boyutlu  bir varlık  değildir.  Kişisel hayatında içe dönük,  mahcup, aşırı hassas  bir tarafı da vardı. 

Savaş meydanlarının muzaffer  başkomutanının doğaya ve hayvanlara yönelik muazzam bir duyarlılığı vardı. En hoşlanmadığı  şeyler   kan görmek ve karanlıkta  kalmaktı. Kendisi için kurban  kesilmesini   hep engellemeye çalışırdı. 

Kurmaylığından itibaren  hep   yakın bir çevresi oldu. Bunların  bir kısmı  çocukluk arkadaşlarıdır. Bu isimlerin bir kısmı Selanik Askeri Rüştiyesi ve Manastır  Askeri Lisesinden arkadaşıdır. Kazım Özalp, Nuri Conker, Salih Bozok gibi.  Bunlara Ali Çetinkaya, Kılıç Ali, Cevat Abbas, Hasan Rıza Soyak gibi isimler  çeşitli vesilelerle sonradan katıldılar. Bunlara  “zevat-ı mutena” denir.  Bu isimlerden  bazıları  İsmet Paşa’dan hoşlanmazlardı.   Tabii paşa da onlardan.  Bu durumun sebebini dilerseniz  başka  bir yazıya bırakalım. 

Etrafında  daima bir yakın çevre olmasına rağmen Atatürk’ün sağlığının  gittikçe bozulduğu farkedilmedi. Örneğin Kılıç Ali’ye göre Atatürk geçici sıkıntılar dışında  tam  sağlıklı bir insandı. 

KARINCALARA KARŞI BİYOLOJİK SAVAŞ

Gazi’nin  sağlık durumunun  anlaşılamasının  en  somut örneği  şiddetli kaşıntılara  Çankaya’yı istila eden karıncaların neden olduğunun  sanılmasıdır. O günlerde  Çin’den Avrupa’ya doğru bir karınca istilasının varlığından  söz edilmektedir. Bu istilacı karınca  türünün  ısırığı aşırı duyarlı  bünyelerde  şiddetli  kaşıntılara  yol açabilmektedir. 

Bu düşünceler üzerine,  Çankaya  Köşkünde  böceklere karşı adeta bir biyolojik savaş  ilan edildi. Atatürk Dolmabahçe’ye  gitti. Ordudan  bile yardım istendi. Köşk yoğun bir  ilaçlamadan geçirildi. Yapılanlar beyhude işlerdi. Mesele hastanın  kendisindeydi. 

NİHAT  REŞAT BELGER’İN HASTALIĞI TEŞHİSİ 

Etrafındaki doktorların  onu tıbben  gözlem altında  tuttuklarını  söyleyemem.  Tali bey dışında. Ancak kendisi talep  ettiğinde onun bedeni  durumu  ile  ilgilenirlerdi.   

Bunun bir nedeni   büyük önderin sağlık konularında  hiçbir şey bilmemesi ve merak etmemesidir. Hususi  hayatında  şık giyinme, bakımlı olma dışında kendisi ile  ilgili değildi. Sadece banyo onun için çok önemliydi. 

Sağlık durumunun anlaşılamama nedenlerinden biri de onun  karizmasıdır. O Olimpos’ta  oturan  Zeustur. Herkes gibi   doktorları  da  ona daima bir çekinme  duygusuyla  yaklaşmışlardır. 

Bu konuda vereceğim örnek ilgi çekicidir. 1938   başında  hastalık    iyice ilerlemiş, sıkıntılar  dayanılmaz hale gelmiş, kaşıntılar  daha da şiddetlenmişti.  Yalova kaplıcalarına gitti.  Dr. Nihat Reşat Belger’den kendisini muayene etmesini istedi.  

Dr. Nihat Reşat Belger,  muayene  neticesinde, kaşıntıların egzama veya ürtiker ile bir ilgisi olmadığını anladı. Karaciğer’in  üç parmak büyüdüğünü farkedince gerçek  sebebi buldu: siroz.  Demek ki o ana kadar  bu ihtimal hiç düşünülmemişti.   Belki de hiçbir hekim  “büyük Atatürk’e”  batın muayenesi yapmamıştı. 

Atatürk’ün   şiddeti artan   kaşıntılarına, burun kanamalarına semptom  giderici  tedaviler uygulanması  üzüntü vericidir. Ciddi  bir sebep olabileceği  düşünülmemiştir. 

Dr. Belger’in  hatıralarında kullandığı  sözcüklerden  “aziz  hastaya”  adeta  temenna ile yaklaştığı anlaşılıyor. Gazi’nin de  göz teması  kurmaksızın muayeneyi  mahcup  ve sessiz bir şekilde kabul  ettiği belli oluyor.  

 Gazi’nin 30’lardan  itibaren resimleri  incelendiğinde yüzünde bir bitkinlik  hali gözlemlenir. Buna fizyolojik gerileme  demek yerinde olur.   Vücut  biyokimyası bozulduğundan  beklenmedik  öfke patlamaları, alınganlıkları oluyordu.  İsmet Paşa ile ilişkilerinin   bozulmasının  bir sebebi de budur. 

Gazi’nin 1937’de Dolmabahçe’de  yapılan Türk Tarih  Kongresi  toplantı salonuna geçmek için 200  metrelik bir yürüyüş yapmak yerine otomobil istemesi  sağlık durumunu anlamak  bakımından  yeterince açıklayıcıdır. 

DR.  EREN  AKÇİÇEK VE  BİLAL ŞİMŞİR’İN  KİTAPLARI 

Atatürkün  sağlığı ile ilgili iki temel referansı burada anmak isterim.  Birincisi  bir doktora tezidir.   yazar  zaten bir tıp doktoru. Dr. Eren Akçiçek. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde yapılan bu  tez  “Atatürk’ün sağlığı,  hastalıkları ve ölümü”  başlığını taşıyor. İkinci  kitabın yazarı emekli  büyükelçi   Bilal Şimşir. Onun çalışması “Atatürk’ün hastalığı” başlığı altında  yayınlanmış. Bu yazıyı yazarken  bir çok  makalenin varlığından da haberdar  olduğumu  söylemeliyim.  

SİROZUN GERÇEK NEDENİ  NEYDİ? ALKOL MÜ?  HEPATİT VİRÜSÜ MÜ? 

Gazi Paşa’nın genç  yaşlarından itibaren  diş ve diş eti sorunları  olmuştur. Dönemin ünlü diş hekimi Sami Günzberg’in hastaydı. Ona  giderdi. Günzberg Yıldız Sarayı’nın dişçisi  olarak  bilinir. Bütün  hanedana   hizmet etmiştir. Başta Sultan II. Abdülhamit olmak üzere. 

Günzberg’in muayenehanesi   İstiklal Caddesi  üzerinde Mısır  Apatmanında idi. Önceleri oraya giderdi. Daha sonra Dolmabahçe Sarayına  bir  dişçi  koltuğu  getirildi. Tedavileri  orada  yapılmaya  başlandı. 

Şah Pehlevi Türkiye’ye  geldiğinde onu doktoruna  götürdü. Atatürk’ün   diş protezini yapan da Dr. Günzberg’tir. Cumhuriyet devrimi   tartışmaları  sırasında  Mustafa Kemal Paşa  diş tedavisi görüyordu. Kendi  ifadesine göre cumhurbaşkanı  seçildikten sonra yaptığı  konuşmayı kısa tutmasının  nedeni yeni protezinin verdiği  rahatsızlıktı. Dr.  Günzberg cerrahi müdahele gerektiren diş eti  sorunlarını  Dolmabahçe Sarayında halletmiştir. 

Tam da  bu noktada Gazi’nin ölümüne neden olan  siroz illeti ile ilgili genel kabul  gören görüşlere  katılmadığımı  belirtmek isterim.  Genellikle  kabul gören  düşünce  şudur: Atatürk’ün rakı iptilası  siroza  neden olmuştur. Ben bu kanaatte değilim.  Atatürk dengeli  içen  biri insandı. Zamana yayarak ve sohbetle içerdi. Elbette sirozla alkol arasında bir  bağ vardır.   Ama tek neden bu değildir.  Hiç alkol almayan insanlarda da görülebilir. Örneğin Mehmet Akif Ersoy. Atatürk’e dört  kez konsültasyona  getirtilen  Dr. Noel Fiessenger  de benzer bir  görüşe sahipti. Kuzey Afrikanın bazı bölgelerinden  gelen   hastalarında yaygın  olarak siroz  teşhiş etmişti. Bu hastalar sofu  Müslümanlardı.  Atatürk doktorun  bu  sözlerinden hoşnut olmuş, demek ki rakı ile alakası  yok diye sevinmişti. 

Bugün artık biliniyor ki karaciğere yerleşen bazı virüsler  kronik bir enfeksiyondan sonra   karaciğer iflasına (siroz)  neden olabiliyorlar.  Örneğin Hepatit B ve C virüsleri.   

Bu virüsler iyi sterilize edilmemiş   diş hekimliği aletlerinden  hastaya geçebilir.  Sterizilasyon  imkanlarının  çok iyi olmadığı XX. Yüzyıl  başında  Atatürk  belki de kendisini siroza götürecek bir virüsü Günzberg’in muayenehanesinde kapmış olabilir. 

TEŞHİSTEN SONRA  CELAL  BAYAR HÜKÜMETİ  NE YAPTI? 

Gazi’nin sağlık durumunun ciddiyeti anlaşılınca Başvekil Celal Bayar   bazı  kararlar verdi. Öncelikle Türkiye’nin  en tanınmış  doktorlarından  oluşan bir heyet kurdu. Bir çoğu İstanbul Tıp Fakültesinde  öğretim üyesi olan  doktorlar şunlardır. Neşet Ömer İrdelp, Akil Muhtar Özden, Mim Kemal Öke, Abravaya Marmaralı,Nihat  Reşat Belger. 

 Doktorların  geliş  gidiş nöbetleri için  Özel Şahingiray’ın “Atatürk’ün nöbet defterleri (1931-1938)” ne  göz atmanızı öneririm. 

Bir de yabancı uzmanların  davetleri söz konusu oldu. Bu  isimler içinde en fazla  müracaat edilen Dr. Noel Fiessenger olmuştur.

DR. NOEL  FIESSINGER’IN  DÖRT KEZ GELİŞİ 

Dr. Fiessinger,  Türkiye’ye dört defa   geldi. İlki 28 Mart 1938’tedir. Çankaya’da Atatürk’ü muayene etti. Belger’in teşhisini  onayladı.  Savarona’nın gelmesinden  sonra (1 Haziran)  8 Haziran’da tekrar geldi. Atatürk’ü Savarona’da muayene etti. Hastalığın  ilerlemekte olduğunu gördü. Sonuncusu 6 Eylül tarihlidir.

Fiessinger, Paris Tıp Fakültesinde  özellikle  karaciğer hastalıkları  patolojisi üzerinde  uzmanlaşmış ünlü bir  profesördü. 

Bu arada siroza  deniz   havasının  iyi geleceği   tavsiyesi ile Bayar  Hükümeti Savarona’yı  satın aldı.  Çok uygun bir fiyata. Ertuğrul yatı  hanedandan  müdevver kömürle çalışan çok eski  bir gemiydi.  Atatürk’ün Afet İnan’a şifa umuduyla  yazdığı “bu geminin gelişini çocuklar gibi bekledim”  sözleri hüzün  vericidir. Atatürk bu gemiyle deniz  havası  alarak  iyileşebileceğini umuyordu.  

1 Haziran’da geçtiği Savarona’dan 24-25  Temmuz  gecesi hasır  bir koltukta Dolmabahçe  sarayında  hazırlanan  yatağına alındı. Savarona’da sadece  55 gün kalabilmişti. 

Gemide  bu koşullarda kalması  bence durumun  kötüleşmesini  hızlandırdı. Dolmabahçe açığında  demirli  gemi  yaz sıcağında  sürekli ısı çekiyor, Atatürk’ün hararetini  daha da arttırıyordu. Etrafa buz blokları  yerleştiriliyordu. 

İKİ YABANCI DOKTOR DAHA DAVET EDİLİYOR 

Hastalığın  seyri ağırlaştıkça  bu kez  Alman ve Avusturyalı  doktorlar çağrıldı. Dr. Eppingen (31 Temmuz) ve Dr. Bergman (1 Ağustos) konsültasyon için  davet edildiler. Doktorlar   kendilerinden beklenen  servisi  yerine getirdikten sonra 6 Ağustosta Türkiye’den ayrıldılar

HASTALIĞIN HIZLA  KÖTÜYE GİTMESİ 

Kanımca Dr. Belger hastalığı teşhis ettiğinde karaciğer iflasın eşiğine gelmişti.  Gazi’nin karnında toplanan  su  (ödem) hızla artmaya başladı. Atatürk 1937’den beri kilo aldığını sanıyordu. Ama “gerçek” batında ödem toplanması idi. Florya Deniz Köşkünde küçük Ülküyle çekilen resimlere  bakınız.  Şu ünlü süveterli  resimlerin  videosunu inceleyin bana hak vereceksiniz. 

7 Eylül’de Dr. Mim Kemal Öke Dr.Fiessenger’in  hazır bulunduğu bir operasyonla ilk batın ponksiyonunu yaptı.  Dr. Öke 10.5 litre su almayı  başardı.  Sıvının  miktarı hayati organlar üzerinde ne kadar büyük bir basınç olduğunu  gösterir.

İlk su  alma işleminden sonra  Dr. Fiessinger ve  Dr.Nihat Reşat Belger  birlikte   bir rapor hazırladılar ve  hükümete takdim ettiler.

22 Eylül’de  durum  yine aynı noktaya geldi. Bu kez doktorların endişelerine rağmen Gazi, sıvının alınması için kendisi ısrar etti.  İkinci ponksiyonu da Mim Kemal Öke yaptı. Sonuç yine başarılı idi. Hasta rahatlamıştı. Sigara ve kahve istedi. Birkaç gününü  iyi geçirdi. 

Atatürk, sıkıntılarının  şiddetlenmesi  üzerine  işlemin  tekrarlanmasını istedi. Doktorlar artık  iyice çekinir olmuşlardı. Mim Kemal Öke derste olduğu  mazeretini bildirdi.  Bunu üzere İstanbul Tıp Fakültesinden Mehmet Kamil Berk’ten  rica edildi. Dr. Berk   Ata’nın ıstıraplı halini  görünce riski aldı, işlemi yaptı. (7 Kasım 1938)  

İKİ KEZ KOMA HALİ 

Atatürk ilk kez 16 Ekimde komaya  girmişti. Üç gün sonra komadan  çıktı. Komada “ama dil…  dil efendim   dil… aman yarabbi..” sözlerini  tekrarladığı  görüldü. Koma sırasında  müdahele  kolaylığı  açısından  küçük bir yatağa alınmıştı.  Bunu  fark edince “bana ne oldu ?”   diye sordu. Dr. Berk’in  su almasından  sonra tekrar komaya girdi. (8  Kasım)  Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Dr. Abravaya Marmaralı huzurundaydılar. Koma öncesi son sözlerinin “saat kaç” olduğu  söylenir.  

BENİ ÇOK MÜTEESSİR EDEN  İKİ OLAY  

Atatürk’ün hastalığı  sırasındaki  iki olay  içime dokunmuştur. İlki, Başvekil Celal  Bayar’ın Fiessenger’i getirtmek istemesi üzerine  “ Çocuk, ne yapacaksan çabuk yap.. ben çok hastayım”  demesidir. 

İkincisi ise,  24-25 Temmuz gecesi,  hasır bir koltukta  battaniyelere  sarılarak arkadaşlarının  refakatinde motorla Saray’a geçirilmiştir.  Muzaffer başkomutanımızı  Dolmabahçe’ye geçirenler Trablusgarp’tan beri  yanında olan insanlardı. Atatürk serin yatağına  yatırıldığında “Oh! şimdi rahat ettim” demiştir.