BAYKAL’IN SİYASET KARİYERİNE DAİR GÖZLEMLERİM
Bu yazımda Baykal’ın CHP’nin dördüncü genel başkanı seçilmesinin arka planı ele alınmıştır 1995’ten 2010’a kadar devam eden inişli çıkışlı CHP liderliği ise ayrı bir yazının konusu olacaktır.
Baykal’ın birtakım avantajları vardı malum: yakışıklı, karizmatik ve hitabeti güçlü idi. Ankara Hukuku bitirmiş, Mülkiye’de asistanlık sınavını kazanmış, doktorasını vermiş ve siyaset bilimi doçenti olmuştu.
Akademik birikimiyle, güçlü hitabetiyle siyaset adamlığına son derece uygundu. Baykal’dan parti lideri olurdu, oldu da.
1960 yazında CHP genel merkezinde çekilen bir resimde Baykal’ı İsmet Paşa’yı ziyaret eden üniversite öğrencileri içinde görüyoruz. 1938 Antalya doğumlu Baykal bu tarihte 22 yaşındaydı. Bu resimden sadece 13 yıl sonra Baykal (1973) milletvekili seçildi.
Ecevit tarafından beğenilmiş, parti elitine kabul edilmiş, Ortanın Solu’nun yükseler dalgası Onu TBMM ‘ne taşımıştı.
Baykal, 12 Eylül öncesinde Ecevit hükümetlerinde iki kez bakan oldu. Ancak siyaset tarzından, hal ve hareketlerinden daha fazlasını istediği belliydi.
Tahminim şudur ki, her ne kadar Bülent Ecevit tarafından elinden tutulup milletvekili seçilmişse de; o, Bülent Bey’i pek beğenmiyordu. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Baykal, parti liderinin birikimini zayıf buluyordu.
Ecevit, özelllikle 1977 seçimlerinden sonra partide en güçlü hizibin Baykalcılar olduğunu gördü. Baykal’ın genel başkanlık koltuğunu istediğini anladı. Çünkü kendisi de aynı yollardan geçmişti. İsmet Paşa’ya 18. Kurultay’dan itibaren başkaldırmış, Ecevitçilerin önderi olmuştu.
Bu yoldan gelerek 14 Mayıs 1972 Kurultayında İnönü’yü devirerek CHP’nin üçüncü genel başkanlığına seçilmişti. Aynı şey kendi başına da gelebilirdi.
DENİZ BAYKAL’I NEREDE NASIL GÖRDÜM?
Baykal’ı sadece bir kez gördüm. O da Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi’nin düzenlediği uluslar arası bir sempozyumda. Onur konuğu olarak davet edilmişti. Tarih 2008 olmalı. Aynı sempozyumda Andrew Mango’yu da gördüm. Kaldığımız otelin lobisinde Mango’nun sohbetinde bulunanlardan biri de bendim.
Baykal, bu toplantıda çok etkileyici bir açış konuşması yapmıştı. Akademik ağırlıklı bir toplantıya neden davet edildiğini sonradan anladım. Üniversite rektörü ortopedist Metin Lütfü Baydar, üç dönem CHP milletvekili seçildi.
Baykal’ın iyi bir konuşmacı olduğundan şüphe yoktu. Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim ki Baykal muhalefette olmaktan hoşlanıyor bunun tadını çıkarıyordu.
BAYKAL’IN DOKTORA VE DOÇENTLİK TEZLERİ
Baykal 1963’te Ankara Siyasal’da doktora tezini savundu. 1961’de
akademiye girdikten iki yıl sonra. Siyasal’da yapılan doktora ve doçentlik tezlerini inceleyen bir makalede doktoraya 1959’da başladığı yazılmış. Ankara Hukuk mezunu Baykal mezuniyetten hemen sonra komşu fakültede doktoraya kaydolmuş. Olcay Hanım da Siyasal’ın Maliye Şubesinde henüz lisans öğrencisi. Baykal’ın doktora Tezinin başlığı : Siyasi Elit Kuramı (Alanı: siyaset bilimi, savunma tarihi : 14.10.1963) Doçentlik tezi ise 1968 tarihli ve “Siyasal Katılma : Bir Davranış İncelemesi” başlığını taşıyacaktı.
Aynı zamanlarda Mete Tunçay da Ankara’da Mülkiye’nin genç akademisyenlerinden biri. 1961’de “Erkinlik kavramı başlığı altında bir tezle doktorasını vermiş, Mete Hoca, 1966’da “Türkiye’de sol akımlar “ ile Doçent olacaktır.
Tarihlerden anlaşılacağı üzere, Baykal akademiye kabul edildiğinde Mete Tunçay doktorasını bitirmiş bir asistandı. Doçentlik aşamasında ise Baykal, Mete Tunçay ile arayı hızla kapatmış görünüyor.
BAYKAL’IN AKADEMİK KARİYERİ SİYASETE YATIRIM İDİ
Baykal’ın 1968 tarihli doçentlik tezi CHP için yaptığı bir araştırma projesinden üretilmiştir. Pratik ve hedefe uygun bir yol. Hem partide tanınma hem de akademik kariyer açısından epey faydalı bir yaklaşım.
Baykal’ın tezi 1970’de yayınlanmıştır. AÜSBF yayını olarak.
Özetle, 1961’de Mülkiye’ye asistan olarak giren Baykal, 1963’de doktorasını verdi. 1968’de doçent oldu. 1973’de Antalya milletvekiliydi. CHP-MSP koalisyonunda Maliye Bakanı olduğunda 35 yaşındaydı.
ECEVİT’İN AKADEMİSYEN KADROLARI İÇİNDE BAYKAL’IN YERİ
Ecevit, 1968’den sonra partideki “sağ-Atatürkçülük” çizgisine karşı şiddetli bir taarruz başlattı. Bu partide bölünmeye yol açacaktı. Cumhuriyetçi Güven Partisi bu ideolojik krizden doğdu. Ecevit’in başlattığı hareket elitizme kaşı Ortanın Solu açılımı idi. Ecevit anti-elitist bir elitti aslına bakarsınız. Bu da kendi içinde çelişkiler yaratıyordu.
Halkçı Ecevit söyleminin içeriği çok anlamlı bir şekilde doldurulamamıştı. Bu yazımda Ecevit halkçılığının üretici güçler, üretim araçları ve sınıf ilişkileri düzeylerindeki afaki teşhislerine değinmeyeceğim. Ecevit solculuğu bana göre hayalciydi.
Ama yine de bir cümle ile değinmeden geçemeyeceğim. Demirel 70’lerde Ecevit’i Marksistlikle suçluyordu. Bu doğru değildi. Bana sorarsanız Ecevit’in kafası karışıktı. Söyledikleri ve yazdıkları dikkatle incelendiğinde 80 sonrası uç veren İkinci Cumhuriyetçilik tezlerine yakın şeyler söylediği görülür.
1972 Kurultayında İsmet Paşa devrini kapatan Ecevit içlerinde Baykal’ın da olduğu geniş bir akademisyenler heyeti kurmuştu. Parti seçimleri kazanacak ve bilim yoluyla halka inilecekti.
Bu kadro çoğunlukla Ankara Hukuk ve Siyasal Bilgiler fakültelerinin hocalarından devşirilmişti. Aklıma gelen birkaç ismi hemen söyleyebilirim. Gündüz Ökçün, Haluk Ülman, Besim Üstünel, Turan Güneş , Deniz Baykal gibi. Başta isimler de var elbette.
Bu isimler milletvekili ve senatör seçildiler. Ecevit hükümetlerinde bakanlık görevlerine atandılar. Baykal XV. Ve XVI . dönemde Antalya milletvekili seçildi. Maliye ve Enerji Bakanlığı yaptı.
12 EYLÜL DÖNEMİNDE BAYKAL
12 Eylül darbesinden sonra Demirel ve Ecevit Hamzakoy’da, Erbakan ve Türkeş Uzunada’da TSK tarafından “güvence” altına alındılar. Resmi bildirilerde bu ifade kullanılıyordu. Aslında bu ifade siyasi parti liderleri enterne edildiler, gözaltında tutuluyorlar demekti.
MGK’nın tehlikeli bulduğu politikacılar Ankara Dil Okulunda gözetim altına alındılar. Baykal da bunlardan biriydi. Haklarında kamu davası açılanlar tutuklu olarak orada kaldılar. Örneğin AlparslanTürkeş. Baykal birkaç ay sonra serbest bırakıldı. MGK yönetiminin Baykal hakkkında şöyle düşündüğünü sanırım “tehlikeli ama isnat edilecek bir suçu yok” serbest bırakın ama izleyin.
Ecevit bu dönemde ilerdeki siyasi hayatına yatırım olmak üzere askeri rejime meydan okuma teşebbüslerinde bulundu. Arayış Dergisini çıkarma, yabancı basına demeç verme, basın toplantısı yapma girişimi, MGK ve Sıkıyönetim Komutanlığı bildirilerine uymama, CHP genel başkanlığından istifasını bir beyanname ile halka duyurmaya teşebbüs gibi.
Bu eylemleri nedeniyle iki kez de cezaevine girdi. Kısa sürelerle. Cunta Ecevit’e kısa süreli gözdağı cezaları verdiriyordu. Daha fazla ileri gitmiyordu.
Ecevit de cuntanın hapse attığı lider konumundan azami faydalanmak için elinden geleni yaptı. Mektuplarını bastırdığı cezaevi antetli kağıtlara yazıyordu. İşte burası siyasi gösteriydi.
Demirel siyasilerin hepsinden akıllı olduğu için siperlere indi. Zamanın gelmesini beklemeye başladı. Baykal da Demirel gibi davranacaktı.
12 EYLÜLDEN SONRA BAYKAL
12 Eylül gerçekleştiğinde Baykal’ı Demirel tarzı bir tutum içinde gördük. Ecevit’in tersine. Bu “zamanın gelmesini, uygun koşulların doğmasını beklemek” demekti.
1982 Anayasası eski siyasi elite bir dizi yasak getirmişti. Cunta mutemet bir siyasi elit yaratmak düşüncesindeydi. Bu nedenle Demirel ve Baykal ekiplerinin “tanımlı siyasete sızma girişimi “ Milli Güvenlik Konseyi tarafından şiddetli bir tepki ile kaşılandı. Mevcut hukuk düzeninde bile yeni olmayan “Zincirbozan Sürgününe” gönderildiler.
Zincirbozan sürgünü günlerinde Demirel ve Baykal’ın MGK başkanlığına gönderdikleri mektuplar Türk demokrasi tarihi açısından anlamlıdır. Her iki siyasetçi de Türkiye’nin iki yüz yıllık hukuk devleti mücadelesinden sonra Habeas Corpus Act’ın gerisinde bir düzeye düştüğüne işaret ediyordu.
Gene de sürgün rejimi başarılı oldu. Parlamento ve hükümet MGK’nın onay verdiği bir şekilde teşekkül etti. İktidar Özal’ın partisine verildi. (1983)
MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ KARARLARI VE ZİNCİRBOZAN SÜRGÜNÜ
MGK, anayasa ve temel yasaların hepsini çıkardıktan sonra çok partili siyasal hayata dönüş takvimini başlattı. Bu askeri rejim koşullarında göreli serbestinin olduğunu bir dönemin açılması demekti.
Anayasada eski siyasi kadrolara yönelik 5 ve 10 yıllık yasaklılık kategorileri vardı. Konsey, sadece Turhan Feyzioğlu’yu kurtaracak bir formül bulmuştu.
Deniz Baykal’ın içinde bulunduğu siyasetçi grubu (1977-1980 arası TBMM üyeleri) 5 yıl süreyle siyasetten yasaklanmıştı. Pratik olarak bu yasak sadece aday olamama, seçilememe anlamına geliyordu.
Diğer yasakların uygulanması fiilen imkansızdı. MGK, yeni rejimi delmeye çalışan eski siyasetçileri Zincirbozan Askeri Tesislerine sürgün etti.
Bu defa uygulamanın adı “zorunlu ikamete tabi tutulma” olacaktı. Bu aslında Osmanlı’nın “nefy” cezası idi. Gerçekte ise, askeri rejimin steril siyaset alanına eskilerin sızma teşebbüsüne karşı alınmış bir cunta önlemiydi.
MGK’nın 79 sayılı kararı 16 eski siyaset adamını Zincirbozan’da topladı. Bu bir çeşit toplama kampı idi. (2 Haziran 1983)
Bu isimler içinde Süleyman Demirel, Sadettin Bilgiç, İhsan Sabri Çağlayangil, Hüsamettin Cindoruk, Nahit Menteşe, Mehmet Gölhan, Ali Naili Erdem, Ekrem Ceyhun gibi AP’liler ile Deniz Baykal, Süleyman Genç, Sırrı Atalay, Yüksel Çakmur, Celal Doğan gibi CHP’liler de vardı.
Baykal, Zincirbozan sürgününün askeri rejimin kendi koyduğu geçiş süreci mevzuatına aykırı olduğunu çok sağlam hukuki argümanlarla kanıtlayan bir dilekçe-mektup yazdı. Milli Güvenlik konseyine iletti.
Dilekçede Baykal, 79 sayılı kararın fiili tutuklama olduğunu, iddianamesiz, savunmasız, yargılamasız, kanunsuz ve yetkisiz, yargı organı dışında bir karar olduğunu yazdı. Bu karar ile Konsey’in yürürlükteki anayasayı ihlal ettiğini söyledi. Son derece haklıydı.
Baykal dilekçesini “ Avrupa’da 700 yıl önce Magna Carta ve Habeas Corpus Act ile güvence altına alınan temel hakların 1983 Türkiyesinde ihlal edildiğini” söyleyerek bitiriyordu.
12 EYLÜLDEN I992’YE KADAR SİYASİ PARTİLER
Bu başlığa benim için çok önemli bir hatıra ile başlamak isterim.
Rahmetli babam hayatı boyunca Demokrat Parti ve Adalet Partisine oy vermişti. Anlayacağınız Menderes ve Demirel’i desteklemişti. Kızardım babama. Ama yıllar geçtikçe onu çok iyi anladım. Mesele sınıf bilinci meselesiydi.
12 Eylül rejimini de (bu Kenan Paşa demekti) kanlı şiddet olaylarını durdurduğu ve kamu düzenini teessüs ettirdiği için desteklemişti. Şiddet bitmişti ve çocukları endişesiz bir şekilde okullarına gidebiliyorlardı. Ülkenin içinde bulunduğu totaliter rejime huzur ve güven ortamı deniliyordu. Ülkedeki ağır baskıcı rejim ve hürriyetsizlik babam açısından çok önemli değildi.
Gün geldi. Milli Güvenlik Konseyi faaliyetleri durdurulan bütün siyasi partileri kapattı. CHP’yi de. CHP’nin kapatılmasına rahmetli babam benim hiç beklemediğim bir tepki gösterdi “Bak bu olmadı işte Paşa...” dedi. Evren rejiminin bu kararına kızmıştı. “O Atatürk’ün partisiydi” dedi. Kendi partisinin (AP) kapatılmasına rıza gösteriyor ama CHP’nin kapatılmasını meşru bulmuyordu. Bu tepkide Atatürk’e sadakat vardı. Zaman geçtikçe babamın bu tepkisi çok iyi anladım.
Sonuçta CHP de kapatılmış partilerden biri oldu. Altı Oklu tabelalar söküldü, İl ve ilçe örgütleri mühürlendi.
Milli Güvenlik Konseyi bununla yepyeni siyasi aktörler, siyasi partiler yaratabileceğini düşünmüştü. Ama bu siyasetin tabiatına aykırıydı.
Özal ve Sunalp Paşa bu yıkıcı karardan en fazla yararlanan siyasetçiler oldular. MGK, eskiyi tamamen siliyoruz derken iktida bir MSP’li ve “Nakşi” olan Turgut Özal’ın eline düştü. Kenan Paşa ve arkadaşları buna onay verdiler.
Ama rejim normalleştikçe, eskinin siyasi partileri başka ad ve amblemlerle ortaya çıkmaya başladılar Milli görüşçüler Refah Partisini, MHP’liler MÇP’yi, CHP’liler SODEP ve Halkçı Partiyi kurdular.
CHP’nin üçüncü genel başkanı Ecevit ise Rahşan Hanım’a DSP yi kurdurmuş, diğerlerine kapıyı kapatmıştı. Kapatılan Adalet Partisi ise Dr. Yıldırım Avcı ve Hüsamettin Cindoruk’un emanetçi genel başkanlıkları ile yoluna devam ediyordu. Bu isimler Demirel’in sadık adamlarıydı. Partiyi ona vekaleten yönetiyorlardı.
1987’den itibaren, Türk siyasetinde yeni adlarla faaliyetlerini devam ettiren eski siyasi partiler (CHP, AP, MSP, MHP) SHP, DYP, RP, MÇP tüzel kişilikleri ile altında siyaset meydanında idiler. Bu cephe rejimin mimarı Evren ve ondan nemalanan iktidar partisi ANAP ve Özal karşısında mevzilendi. Siyasette bütün dinamikler değişti. Sahaya eskiler indi. Yasal engelleri aşmak için “uydurulmuş” parti isimleriyle siyaset 1991’e kadar sürdü. ANAP iktidardan düştü. Koşullar daha da değişti.
Kapatılan partilerin yeniden örgütlenmesine imkan veren kanundan sonra Demirel ve Erbakan eski parti adlarını önemsemediler. DYP, Adalet Partisi amblemini küçük değişikliklerle kabul etti. Bu Kırattı. Yani “Demirkırat”.
Milli görüşçüler MSP’nin yeniden kurulması ile ilgilenmediler. O cehahta kimin kim olduğu zaten çok iyi biliniyordu. İsim amblem önemli değildi. Onlar İslamcıydı. Bir gün Adil Düzeni kuracaklarını iddia ediyorlardı. MÇP’nin MHP’lileşmesi de çok kolay oldu. Başbuğ törenlerle geri döndü.
1991’de Alparslan Türkeş ve Aykut Edibali Erbakan ile seçim ittifakı yaparak (Refah çatısı altında) parlamentoya girdiler, sonra kendi partilerine döndüler.
Ama CHP’liler için durum farklıydı. Şu nedenle: Parlamentoda fiilen CHP olan bir parti zaten vardı. Bu Erdal İnönü’nün genel başkanı olduğu Sosyal Demokrat Halkçı Partiydi. Merkez solun ana gövdesini bu parti taşıyordu. CHP’nin üçüncü genel başkanı Ecevit “ben demokratik solcuyum. Sosyal demokrat değilim” diyerek solda birleşme görüşmelerini daha baştan veto ediyordu.
Bence Ecevit’in meselesi tamamen hissiydi. Genel başkanlığı sırasında delege oyunlarıyla kendisini abluka altına almaya çalışan hiziplere, özellikle Baykal’a duyduğu nefret tutumunun temel nedeniydi.
BAYKAL YENİDEN MECLİSTE (1987)
1983 seçimleri ile teşekkül eden parlamento icazetli bir parlamentodur. Türk demokrasi tarihinde en az siyasi parti ile gerçekleştirilen bir seçim yapılmıştı. Bu seçimlerle Konsey’in vesayeti altında çifte vetolu barajlarla ANAP iktidara geldi. Daha doğrusu getirildi.
Çifte barajlı veto sistemi sayesinde beynelmilel kapitalizmin Türkiye temsilcisi Özal’ın ANAP’ı iktidarı devraldı.
Türkiye’de sivil toplumcu ve liberal demokrat olarak tanıtılan Özal yasaklardan fevkalade memnundu. Halbuki yasakların tamamını ana muhalefet partisi Halkçı Parti ile birlikte hemen kaldırabilirdi.
Özal, Anayasanın geçici 1. Ve 4. Maddelerinden kaynaklanan yasaklara “milli iradenin karar verdiğini” söylüyor, Kenan Evren’in arkasında mevzileniyordu.
1987’ye kadar muhalif siyasi partilerin mücadelesi sonunda yasakları kaldıran anayasa değişikliği gerçekleşti. Özal, daha sandıklar kapanmadan baskın erken seçim kararı aldı.
Deniz Baykal, 12 Eylül 1987’de ıskat edildiği TBMM’ne bu seçimle döndü. Gene Antalya milletvekiliydi. Bu kez partisi Sosyal Demokrat Halkçı Parti idi. Partinin adı CHP’ye benzesin diye yazım kurallarına aykırı bir şekilde Sosyaldemokrat Halkçı Parti diye yazılıyordu.
Eski siyasi partilerin ad ve amblemlerinin alınamadığı “ yeni siyasette” merkez solun iki partisi SODEP ve Halkçı Parti Anayasanın 84. Maddesini dolambaçlı yollardan aşarak SHP tüzel kişiliğinde birleşmişlerdi.
Aydın Güven Gürkan’ın feragatiyle Fizik Profesörü Erdal İnönü SHP’nin genel başkanı olmuştu. Baykal İnönü’nün genel başkanı olduğu SHP’nin Antalya milletvekili oldu.
Baykal 1973’ten itibaren CHP genel başkanlığına kendisini layık görüyordu. Bu kesin. Bu kez SHP genel başkanlığı için en uygun ismin kendisi olduğunu düşünüyor olmalıydı.
Erdal İnönü, Baykal’ın ihtirasını demokratik tolerans tebessümleriyle karşılıyor, umursamıyordu. Benzer bir durum Ecevit için kesinlikle söz konusu olamazdı. Baykal’ın 1970’lerden beri asıl istediği Gazi’nin koltuğu idi.
Baykal, genel başkanın altını oyma siyaseti ile önce genel sekreter oldu. Arkasından üç kez İnönüye karşı aday oldu. Kaybetti.
İnönü, kurultaylarda “o kadar da meraklısı değilim. İsterseniz bırakır giderim” havasında konuştu. Delegeler Erdal İnönü’nün gerilimsiz genel başkanlığından memnundu. Tekrar tekrar onu seçtiler. Baykal’ı değil.
Çok basit bir nedenle. Partiyi bir arada tutan güç “İnönü” soyadı idi.
Durum apaçık belli olmuştu. Erdal İnönü genel başkanlıktan çekilmedikçe, Baykal’ın karizması ne olursa olsun Büyük Kurultay, İnönü’yü seçecekti. Baykal parti örgütünde gücünü koruyor ama genel başkan seçilemiyordu.
KOŞULLAR DEĞİŞİYOR- CHP YENİDEN KURULUYOR
1987’de yapılan referandum Türk siyasetinde birçok dengeyi değiştirmişti. Her ne kadar anayasayı değiştirme çoğunluğu ile ilgili çok önemli bir kozu Özal’a sağlamış olsa da. Bu imkandan ilerde AKP yararlanacak ve rejimi değiştirecek.
Buna rağmen, Özal 1987’de temsil adaletini olağan üstü bozan seçim seçim sistemi sayesinde (%36 oy 2/3 ye yakın TBMM üyesi) 1989’da Çankaya’ya çıktı.
Ancak bu durum geride bıraktığı kendi partisi ile ilgili sorunlar yarattı. Sonunda parti başkanlığı Mesut Yılmaz da kaldı.
Mesut Yılmaz haklı olarak Özal’ın fiili başkanlık rejimini by-pass edebilmek için Demirel ve İnönü ile anlaşarak erken genel seçime gitti.
YENİDEN KURULMA KURULTAYI
Türkiye’de ilk koalisyon 1961’de yapılmıştı. O tarihlerde AP ve CHP kendilerini sağcı ve solcu olarak tanımlamıyorlardı. Koalisyon İnönü ve Gümüşpala’nın imzaladığı protokole göre gerçekleşti.
Aradan 30 geçtikten ve Türk siyaseti epey badireler atlattıktan sonra bu iki köklü gelenek, bu defa DYP ve SHP kimlikleri altında koalisyon yaptı. Başbakan Demirel, başbakan yardımcısı Erdal İnönü oldu. (1991)
Bu hükümetin siyasi tarihimiz açısından en anlamlı tasarrufu cumhuriyet tarihi boyunca kapatılmış bütün siyasi partilerin yeniden kurulmalarını sağlayan kanunu çıkarmış olmasıdır.
Kanuna göre kapatılmış partiler en son büyük kurultaylarındaki üyelerle toplanarak parti yetkili organlarını teşekkül ettirecekler; bu suretle münfesih parti yeniden tüzel kişilik kazanacaktı. Parti kapatıldığında hazineye intikal eden mallarını geri alabilecekti.
CHP 3821 sayılı yasaya dayanarak 9 Eylül 1992’de yeniden tüzel kişilik kazandı.
Coşkulu geçen kurultaya partinin üçüncü genel başkanı Bülent Ecevit’in sadece başarı telgrafı göndermesi üzüntü verici oldu. Ecevit mesajı ile Cumhuriyet Halk Partisi beni ilgilendirmiyor demek istiyordu. Oysa ki ilgilendirmeliydi. Neticede kurultayı Erol Tuncer karşısında Baykal kazandı.
CUMHURBAŞKANLIĞI VE MAHALLİ İDARELER SEÇİMLERİ
1992’de kapatılan siyasi partilerin yeniden kurulmasına imkan sağlayan yasa Baykal ve ekibine CHP yönetimini ele geçirme fırsatı sağladı.
Baykal ve İsmail Cem ittifak yaparak kendi önderlikleri etrafında bir siyaset odağı örgütlemek istediler.
Bu proje başlangıçta gerçekçi görünmüyordu. SHP tüzel kişiliğine rağmen CHP kurulsa bile neyi başarabilirdi? Bu başka gerçek de merkez sol yeni partiler doğurdukça büyüyeceğine küçülüyordu.
CHP yeniden kurulduktan sonra SHP’den ayrılarak CHP’ye katılan milletvekilleri ile parlamentoda küçük bir grup oluşturuldu. Burada grup kavramı parlamento hukuku anlamındadır. Partinin ilk seçim tecrübesi 1993 cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. CHP İsmail Cem’i aday gösterdi. Bu elbette partinin meclisteki varlığını kanıtlamaya yönelik sembolik bir eylemdi. İsmail Cem’in Demirel karşısında üçüncü turda aldığı oy sadece 27 olacaktı.
CHP’nin iştirak ettiği ilk seçim Özal’ın ölümü üzerine boşalan cumhurbaşkanlığı seçimidir.
Henüz küçük bir grubu olan CHP, koalisyon ortakları DYP ve SHP’nin ortak adayı Süleyman Demirel’in karşısına İsmail Cem’i çıkardı. Sonuç üçüncü turda alındı. Oyların dağımı şöyleydi. Süleyman Demirel (244), Kamran İnan (94), Lütfi Doğan (47), İsmail Cem (27)
CHP’nin ilk gerçek seçim sınavı 1994 mahalli idareler seçimlerinde olacaktı. Bu seçimler yaklaşmakta olan İslamcılık tehlikesini çok açık bir şekilde göstermişti. Sağda ve solda bölünme, Ankara’da Gökçek, İstanbul’da Erdoğan’ın seçilmesine imkan sağladı.
1994 Martında yapılan genel yerel seçimler Baykal önderliğindeki CHP’nin, SHP ve DSP’sinin gerisinden geldiğini gösteriyordu. CHP solda sonuncu partiydi. CHP İstanbul’da Ertuğrul Günay’ı, Ankara’da Korel Göymen’i aday gösterdi. Her iki aday da bir varlık gösteremedi. Oyların bölünmesi her yerde Refah Partisinin kazanmasına yol açtı.
Türkiye geneli sonuçlarına bir göz atalım dilerseniz: DYP %21, ANAP %21, RP %19, SHP %13.6, DSP %8.8, CHP %4.6.
Durum vahimdi. Her yerde kaybediliyordu. Bunun üzerine SHP ve CHP Hikmet Abi’nin (Hikmet Çetin) duayen-hakemliğinde birleşme kararı aldı. Birleşme Atatürk’ün Altı Oklu ambleminin altında gerçekleşecekti..
Birkaç ay sonra yeni CHP’nin parti yönetimini belirlemek üzere yapılan kurultayda demokratik ama kıran kırana bir yarış oldu. Baykal seçimi kazandı. Bir kez daha CHP’nin genel başkanı oldu. Artık tek bir parti vardı: Cumhuriyet Halk Partisi ve kurultayın seçtiği önder Deniz Baykaldı.
Ama görülen oydu ki, merkez sol seçmen, Baykal’ın önderliğine özel bir prim vermiyordu. İlk genel seçimde (1995) Baykal yönetimindeki CHP, baraji çok az bir farkla aşarak TBMM’ne girebildi: %10.5. Sola oy veren seçmen bir Ecevit Fan Klubü izlenimi veren DSP’yi, Baykal’ın önüne geçirdi. %14.5 Ben de Ecevit’e oy vermiştim o şeçimde. Toplam oya baktığımızda değişen bir şey yoktu. %25. Bu da CHP’nin 1969 seçiminin bile gerisinde kalması demekti.
MURAT KARAYALÇIN FAKTÖRÜ
Demirel’in Çankaya’ya çıkmasından sonra Erdal İnönü de siyaseti bırakacağını açıkladı. Bu beyan DYP ve SHP’de taşların yeniden dizilmesi zorunluluğu demekti.
1989’da SHP’den Ankara Belediye Başkanı seçilen Murat Karayalçın başarılı belediyeciliği ile dikkatleri üzerinde topluyordu. Erdal İnönü’den sonra partiye genel başkan seçilmesi konusunda geniş bir oydaşma olduğu anlaşılıyordu. Bu olumlu havanın etkisi ile Murat Karayalçın SHP’nin ikinci genel başkanı seçildi. 11 Eylül 1993. Karayalçın 18 Şubat 1995 tarihli birleşme kurultayına kadar genel başkan olarak kaldı. (SHP-CHP birleşme kurultayı)
Bu arada CHP’nin SHP’den ayrılan milletvekilleri ile TBMM’de küçük bir grup kurduğunu hatırlatmak isterim. XIX.dönemin sonuna doğru yeni katılımlarla CHP’nin miletvekili sayısı 42’ye çıktı.
1994 SEÇİM SONUÇLARI KARŞISINDA SHP VE CHP’NİN BİRLEŞMESİ
1985’te SODEP-HP birleşmesi ile bir araya gelen sol, 1992’de CHP’nin kurulmasıyla bir kez daha bölünmüştü. Solda birleşme önerilerini şiddetle reddeden Ecevit (DSP) hakkında bir “bölen” deniliyor sık sık kınanıyordu.
Zaten %25’in üstüne çıkamayan sol şimdi ikiye değil üçe bölünmüş oluyordu. Bir kez daha bir araya gelme zorunluluğu apaçık ortadaydı.
1994 sonuçlarına rağmen Ecevit cephesinden hayır yoktu. Onu kendi kaderi ile başbaşa bırakarak SHP ve CHP birleşme kararı aldılar. Karar doğruydu. İki parti Altı Ok tüzel kişiliği bünyesinde bir araya geleceklerdi.
Karayalçın ve Baykal birleşme kurultayında Hikmet Çetin lehine aday olmadılar. “Hikmet Abi” ilk kurultaya kadar partiyi yönetti: Şubat 1995-Eylül 1995.
9-10 Eylül 1995 tarihleri arasında yapılan 27. Olağan Kurultay’da Baykal, Karayalçın karşısında galip geldi.
DYP-SHP koalisyonu DYP-CHP koalisyonu haline geldi. Koalisyonun sol kanadında epey değişiklikler olmuş, genel başkan ve parti tüzel kişiliği değişmişti. Baykal Çiller’e erken seçim kararı aldırdı. Seçimler 24 Aralık 1995’te yapıldı.
Partiler şu sıralamayla parlamentoya girdiler: Refah Partisi % 21.8, DYP %19, ANAP %19.6, DSP %14.5, CHP %10.5. CHP, Ecevit’in partisinin gerisinde kaldı. TBMM’ne giren sonuncu parti olabildi.
Baykal’ın büyük bir şevkle istediği CHP genel başkanlığı partiye iyi gelmemiş, parti beşinci parti olarak meclise girebilmişti.
BAYKAL’A DAİR İKİ GÖZLEM: BAHRİ SAVCI VE METE TUNÇAY’DAN DUYDUKLARIM
Rahmetli Bahri Savcı Ankara Siyasal’ın efsane hocalarından biriydi. Anayasa hukukçusu ve İnsan Hakları Merkezinin kurucularındandır. Rona Aybay Hoca da Mülkiye’de aynı çevrede bulunmuştu.
Yıl 1961. Belki de Bahri Hoca o sıralarda Kurucu Meclis üyesi idi. Kürsü Doçentinin Mümtaz Soysal Hoca olduğunu tahmin ediyorum. Bir asistan almak istemişler. Kadro ve sınav koşulları ilan edilmiş. Bahri Hoca’dan dinlediğime göre, akıllarında almak istedikleri bir aday da varmış.
Genç Hukuk mezunu Antalyalı Deniz Baykal, jüri karşısında öylesine parlak bir sınav vermiş ki onu almaya karar vermişler. Baykal bütün rakiplerini adeta ezip geçmiş. Asistanlığa alınma hikayesi böyle.
Emin olmamakla birlikte Olcay Hanımla Akçakoca tatili ve yıldırım nikah olayı Mülkiye’ye kabulden hemen sonra olabilir.
Mete Tunçay Hoca’dan dinlediğim hikaye ise onun siyasete karşı olan ilgisinin çok erken dönemine ilişkin bir gözlem.
Mete Tunçay 1936, Baykal 1938 doğumlu. Mete Hoca o tarihte kıdemli asistan doktorasını vermiş. Yavuz Abadan danışmanlığında. Baykal daha çömez Mülkiye Mektebinde.
Mete Hoca, doktora yapan genç asistan arkadaşında gördüğü siyasete sıcak ilgiye olumlu yaklaşmamış.
Siyasal felsefesi, siyasal teori, siyaset sosyolojisi çalış, günlük siyaset ile bu kadar ilgilenme uyarısında bulunmuş. Çok ilginç. Baykal “Abi, siyaset çok zevkli ya… “ demiş.
İlginç bir notla bitireyim dilerseniz. Mete Hoca şöyle demişti. “Ben onun Demirel’in Adalet Partisinden siyasete gireceğini sanmıştım” Bu sözlerde Baykal’ın siyaset ilgisinin erken dönemine ilişkin bir küçümseme (tahfif) vardı.
Mete Hoca şunu demek istiyordu. Baykal’ın siyasi kariyer isteği o kadar kuvveti idi ki ilk seçimde (1965) Adalet Partisinden milletvekili seçilme imkanını yakalasaydı, bu şansı değerlendirmede tereddüt etmezdi.
Sonuç itibariyle Deniz Baykal CHP’nin IV. Genel başkanıdır. O muradına erdi. Ama biz partinin mürüvvetini göremedik.
Çok Okunanlar

Victor Osimhen'in tuttuğu takım belli oldu!

PKK'nın sözde sorumlusundan itiraf geldi

Albay Alper Topsakal ve Kurmay Yarbay Halit Türkoğlu'nun yeni işleri belli oldu

Serbest bırakılan Dilan Polat'tan sürpriz hamle!

Mansur Yavaş cumhurbaşkanlığı anketinin sonuçlarını paylaştı

Blue Ghost uzay aracı Ay'a iniş yaptı

Dilan Polat'tan şoke eden hamle! Hesabını açtı, kan kustu

Bahçeli böyle “Demokratikleşti”!..

Erdoğan'dan Selahattin Demirtaş'a özel izin!

3 Mart günlük burç yorumları: Venüs retrosu ve duygusal dalgalanmalar