Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,8432
Dolar
Arrow
36,4673
İngiliz Sterlini
Arrow
45,9719
Altın
Arrow
3355,0000
BIST
Arrow
9.835

Deniz Baykal CHP’ye nasıl genel başkan oldu?

BAYKAL’IN SİYASET KARİYERİNE  DAİR  GÖZLEMLERİM 

Bu yazımda Baykal’ın CHP’nin  dördüncü genel başkanı  seçilmesinin arka planı  ele alınmıştır 1995’ten   2010’a kadar  devam eden inişli çıkışlı  CHP liderliği  ise     ayrı bir yazının  konusu  olacaktır.

Baykal’ın birtakım avantajları vardı  malum: yakışıklı, karizmatik  ve hitabeti  güçlü idi.  Ankara Hukuku  bitirmiş,  Mülkiye’de asistanlık sınavını kazanmış, doktorasını vermiş ve siyaset bilimi  doçenti olmuştu. 

Akademik birikimiyle, güçlü hitabetiyle  siyaset adamlığına  son derece uygundu. Baykal’dan parti  lideri olurdu, oldu da. 

1960 yazında CHP  genel merkezinde çekilen bir resimde Baykal’ı İsmet Paşa’yı ziyaret eden üniversite öğrencileri içinde görüyoruz.  1938 Antalya doğumlu Baykal  bu tarihte 22  yaşındaydı.   Bu resimden sadece 13 yıl sonra Baykal (1973)  milletvekili   seçildi. 

Ecevit tarafından beğenilmiş, parti elitine kabul edilmiş, Ortanın Solu’nun yükseler dalgası Onu  TBMM ‘ne taşımıştı. 

Baykal, 12 Eylül öncesinde Ecevit  hükümetlerinde  iki kez bakan oldu. Ancak  siyaset tarzından, hal ve hareketlerinden daha fazlasını istediği  belliydi. 

Tahminim şudur ki,  her ne kadar Bülent  Ecevit tarafından elinden tutulup milletvekili  seçilmişse de; o,  Bülent  Bey’i pek beğenmiyordu. Başka bir şekilde  ifade etmek gerekirse, Baykal,  parti liderinin  birikimini  zayıf buluyordu. 

Ecevit, özelllikle 1977 seçimlerinden   sonra  partide  en güçlü  hizibin  Baykalcılar  olduğunu   gördü. Baykal’ın   genel başkanlık koltuğunu  istediğini  anladı.  Çünkü kendisi  de aynı yollardan geçmişti. İsmet Paşa’ya  18.  Kurultay’dan itibaren başkaldırmış, Ecevitçilerin   önderi olmuştu. 

 Bu yoldan gelerek  14 Mayıs  1972 Kurultayında İnönü’yü devirerek CHP’nin üçüncü genel  başkanlığına seçilmişti. Aynı  şey kendi  başına da gelebilirdi. 

DENİZ BAYKAL’I  NEREDE NASIL GÖRDÜM?

Baykal’ı sadece bir kez  gördüm.  O  da Isparta Süleyman Demirel  Üniversitesi’nin  düzenlediği uluslar arası  bir sempozyumda.  Onur konuğu  olarak  davet edilmişti. Tarih 2008  olmalı.  Aynı sempozyumda Andrew   Mango’yu da gördüm. Kaldığımız otelin lobisinde Mango’nun  sohbetinde  bulunanlardan biri de bendim.  

Baykal, bu toplantıda çok etkileyici  bir  açış konuşması  yapmıştı.  Akademik ağırlıklı  bir toplantıya neden  davet edildiğini sonradan  anladım. Üniversite rektörü ortopedist Metin Lütfü Baydar, üç dönem  CHP milletvekili  seçildi. 

Baykal’ın iyi bir  konuşmacı olduğundan  şüphe yoktu. Gözlemlerime dayanarak şunu söyleyebilirim  ki Baykal   muhalefette olmaktan hoşlanıyor  bunun tadını çıkarıyordu. 

BAYKAL’IN  DOKTORA VE DOÇENTLİK TEZLERİ   

Baykal  1963’te  Ankara Siyasal’da doktora tezini savundu. 1961’de 

akademiye   girdikten  iki yıl sonra.  Siyasal’da  yapılan doktora  ve doçentlik  tezlerini inceleyen bir makalede   doktoraya  1959’da başladığı  yazılmış.  Ankara Hukuk  mezunu Baykal  mezuniyetten  hemen sonra komşu fakültede  doktoraya kaydolmuş.  Olcay  Hanım da Siyasal’ın   Maliye  Şubesinde henüz  lisans öğrencisi.  Baykal’ın  doktora Tezinin başlığı : Siyasi  Elit Kuramı (Alanı: siyaset bilimi, savunma tarihi : 14.10.1963)  Doçentlik tezi  ise 1968 tarihli  ve “Siyasal Katılma : Bir Davranış İncelemesi” başlığını taşıyacaktı. 

Aynı zamanlarda  Mete Tunçay da Ankara’da Mülkiye’nin genç akademisyenlerinden biri. 1961’de   “Erkinlik kavramı  başlığı  altında bir tezle   doktorasını vermiş,  Mete Hoca, 1966’da  “Türkiye’de sol akımlar “  ile Doçent  olacaktır.

Tarihlerden  anlaşılacağı üzere,   Baykal  akademiye kabul edildiğinde  Mete Tunçay  doktorasını bitirmiş bir asistandı. Doçentlik aşamasında ise Baykal,  Mete Tunçay  ile arayı hızla kapatmış görünüyor.

BAYKAL’IN  AKADEMİK KARİYERİ  SİYASETE YATIRIM İDİ   

Baykal’ın   1968 tarihli doçentlik tezi  CHP için  yaptığı   bir araştırma projesinden  üretilmiştir.  Pratik ve hedefe uygun bir yol. Hem  partide tanınma  hem de  akademik kariyer açısından  epey faydalı bir yaklaşım. 

Baykal’ın tezi   1970’de  yayınlanmıştır.  AÜSBF yayını olarak. 

Özetle, 1961’de   Mülkiye’ye  asistan olarak  giren  Baykal, 1963’de doktorasını  verdi. 1968’de doçent oldu.  1973’de Antalya  milletvekiliydi. CHP-MSP koalisyonunda  Maliye Bakanı olduğunda  35  yaşındaydı.  

ECEVİT’İN AKADEMİSYEN KADROLARI  İÇİNDE BAYKAL’IN  YERİ 

Ecevit,  1968’den sonra   partideki  “sağ-Atatürkçülük”  çizgisine karşı  şiddetli bir taarruz başlattı. Bu  partide bölünmeye  yol açacaktı. Cumhuriyetçi Güven Partisi bu  ideolojik  krizden doğdu. Ecevit’in başlattığı   hareket elitizme kaşı Ortanın Solu  açılımı  idi. Ecevit anti-elitist bir  elitti aslına bakarsınız. Bu da kendi içinde çelişkiler yaratıyordu. 

Halkçı Ecevit  söyleminin  içeriği  çok anlamlı  bir şekilde  doldurulamamıştı. Bu yazımda  Ecevit halkçılığının  üretici güçler, üretim araçları   ve sınıf ilişkileri düzeylerindeki  afaki teşhislerine değinmeyeceğim. Ecevit solculuğu bana göre  hayalciydi. 

Ama yine de bir cümle ile  değinmeden geçemeyeceğim. Demirel 70’lerde  Ecevit’i  Marksistlikle  suçluyordu. Bu doğru değildi. Bana sorarsanız Ecevit’in  kafası  karışıktı. Söyledikleri ve yazdıkları dikkatle incelendiğinde 80 sonrası uç veren  İkinci  Cumhuriyetçilik  tezlerine  yakın şeyler  söylediği görülür. 

1972 Kurultayında  İsmet Paşa  devrini kapatan Ecevit içlerinde Baykal’ın da olduğu   geniş bir akademisyenler  heyeti  kurmuştu. Parti  seçimleri kazanacak ve bilim yoluyla halka inilecekti. 

Bu  kadro çoğunlukla  Ankara Hukuk ve Siyasal   Bilgiler  fakültelerinin hocalarından  devşirilmişti. Aklıma gelen birkaç ismi hemen söyleyebilirim.  Gündüz Ökçün,  Haluk Ülman, Besim Üstünel, Turan Güneş , Deniz Baykal gibi. Başta isimler de  var elbette. 

Bu isimler  milletvekili  ve senatör seçildiler.   Ecevit  hükümetlerinde bakanlık görevlerine atandılar.  Baykal  XV. Ve XVI . dönemde Antalya  milletvekili seçildi. Maliye ve Enerji Bakanlığı  yaptı. 

12 EYLÜL DÖNEMİNDE  BAYKAL 

12 Eylül darbesinden sonra   Demirel ve Ecevit Hamzakoy’da, Erbakan ve Türkeş  Uzunada’da   TSK  tarafından  “güvence”  altına  alındılar.  Resmi  bildirilerde bu ifade  kullanılıyordu. Aslında bu  ifade  siyasi  parti  liderleri enterne edildiler, gözaltında  tutuluyorlar demekti.  

MGK’nın   tehlikeli bulduğu  politikacılar Ankara Dil Okulunda gözetim altına  alındılar. Baykal da bunlardan biriydi.   Haklarında  kamu davası  açılanlar   tutuklu olarak orada  kaldılar. Örneğin AlparslanTürkeş. Baykal   birkaç ay sonra  serbest bırakıldı. MGK yönetiminin  Baykal hakkkında  şöyle düşündüğünü  sanırım “tehlikeli ama  isnat edilecek  bir suçu yok”  serbest bırakın ama izleyin. 

Ecevit  bu dönemde  ilerdeki  siyasi hayatına  yatırım olmak  üzere askeri rejime  meydan  okuma teşebbüslerinde bulundu. Arayış  Dergisini  çıkarma,  yabancı basına  demeç verme,   basın toplantısı  yapma girişimi,   MGK ve Sıkıyönetim Komutanlığı  bildirilerine uymama, CHP genel başkanlığından  istifasını  bir beyanname ile halka   duyurmaya teşebbüs  gibi. 

Bu eylemleri  nedeniyle  iki kez de  cezaevine girdi.  Kısa sürelerle. Cunta Ecevit’e  kısa  süreli  gözdağı  cezaları verdiriyordu. Daha fazla ileri gitmiyordu. 

Ecevit   de cuntanın hapse attığı  lider konumundan azami faydalanmak için elinden  geleni yaptı. Mektuplarını  bastırdığı  cezaevi antetli  kağıtlara  yazıyordu. İşte  burası siyasi  gösteriydi.  

Demirel  siyasilerin   hepsinden akıllı olduğu  için  siperlere indi. Zamanın  gelmesini beklemeye başladı. Baykal da Demirel gibi davranacaktı. 

12 EYLÜLDEN SONRA  BAYKAL 

12 Eylül gerçekleştiğinde Baykal’ı Demirel tarzı bir tutum  içinde gördük. Ecevit’in tersine.  Bu “zamanın  gelmesini, uygun koşulların doğmasını  beklemek” demekti. 

1982 Anayasası  eski  siyasi elite  bir  dizi  yasak getirmişti.   Cunta mutemet bir siyasi elit yaratmak  düşüncesindeydi. Bu nedenle Demirel ve Baykal ekiplerinin  “tanımlı  siyasete  sızma girişimi “  Milli Güvenlik Konseyi tarafından  şiddetli bir  tepki ile kaşılandı.  Mevcut hukuk  düzeninde bile  yeni olmayan “Zincirbozan Sürgününe” gönderildiler. 

Zincirbozan  sürgünü günlerinde Demirel ve Baykal’ın MGK başkanlığına gönderdikleri  mektuplar  Türk  demokrasi  tarihi açısından anlamlıdır.  Her iki  siyasetçi de   Türkiye’nin  iki yüz yıllık  hukuk  devleti  mücadelesinden   sonra Habeas Corpus Act’ın  gerisinde bir  düzeye  düştüğüne işaret  ediyordu. 

Gene de sürgün rejimi  başarılı  oldu. Parlamento ve  hükümet MGK’nın onay verdiği   bir  şekilde teşekkül etti. İktidar Özal’ın partisine verildi. (1983)

MİLLİ  GÜVENLİK  KONSEYİ KARARLARI  VE ZİNCİRBOZAN SÜRGÜNÜ 

MGK,  anayasa ve   temel  yasaların hepsini   çıkardıktan sonra çok  partili siyasal  hayata  dönüş takvimini başlattı. Bu askeri rejim koşullarında  göreli serbestinin olduğunu  bir dönemin  açılması demekti. 

Anayasada eski siyasi  kadrolara   yönelik 5  ve 10  yıllık   yasaklılık  kategorileri vardı.  Konsey, sadece  Turhan Feyzioğlu’yu  kurtaracak bir  formül  bulmuştu. 

Deniz Baykal’ın  içinde bulunduğu siyasetçi grubu  (1977-1980 arası TBMM üyeleri)  5 yıl süreyle siyasetten   yasaklanmıştı. Pratik olarak  bu yasak  sadece  aday olamama, seçilememe   anlamına geliyordu. 

Diğer yasakların uygulanması fiilen imkansızdı.  MGK, yeni rejimi  delmeye çalışan eski siyasetçileri Zincirbozan Askeri  Tesislerine  sürgün etti.  

Bu defa  uygulamanın adı “zorunlu ikamete  tabi tutulma”  olacaktı.  Bu aslında  Osmanlı’nın “nefy”  cezası idi. Gerçekte ise,   askeri  rejimin  steril siyaset  alanına eskilerin sızma teşebbüsüne karşı  alınmış bir cunta  önlemiydi. 

MGK’nın  79 sayılı  kararı 16 eski siyaset adamını Zincirbozan’da topladı. Bu bir çeşit  toplama  kampı idi.  (2 Haziran 1983) 

Bu isimler içinde Süleyman  Demirel,  Sadettin  Bilgiç, İhsan Sabri Çağlayangil, Hüsamettin Cindoruk, Nahit Menteşe, Mehmet Gölhan, Ali Naili Erdem, Ekrem Ceyhun   gibi  AP’liler   ile Deniz Baykal,  Süleyman Genç, Sırrı Atalay,  Yüksel Çakmur, Celal Doğan  gibi CHP’liler  de   vardı. 

Baykal,  Zincirbozan  sürgününün askeri  rejimin kendi  koyduğu  geçiş süreci mevzuatına  aykırı  olduğunu  çok sağlam   hukuki  argümanlarla  kanıtlayan bir  dilekçe-mektup   yazdı. Milli Güvenlik  konseyine iletti.  

Dilekçede Baykal,   79 sayılı kararın  fiili tutuklama  olduğunu, iddianamesiz, savunmasız,  yargılamasız, kanunsuz ve yetkisiz,  yargı organı dışında   bir  karar olduğunu  yazdı. Bu karar  ile Konsey’in  yürürlükteki anayasayı ihlal ettiğini   söyledi.  Son derece haklıydı. 

Baykal  dilekçesini “ Avrupa’da  700 yıl önce  Magna Carta ve Habeas Corpus  Act ile  güvence altına alınan   temel hakların 1983 Türkiyesinde  ihlal  edildiğini”   söyleyerek  bitiriyordu.  

12 EYLÜLDEN  I992’YE KADAR SİYASİ PARTİLER  

Bu başlığa   benim için çok önemli bir  hatıra ile  başlamak isterim. 

Rahmetli   babam   hayatı boyunca Demokrat Parti ve Adalet Partisine oy  vermişti. Anlayacağınız  Menderes  ve Demirel’i desteklemişti. Kızardım   babama.  Ama  yıllar geçtikçe  onu çok iyi anladım. Mesele sınıf   bilinci   meselesiydi. 

12 Eylül rejimini de (bu Kenan Paşa  demekti)  kanlı şiddet olaylarını  durdurduğu ve  kamu düzenini  teessüs ettirdiği için  desteklemişti.  Şiddet bitmişti ve çocukları  endişesiz bir şekilde  okullarına  gidebiliyorlardı.  Ülkenin  içinde bulunduğu  totaliter  rejime huzur ve  güven ortamı  deniliyordu. Ülkedeki ağır baskıcı  rejim ve hürriyetsizlik  babam açısından çok önemli değildi. 

Gün geldi. Milli Güvenlik Konseyi faaliyetleri  durdurulan bütün siyasi  partileri kapattı. CHP’yi de. CHP’nin kapatılmasına  rahmetli   babam benim hiç beklemediğim  bir  tepki gösterdi “Bak bu olmadı işte Paşa...”  dedi. Evren rejiminin   bu  kararına kızmıştı. “O Atatürk’ün partisiydi” dedi. Kendi partisinin (AP)  kapatılmasına  rıza gösteriyor  ama CHP’nin  kapatılmasını  meşru bulmuyordu. Bu tepkide Atatürk’e sadakat vardı. Zaman geçtikçe babamın bu tepkisi   çok iyi  anladım.

Sonuçta CHP de  kapatılmış  partilerden biri oldu. Altı  Oklu tabelalar söküldü, İl ve ilçe örgütleri mühürlendi. 

Milli Güvenlik Konseyi   bununla  yepyeni  siyasi aktörler, siyasi  partiler yaratabileceğini  düşünmüştü.  Ama bu siyasetin  tabiatına aykırıydı. 

Özal ve Sunalp Paşa  bu yıkıcı  karardan   en fazla yararlanan siyasetçiler oldular.  MGK,  eskiyi tamamen siliyoruz derken iktida bir MSP’li ve “Nakşi” olan Turgut Özal’ın eline düştü. Kenan Paşa ve arkadaşları buna onay verdiler. 

Ama rejim normalleştikçe, eskinin siyasi partileri  başka ad ve  amblemlerle  ortaya çıkmaya başladılar Milli görüşçüler Refah Partisini, MHP’liler MÇP’yi, CHP’liler SODEP     ve Halkçı Partiyi kurdular. 

CHP’nin   üçüncü genel başkanı  Ecevit ise Rahşan Hanım’a DSP yi kurdurmuş, diğerlerine kapıyı kapatmıştı.  Kapatılan  Adalet Partisi  ise Dr. Yıldırım Avcı ve Hüsamettin Cindoruk’un emanetçi  genel başkanlıkları ile  yoluna devam ediyordu.  Bu isimler  Demirel’in  sadık adamlarıydı. Partiyi ona vekaleten yönetiyorlardı. 

1987’den itibaren, Türk siyasetinde  yeni adlarla  faaliyetlerini  devam ettiren eski siyasi partiler (CHP, AP, MSP, MHP)   SHP, DYP, RP, MÇP   tüzel kişilikleri ile altında  siyaset meydanında idiler.  Bu cephe  rejimin mimarı Evren ve ondan nemalanan  iktidar  partisi ANAP ve Özal karşısında mevzilendi. Siyasette bütün dinamikler  değişti.  Sahaya eskiler  indi.  Yasal engelleri aşmak  için  “uydurulmuş”  parti  isimleriyle  siyaset  1991’e kadar  sürdü.  ANAP iktidardan düştü. Koşullar daha da   değişti. 

 Kapatılan  partilerin  yeniden  örgütlenmesine imkan veren  kanundan sonra  Demirel ve Erbakan  eski parti  adlarını önemsemediler. DYP,  Adalet Partisi amblemini küçük değişikliklerle  kabul etti. Bu  Kırattı. Yani “Demirkırat”.

Milli  görüşçüler MSP’nin   yeniden kurulması ile ilgilenmediler.  O cehahta kimin kim olduğu zaten çok iyi biliniyordu. İsim  amblem önemli değildi. Onlar İslamcıydı. Bir gün Adil Düzeni  kuracaklarını  iddia ediyorlardı.  MÇP’nin  MHP’lileşmesi de çok  kolay oldu. Başbuğ törenlerle geri döndü. 

1991’de Alparslan  Türkeş  ve Aykut Edibali  Erbakan ile seçim ittifakı yaparak  (Refah çatısı  altında) parlamentoya girdiler, sonra kendi partilerine döndüler. 

Ama  CHP’liler  için  durum farklıydı. Şu nedenle: Parlamentoda  fiilen  CHP olan bir  parti  zaten vardı. Bu  Erdal İnönü’nün  genel başkanı olduğu Sosyal Demokrat Halkçı Partiydi. Merkez solun ana gövdesini   bu  parti  taşıyordu.   CHP’nin üçüncü genel başkanı Ecevit  “ben demokratik solcuyum. Sosyal demokrat değilim”   diyerek  solda birleşme görüşmelerini   daha baştan veto ediyordu. 

Bence Ecevit’in  meselesi tamamen  hissiydi. Genel  başkanlığı sırasında   delege oyunlarıyla  kendisini abluka altına almaya çalışan  hiziplere, özellikle Baykal’a  duyduğu  nefret   tutumunun temel nedeniydi.

BAYKAL YENİDEN  MECLİSTE (1987) 

1983 seçimleri  ile   teşekkül eden  parlamento  icazetli bir parlamentodur. Türk demokrasi tarihinde en az siyasi parti ile gerçekleştirilen bir  seçim yapılmıştı.  Bu seçimlerle  Konsey’in vesayeti altında  çifte vetolu  barajlarla ANAP  iktidara geldi. Daha doğrusu getirildi. 

Çifte barajlı  veto sistemi   sayesinde   beynelmilel kapitalizmin  Türkiye temsilcisi Özal’ın ANAP’ı  iktidarı  devraldı. 

Türkiye’de   sivil toplumcu ve liberal demokrat olarak   tanıtılan Özal  yasaklardan   fevkalade   memnundu. Halbuki   yasakların tamamını    ana muhalefet partisi Halkçı Parti ile birlikte hemen  kaldırabilirdi.  

Özal, Anayasanın geçici  1. Ve 4. Maddelerinden  kaynaklanan  yasaklara “milli  iradenin  karar verdiğini”  söylüyor, Kenan Evren’in   arkasında mevzileniyordu. 

1987’ye kadar   muhalif  siyasi partilerin mücadelesi  sonunda  yasakları  kaldıran anayasa  değişikliği gerçekleşti.   Özal,   daha  sandıklar  kapanmadan  baskın erken seçim  kararı aldı. 

Deniz Baykal,  12   Eylül 1987’de  ıskat edildiği TBMM’ne   bu seçimle döndü.   Gene Antalya milletvekiliydi.  Bu  kez partisi  Sosyal Demokrat Halkçı Parti idi. Partinin  adı CHP’ye benzesin  diye yazım kurallarına  aykırı  bir şekilde Sosyaldemokrat  Halkçı Parti  diye yazılıyordu. 

Eski siyasi partilerin  ad ve amblemlerinin  alınamadığı   “ yeni siyasette”  merkez solun  iki partisi SODEP ve Halkçı Parti  Anayasanın  84. Maddesini  dolambaçlı yollardan aşarak SHP  tüzel kişiliğinde birleşmişlerdi. 

Aydın Güven Gürkan’ın feragatiyle Fizik Profesörü  Erdal İnönü SHP’nin  genel başkanı olmuştu.  Baykal  İnönü’nün  genel başkanı  olduğu SHP’nin Antalya milletvekili  oldu. 

Baykal  1973’ten itibaren  CHP genel başkanlığına kendisini  layık görüyordu. Bu kesin.  Bu kez SHP  genel başkanlığı    için en uygun ismin kendisi  olduğunu  düşünüyor olmalıydı. 

Erdal İnönü, Baykal’ın ihtirasını  demokratik  tolerans  tebessümleriyle karşılıyor, umursamıyordu. Benzer bir durum Ecevit  için kesinlikle söz konusu olamazdı.  Baykal’ın  1970’lerden  beri  asıl istediği Gazi’nin  koltuğu  idi. 

Baykal, genel başkanın  altını   oyma  siyaseti ile önce genel   sekreter oldu.  Arkasından üç kez  İnönüye karşı aday oldu. Kaybetti. 

İnönü,   kurultaylarda “o kadar da meraklısı değilim.  İsterseniz  bırakır  giderim”  havasında  konuştu. Delegeler  Erdal İnönü’nün  gerilimsiz   genel başkanlığından memnundu. Tekrar tekrar  onu seçtiler. Baykal’ı değil. 

Çok basit  bir nedenle.  Partiyi bir arada  tutan güç “İnönü”  soyadı idi. 

Durum apaçık belli olmuştu.  Erdal İnönü genel başkanlıktan çekilmedikçe, Baykal’ın karizması  ne olursa olsun Büyük Kurultay,  İnönü’yü seçecekti.  Baykal  parti  örgütünde gücünü koruyor  ama  genel başkan  seçilemiyordu.

KOŞULLAR  DEĞİŞİYOR- CHP YENİDEN KURULUYOR   

1987’de yapılan referandum  Türk siyasetinde  birçok dengeyi  değiştirmişti.   Her ne kadar anayasayı  değiştirme çoğunluğu ile ilgili   çok önemli bir kozu  Özal’a sağlamış olsa da.  Bu imkandan ilerde AKP yararlanacak  ve rejimi değiştirecek. 

Buna rağmen, Özal 1987’de  temsil adaletini olağan üstü  bozan seçim seçim sistemi sayesinde (%36 oy 2/3 ye yakın  TBMM  üyesi)  1989’da  Çankaya’ya çıktı. 

Ancak bu durum  geride bıraktığı kendi partisi  ile ilgili sorunlar yarattı. Sonunda parti başkanlığı Mesut Yılmaz da kaldı.

Mesut Yılmaz haklı olarak   Özal’ın  fiili  başkanlık  rejimini  by-pass edebilmek için  Demirel ve  İnönü  ile anlaşarak   erken  genel  seçime  gitti. 

YENİDEN KURULMA KURULTAYI 

Türkiye’de ilk koalisyon 1961’de yapılmıştı. O tarihlerde    AP ve CHP kendilerini sağcı ve solcu olarak tanımlamıyorlardı. Koalisyon  İnönü ve Gümüşpala’nın imzaladığı protokole  göre gerçekleşti. 

Aradan 30 geçtikten  ve Türk siyaseti epey badireler atlattıktan sonra bu iki  köklü  gelenek, bu defa  DYP ve SHP kimlikleri altında  koalisyon  yaptı.  Başbakan  Demirel, başbakan yardımcısı Erdal İnönü oldu. (1991) 

Bu hükümetin  siyasi tarihimiz  açısından en anlamlı tasarrufu  cumhuriyet  tarihi  boyunca kapatılmış  bütün  siyasi  partilerin yeniden   kurulmalarını  sağlayan kanunu  çıkarmış olmasıdır. 

Kanuna göre  kapatılmış partiler en  son büyük kurultaylarındaki  üyelerle toplanarak  parti yetkili  organlarını  teşekkül ettirecekler; bu suretle  münfesih parti  yeniden tüzel kişilik kazanacaktı.  Parti  kapatıldığında  hazineye intikal eden mallarını  geri  alabilecekti. 

CHP 3821 sayılı  yasaya dayanarak  9 Eylül  1992’de  yeniden  tüzel kişilik kazandı. 

Coşkulu  geçen  kurultaya partinin  üçüncü genel başkanı Bülent Ecevit’in sadece  başarı  telgrafı  göndermesi üzüntü verici oldu. Ecevit mesajı ile  Cumhuriyet Halk Partisi    beni ilgilendirmiyor  demek istiyordu. Oysa ki  ilgilendirmeliydi. Neticede  kurultayı  Erol Tuncer karşısında  Baykal kazandı.  

CUMHURBAŞKANLIĞI  VE  MAHALLİ  İDARELER   SEÇİMLERİ

1992’de kapatılan  siyasi partilerin yeniden kurulmasına imkan sağlayan yasa  Baykal  ve ekibine CHP yönetimini ele geçirme  fırsatı  sağladı.

Baykal ve İsmail Cem  ittifak  yaparak kendi önderlikleri   etrafında  bir siyaset  odağı  örgütlemek  istediler. 

Bu proje  başlangıçta gerçekçi  görünmüyordu. SHP  tüzel  kişiliğine  rağmen CHP kurulsa  bile neyi başarabilirdi?  Bu başka  gerçek de   merkez sol  yeni partiler doğurdukça   büyüyeceğine küçülüyordu. 

CHP    yeniden  kurulduktan sonra  SHP’den ayrılarak CHP’ye katılan milletvekilleri ile  parlamentoda küçük bir grup oluşturuldu. Burada  grup  kavramı parlamento  hukuku  anlamındadır.    Partinin ilk seçim tecrübesi  1993  cumhurbaşkanlığı  seçimi oldu.  CHP İsmail Cem’i aday gösterdi. Bu elbette partinin   meclisteki varlığını kanıtlamaya yönelik sembolik bir  eylemdi. İsmail Cem’in  Demirel  karşısında  üçüncü turda aldığı oy  sadece  27  olacaktı. 

CHP’nin   iştirak ettiği ilk seçim Özal’ın ölümü üzerine boşalan  cumhurbaşkanlığı seçimidir. 

Henüz küçük bir  grubu olan CHP,  koalisyon ortakları DYP ve SHP’nin  ortak adayı Süleyman Demirel’in karşısına İsmail Cem’i çıkardı. Sonuç üçüncü turda alındı.  Oyların  dağımı şöyleydi. Süleyman Demirel  (244), Kamran İnan (94), Lütfi Doğan (47), İsmail Cem (27) 

CHP’nin  ilk gerçek seçim  sınavı 1994  mahalli  idareler  seçimlerinde olacaktı. Bu seçimler   yaklaşmakta olan  İslamcılık   tehlikesini çok açık   bir şekilde  göstermişti.  Sağda ve solda  bölünme, Ankara’da Gökçek, İstanbul’da  Erdoğan’ın   seçilmesine  imkan sağladı. 

1994 Martında yapılan  genel yerel seçimler Baykal önderliğindeki CHP’nin, SHP ve DSP’sinin gerisinden geldiğini gösteriyordu. CHP solda sonuncu partiydi.  CHP  İstanbul’da Ertuğrul Günay’ı, Ankara’da Korel Göymen’i aday gösterdi.  Her iki aday da bir varlık  gösteremedi. Oyların  bölünmesi her yerde Refah Partisinin  kazanmasına yol açtı. 

Türkiye  geneli   sonuçlarına    bir   göz atalım dilerseniz:  DYP %21, ANAP %21, RP %19, SHP %13.6, DSP %8.8, CHP %4.6. 

Durum vahimdi. Her yerde kaybediliyordu.  Bunun üzerine SHP ve CHP Hikmet Abi’nin (Hikmet Çetin)  duayen-hakemliğinde birleşme kararı aldı.  Birleşme Atatürk’ün Altı Oklu ambleminin  altında gerçekleşecekti.. 

Birkaç  ay sonra yeni CHP’nin parti yönetimini belirlemek üzere  yapılan kurultayda demokratik ama kıran kırana bir  yarış oldu. Baykal  seçimi kazandı. Bir kez  daha  CHP’nin genel başkanı  oldu. Artık  tek  bir parti vardı: Cumhuriyet Halk Partisi ve kurultayın  seçtiği önder Deniz Baykaldı.  

 Ama görülen oydu ki, merkez sol   seçmen, Baykal’ın önderliğine özel bir  prim vermiyordu.  İlk genel  seçimde (1995) Baykal yönetimindeki CHP, baraji  çok az   bir farkla  aşarak  TBMM’ne  girebildi: %10.5.   Sola  oy veren seçmen bir Ecevit Fan Klubü  izlenimi veren DSP’yi,  Baykal’ın önüne geçirdi. %14.5  Ben de   Ecevit’e oy vermiştim o şeçimde.  Toplam oya baktığımızda  değişen bir şey yoktu. %25. Bu da  CHP’nin 1969 seçiminin  bile gerisinde kalması   demekti. 


MURAT KARAYALÇIN  FAKTÖRÜ 

Demirel’in Çankaya’ya çıkmasından  sonra Erdal İnönü de  siyaseti  bırakacağını  açıkladı. Bu  beyan   DYP ve SHP’de taşların  yeniden dizilmesi  zorunluluğu  demekti.   

1989’da SHP’den Ankara Belediye Başkanı  seçilen Murat Karayalçın  başarılı  belediyeciliği ile dikkatleri   üzerinde topluyordu. Erdal İnönü’den  sonra  partiye  genel başkan  seçilmesi konusunda geniş bir oydaşma  olduğu  anlaşılıyordu. Bu  olumlu havanın etkisi  ile Murat Karayalçın SHP’nin  ikinci  genel başkanı seçildi.  11 Eylül 1993. Karayalçın 18 Şubat 1995   tarihli   birleşme  kurultayına kadar genel başkan olarak  kaldı. (SHP-CHP  birleşme  kurultayı) 

Bu arada CHP’nin  SHP’den ayrılan  milletvekilleri  ile TBMM’de  küçük bir grup kurduğunu  hatırlatmak isterim. XIX.dönemin sonuna doğru  yeni  katılımlarla   CHP’nin miletvekili sayısı 42’ye çıktı. 

1994  SEÇİM SONUÇLARI  KARŞISINDA   SHP VE CHP’NİN BİRLEŞMESİ

1985’te SODEP-HP   birleşmesi ile bir araya gelen  sol, 1992’de CHP’nin kurulmasıyla  bir kez daha bölünmüştü.  Solda  birleşme önerilerini şiddetle reddeden Ecevit (DSP)  hakkında bir  “bölen” deniliyor sık sık kınanıyordu.  

Zaten %25’in üstüne çıkamayan  sol şimdi ikiye   değil üçe bölünmüş oluyordu. Bir kez daha  bir araya gelme   zorunluluğu   apaçık ortadaydı. 

1994   sonuçlarına  rağmen  Ecevit cephesinden hayır  yoktu.  Onu kendi kaderi  ile başbaşa  bırakarak SHP ve CHP birleşme kararı  aldılar.   Karar  doğruydu.  İki parti Altı Ok tüzel kişiliği bünyesinde  bir araya  geleceklerdi. 

Karayalçın ve Baykal   birleşme kurultayında Hikmet Çetin  lehine aday olmadılar. “Hikmet Abi”  ilk kurultaya  kadar partiyi yönetti: Şubat 1995-Eylül 1995. 

9-10 Eylül 1995 tarihleri arasında   yapılan 27. Olağan Kurultay’da Baykal, Karayalçın karşısında  galip geldi. 

DYP-SHP  koalisyonu DYP-CHP  koalisyonu  haline geldi.   Koalisyonun  sol kanadında  epey değişiklikler olmuş,  genel  başkan  ve parti tüzel kişiliği değişmişti.  Baykal Çiller’e    erken seçim kararı aldırdı.  Seçimler 24 Aralık 1995’te yapıldı. 

Partiler şu sıralamayla parlamentoya girdiler:  Refah Partisi  % 21.8,  DYP %19, ANAP %19.6, DSP %14.5, CHP %10.5.  CHP, Ecevit’in   partisinin gerisinde kaldı. TBMM’ne giren  sonuncu  parti olabildi. 

Baykal’ın büyük bir şevkle istediği  CHP  genel başkanlığı  partiye iyi gelmemiş,  parti beşinci parti  olarak meclise girebilmişti. 

BAYKAL’A  DAİR İKİ GÖZLEM: BAHRİ SAVCI VE  METE TUNÇAY’DAN DUYDUKLARIM 

Rahmetli Bahri Savcı  Ankara Siyasal’ın  efsane  hocalarından  biriydi. Anayasa  hukukçusu ve  İnsan Hakları Merkezinin   kurucularındandır. Rona Aybay Hoca da  Mülkiye’de aynı çevrede bulunmuştu. 

Yıl 1961.  Belki de  Bahri Hoca o sıralarda Kurucu  Meclis  üyesi   idi.  Kürsü Doçentinin Mümtaz Soysal Hoca olduğunu  tahmin ediyorum.  Bir asistan almak istemişler. Kadro ve sınav  koşulları  ilan edilmiş. Bahri Hoca’dan dinlediğime göre, akıllarında  almak istedikleri  bir aday da varmış. 

Genç Hukuk  mezunu Antalyalı Deniz Baykal, jüri karşısında öylesine  parlak bir  sınav vermiş ki  onu  almaya karar vermişler.  Baykal bütün rakiplerini  adeta ezip geçmiş. Asistanlığa alınma  hikayesi  böyle. 

Emin olmamakla birlikte  Olcay Hanımla  Akçakoca  tatili  ve yıldırım  nikah olayı  Mülkiye’ye kabulden hemen sonra  olabilir. 

Mete Tunçay Hoca’dan dinlediğim hikaye ise onun  siyasete  karşı olan  ilgisinin  çok erken dönemine  ilişkin bir gözlem. 

Mete Tunçay 1936,  Baykal  1938 doğumlu. Mete Hoca o tarihte  kıdemli asistan doktorasını vermiş. Yavuz Abadan danışmanlığında. Baykal  daha çömez Mülkiye Mektebinde.

Mete Hoca,  doktora yapan genç asistan arkadaşında  gördüğü  siyasete sıcak ilgiye olumlu yaklaşmamış. 

Siyasal felsefesi,   siyasal teori, siyaset sosyolojisi  çalış,  günlük siyaset  ile  bu kadar ilgilenme uyarısında  bulunmuş.  Çok ilginç.  Baykal “Abi, siyaset çok  zevkli ya… “  demiş. 

İlginç bir notla bitireyim dilerseniz. Mete Hoca şöyle demişti. “Ben onun Demirel’in Adalet Partisinden  siyasete gireceğini  sanmıştım” Bu sözlerde  Baykal’ın siyaset  ilgisinin  erken dönemine ilişkin  bir küçümseme (tahfif)  vardı. 

Mete Hoca  şunu demek istiyordu. Baykal’ın siyasi  kariyer isteği o kadar   kuvveti idi ki  ilk seçimde (1965) Adalet Partisinden  milletvekili  seçilme  imkanını  yakalasaydı, bu şansı değerlendirmede tereddüt etmezdi.

Sonuç itibariyle Deniz Baykal CHP’nin  IV.  Genel başkanıdır. O  muradına erdi. Ama biz  partinin mürüvvetini göremedik.