Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Millet İttifakına Külliye’den bakmak

KÜLLİYE’DE  “CUMHURİYET DEVRİMİ”   RESEPSİYONU

29 Ekim günü  Külliye’de   bir resepsiyon düzenlendi. Üzülerek belirtmeliyim ki orada  monarşiyi tarihe  intikal ettiren  cumhuriyet  devrimini  göremedim. Başka  bir şey gördüm. 

Öncelikle davete katılmayanları  sayalım.  Ana muhalefet partisi CHP, MHP ve DEM parti. Katılmayan  partilerin  her birinin  kendine göre hesabı olduğu  apaçık  belli. 

Medya’da paylaşılan  resimde ön sırada  oturan davetliler oldukça ilginç isimlerden oluşuyor. 

En sağda  Sinan Oğan,  sonra sırasıyla Saadet Partisi  başkanı Mahmut Arıkan, Gelecek partisi  genel başkanı Ahmet  Davutoğlu,  DEVA Partisi  başkanı Ali Babacan,  DSP genel başkanı Önder Aksakal, cumhurbaşkanına yakın  bir konumda cumhur ittifakının  küçük ama  “sonuç belirleyici  aktörleri” HÜDA Par başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve YRP  başkanı Fatih Erbakan. İki eski başbakan da oradaydı. Biri Demirel’in vitrininden başbakanlığa  sıçrayan Tansu Çiller diğeri de son başbakan Binali Yıldırım. 

Şimdi   resepsiyona   katılanların siyasi   kimliklerine bir göz  atalım dilerseniz:  Sinan Oğan’dan başlayalım. Oğan, Ümit Özdağ’ın  Zafer Partisi  adayı olarak  öne  sürdüğü adaydı. İlk turda Erdoğan’ın rakibi  ikinci turda  destekçisi oldu. İlk  turda aldığı 2.8 milyon oy neden verilmişti anlaşılır gibi  değildi. Ümit Özdağ ise, tutanak  altına alınmış koşullarla ikinci  turda Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini  söyledi.En önemli  koşul kendisine İçişleri  bakanlığının verilmesi idi. 

Temel  Karamollaoğlu’nun çekilmesi üzerine, Saadet Partisi genel başkanlığına  seçilen Mahmut Arıkan da oradaydı. Arıkan,  CHP  listesinden   Kayseri  milletvekili  seçilmişti. Sonra sırasıyla “siyasetin kendisine ihtiyaç duyduğunu vehmeden Davutoğlu ve diğerleri sıralanıyorlardı.  

Son zamanlarda AKP kadrolarıyla samimi  görüntüler veren Ali Babacan da davetliler arasındaydı.   Babacan  AKP’den ayrıldığında  onu ABD’nin  Türkiye üzerine yeni bir  projesi  olarak tasavvur etmiştim.  Global sermaye bu kez “İslamcı Babacanı”  sahaya  sürüyor  diye düşünmüştüm.  Süreci izledim. Olayın başlangıç evresine ilişkin düşüncelerim  yine aynıdır. Ama sonra  hesap   değişti. ABD  Erdoğan ile  yola devam  kararı aldı. 

Son günlerde Babacan AKP’den kopuşunu  “kuruluş ayarlarından uzaklaşmaya “ bağlıyor. “Biz CHP ile bile bir araya geldik”  diyerek aslında AKP’ye kapıyı açık tutuyor. DSP  Genel başkanı   Aksakal’ın  orada  ne aradığını  Bülent Bey’e ahirette açıklayabileceğini  umarım. 

Kürtçü, federasyoncu, ümmetçi, karşı  devrimciHüda-Par’ın  genel başkanı Yapıcıoğlu da  ön sıradaydı. Onu samimi  buluyorum.  Hiç lafı dolandırmadan “Atatürk  cumhuriyetine” karşı olduğunu açıkça beyan ediyor. Şeyh Sait’i   davasında  haklı bir  din alimi  olarak gördüğünü söylüyor. HÜDA- PAR  AKP’nin eteklerine  tutunarak  TBMM’ne girmişti  malumunuz. İhtiyaç halinde AKP’nin  gönül  rahatlığı ile müracaat edebileceği bir  parti.  Necmettin Erbakan’ın  oğluFatih Erbakan  ise  şimdilerde Yeniden Refah Partisi  genel başkanı. Onun da  başka hesapları var. Bence asıl planı, babasına ihanet etmiş olarak  gördüğü Erdoğan’ı  tasfiye etmek  ve İslamcılık siyasetinin lideri olmak. 

Ön sıranın  sol başındakiler ise  Binali Yıldırım ve Tansu Çillerdi.  Yıldırım’ın  Erdoğan’ın  her konuda “jokeri”  olarak orada olması  normal. Sultan II. Mahmut’un Rauf Paşa’ya başvekil  ünvanını  verdiği  1838’den itibaren varolan  “başbakanlık makamı”  onun zamanında  tarihe karıştı. Binali Bey, bir anlamda Cumhuriyetin Tevfik Paşa’sı oldu.  Eski başbakanlarımızdan Tansu Çiller’in  orada  bulunma saikiuzun bir yazıyı hak ediyor doğrusu. Onun için şimdilik  bir kenarda dursun. 

Cumhuriyet resepsiyonuna   Hahambaşı, Rum ve Ermeni  patriklerinin  davet edilmeleri elbette  yerinde.  Ama gerçek  düşünce  arka planı cumhuriyetçilik  değil. Osmanlıcık  öykünmesi. 

Cumhuriyet devrimi  resepsiyonunda  “kuran tilavetinin” anlamı üzerinde  durmak gerek.  Ama koşullar gereği  daha fazla yazamayacağım. Aklıma düşen ve sizlerle  paylaşmak istediğim bir nokta şu:  Çiller   dua faslına ezberindeki hangi sureyle  katıldı acaba?  Çok merak ediyorum doğrusu. 

CUMHUR İTTİFAKININ BAŞARI  NEDENLERİ

Millet ittifakı muhalif kesimlerde  büyük umutlar yaratmıştı. Sonuç  hayal kırıklığı oldu. Erdoğan bir kez   daha iktidarı aldı.  Cumhur ittifakı Mecliste de yeterli bir çoğunluğa  ulaştı. 

Erdoğan’ın başarısının  nedeni  “tutucu-sağın” CHP’yi iktidara getirmeme refleksini  iyi  yönetmiş olmasıdır. 

Buna başka iç ve dış etmenleri de eklemek  gerekir. İç ve dış etmenlerden  neyi kastettiğim  hususunda  her kesin  bir fikri olduğunu tahmin ederim. 

Neticede Erdoğan bütün kamu gücünü   kulanarak, Hüda-Par’danYRP’ye;  BB, MHP,  DSP ve Sinan Oğan’a   kadar bir çok aktörü kendi saflarına katarak  seçimin ikinci turunu kazandı. Oğan’ın transferi  bugünden  bakıldığında şaşırtıcı değildir. Böylece Erdoğan ikinci turda  arayı  açarak gücünü  konsolide etme imkanını buldu. Her şeyini ortaya koyan muhalefet %48’den öteye geçemedi. 

2017  REJİMİNİ NASIL TANIMLAMALIYIZ?  

Öncelikle Anayasa’nın “mühürsüz oylar  şaibesi altında”  değiştiğini  bir yere not edelim.  Muhalefet  Kılıçdaroğu’nun engellemesi yüzünden, halkoylamasının  meşruiyetini yeterince güçlü bir şekilde  tartışamadı. Oysa ki  konu son derece  önemliydi. Bunun sonuçlarının  neler olabileceğini Türkiye sonradan  acı bir şekilde  öğrenecekti. 

Neticede Kemal Gözler Hoca’nın  ifadesiyle   bir “neverland” sistemi  yürürlüğe girdi.  Gözler’in   bu teşhisini tamamlayan  bir başka ifadesi  “anayasasız  devlet”    olmuştur.  Her iki kavramı da  son derece  açıklayıcı  buluyorum. 

MİLLET İTTİFAKININ  PUSULASIZLIĞI

Millet ittifakına gelince,  temel mesele  pusulasızlık ve gerçek bir önderin  olmaması idi. Halk   gerçek anlamda bir  önderlik  ve meydan  okuma  göremedi. 

Altı parti genel başkanının bir masa etrafında oturup konuştuğu “collegial” görüntü  bir mana  ifade etmedi. Sonunda ifade edildiği üzere altısı  bir “Erdoğan etmedi” 

Masanın etrafında  oturanlar-Temel Karamollaoğlu  istisnası  ile-hep birbirini kolladılar. İttifakın   geleceğe ilişkin projeksiyonu inandırıcı  bulunmadı. Kılıçdaroğu’nun  vaatleri umursanmadı. 

İttifak  komisyonlarının  aylarca üzerinde çalıştığı “anayasa  değişikliği” taslağı  akademik bir metindi.  Çalışmaların sonunda deklare edilen “güçlendirilmiş parlamenter  rejim  protokolü”   halk nezdinde pek ilgi uyandırmadı. 

İmamoğlu  veya Yavaş’ın adaylığını  engelleyen   Kılıçdaroğlu idi. Durum bu olunca,  masadaki  diğer aktörler ittifakı dağıtmamak  adına sessiz kaldılar. 

Akşener’in son dakikada “kazan kaldırması” en büyük  yanlışlardan biri oldu. Kılıçdaroğlu’na muhalefetini kendisine şahsen söylemeli  idi. Akşener’in masadan  ayrılıp geri dönmesi olumsuz algıyı  daha da arttırdı. 

İttifak, kalabalık,  pusulası belli olmayan adayını  kendi içinde bile “kerhen” kabul eden  bir heyet görünümü verdi. Adayın deklare edilme   zamanı- ileri sürülen görüşlerin tersine-çok yanlıştı. 

2022’den itibaren İBB Başkanı İmamoğlu veya  ABB Başkanı Yavaş’ın aday gösterilmeleri halinde seçimin kazanılacağı  yönünde geniş bir  kamuoyu desteği  sağlanmıştı.   Ancak bu bir  projeksiyondu. Doğru çıkabilirdi de. Çıkmayabilirdi de. Hatırlarsanız 1994  anketlerinde İstanbul’da Zülfü Livaneli açık ara önde görünüyor, Erdoğan  dördüncü sırada  gösteriliyordu. Sonuç şaşırtıcı oldu. 

BİR  DURUM  TESPİTİ: PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜĞÜN KAYBEDİLMESİ

Millet  ittifakı 2019   mahalli idareler   seçimlerinde elde edilen psikolojik üstünlüğü ziyan etti. Yönetmeyi  beceremedi.  Bence İmamoğlu en geç 2022  başında  ittifakın  adayı  olarak  ilan edilmeliydi.  Seçim mazbatasının iptali,  iktidarın İBB’ye  sürekli  müfettişler göndermesi, her gün başka bir kumpas  teşebbüsünde bulunması, “Ahmak Davası”  gibi  siyaset yasağı getirmeye  yönelik  operasyondan  sonra  Erdoğan’ın rakibi olarak  İmamoğlu ilan edilmeliydi. İktidarın   baskı ve çelmeleri arttıkça    Erdoğan yönetimine    itimadı  zayıflamış   kitle  kazanılabilirdi. 

Muhalefet  tahkimat ve taarruzda  tutuk   kaldı. Zamanlamaları hep yanlış oldu. Seçimin  kaybedilmesinin temel nedeni budur.  Belki de bu düşüncelerim   tamamen  yanlış. Bana  hiç katılmayabilirsiniz.  Ama şunu  hatırlatmak isterim ki tersine bir sonuç   alınsaydı dahi yürütme  bıçak sırtı alınmış, yasama da ise çoğunluk  sağlanamayacaktı.

Kılıçdaroğlu’nun arkasında  birleşen partilerin   mecliste azınlıkta kaldığı düşünülürse, böylesine zayıf bir yürütme (Kılıçdaroğlu) AKP’nin devlet aygıtını  bütünüyle  “temessül ettiği”  gerçeği karşısında Ecevit’in 1978’de kurduğu  büyük  koalisyonla aynı akıbeti   paylaşırdı. 

Hatırlarsanız, Ecevit’in büyük koalisyonu, bakanlar   kurulunun  üye  sayısı itibariyle cumhuriyet tarihinin  en büyük ama siyaseten en güçsüz  iktidarı  olmuştu. 

Kanımca, yedi cumhurbaşkanı yardımcısı ile, mecliste çoğunluğu olmayan Kılıçdaroğlu yönetimi, Ecevit’ten daha beter duruma düşebilirdi.  

GÜÇLENDİRİLMİŞ  PARLAMENTER  SİSTEME NASIL GEÇİLECEKTİ? 

Dilerseniz  şimdi Millet İttifakın öne sürdüğü güçlendirilmiş  parlamenter sistemin     ne olduğunu  inceleyelim. Böyle  bir sistemin uygulanabilirliği  var mıydı?

Önerilen modele göre, cumhurbaşkanlığı sembolik bir makama  dönüştürülüyor. Başbakanlık makamı   yeniden kuruluyor, yapıcı  güvensizlik  oyu mekanizması  getiriliyordu. 

Altılı masa  komisyonları 2021  sonunda başlayan  çalışmalarını üç ayda tamamlayarak 28 Şubat 2022’de alternatif siyasal sistem önerisi olarak   kamuoyu  ile paylaştılar.

Parti liderlerinin  törenle imzaladığı metne göre, 1961  ve 1982    anayasalarından  farklı  olarak  hükümet kurmanın kolay, düşürmenin “alternatif bir hükümet  kurma “ şartına bağlı olması gibi Alman  hükümet sistemini taklit eden  bir model öneriliyordu. 

Bunun  yanısıra, genel oyla  seçilen cumhurbaşkanının  partisinden ayrılması  ilkesi  getiriliyor, cumhurbaşkanının   görev süresinin  bir defalığına  ve yedi yıllık olması öngörülüyordu. 

Yürütme alanında siyasi sorumluluk   eskiden olduğu üzere”Bakanlar  kurulu ve başbakanda” olacaktı. 

Sözlü  soru, gensoru  gibi  parlamenter denetim yolları  yeniden kuruluyor, gensoru ile yapıcı  güvensizlik  oyu birleştiriliyordu.  Hükümet basit çoğunluk  ile kurulacak (göreceli çoğunluk) salt çoğunluk  ile düşürülebilecekti.

Ancak dünyadaki pratikler gösteriyordu ki,  genel oyla  seçilen cumhurbaşkanının sembolik sınırlara çekilmesi  düşünülemezdi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra “yetkilerim çok fazla, bunları  üzerimden alın”   diyen Ahmet Necdet  Sezer’in başbakan Ecevit’e  anayasa  kitapçığı fırlattığı düşünülürse anayasa  değişikliğinden  sonra  genel oy meşruiyeti cumhurbaşkanlığı makamını    daha da kuvvetlendirmişti. Kim seçilirse  seçilsin  aynı yetkileri kullanacaktı. 

MİLLET İTTİFAKI BEYHUDE İŞLERLE UĞRAŞTI

Millet ittifakı partilerinin uzun  akademik çalışmalarla  ortaya çıkardıkları metin Türk siyasetinin  o günkü koşullarına   tamamen aykırı  idi. 

İttifakın  84  maddelik anayasa değişikliğini   TBMM’den geçirebilmek için 3/5 ile 2/3  arasında nitelikli çoğunluğa ihtiyaç vardı.  O da referandum şartıyla. 

Görüldüğü üzere, Türkiye’yi  1924 Anayasasından beri var olan yasama- yürütme ilişkilerine  döndürmek  hiç kolay  değildi. “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, AKP (Erdoğan rejimi)  bütün taşları oynatmıştı. 

Millet İttifakı 2023 cumhurbaşkanlığı  seçimlerini  kazanmış olsa dahi anayasayı değiştirebilecek   bir  parlamento çoğunluğuna ulaşması pek mümkün görünmüyordu. 

O günleri  hatırlayalım dilerseniz:  Cumhurbaşkanlığı seçimi  ikinci tura kalmıştı ama  yasama meclisi  seçimleri için ikinci bir tur yoktu. Her şey olup  bitmiş, Cumhur İttifakı  parlamentoda sayısal  üstünlüğünü garantiye almıştı.  

İkinci turda,  Türkiye’nin    tutucu sağ çoğunluğunun bütün katmanları Erdoğan’a oy verdiler. Erdoğan zaten buna güveniyordu. Kılıçdaroğlu’nun  kaybetmesinin sınıfsal, sosyolojik, tarihi  nedenleri elbette var.  Ama mezhep  kimliği  göz ardı edilmemelidir. Türkiye toplumu  ağırlıklı olarak “tutucu ve sünnidir”. Bence  temel neden bu olmuştur. 

İbreyi  Kılıçdaroğlu’na çevirebilmek için adaylığının  Saadet Partisi Genel Merkezinde ilan edilmesi, Sünni islamın Alevilikle  uzlaştığı gibi bir sonuç çıkarılmamalı.  Bunun yerine Erbakan’ın eski adamlarının  ihaneti olarak yorumlandı. Erbakan’ın oğlunun son dakikada Erdoğan saflarına  katılmasının  nedeni buydu.

AKŞENER HAKKINDA  YANILGILARIM NELER OLDU? 

Meral Akşener ismi Devlet Bahçeli’nin   AKP açılımına   tepki olarak ortaya çıkan bölünmede   öne çıktı.  Akşener,  franksiyonlardan hiç birinin  kurulacak  partinin önderliğini alabilecek  güçte  olmadığı bir ortamda üzerinde konsensüs sağlanan  aday olarak  benimsenmişti. 

Akşener’in  parti başkanlığına  seçilmesi tartışmasız liderliği anlamına gelmiyordu. Köken itibariyle, İstanbul  Edebiyat Fakültesi  Tarih Bölümünde okumuş bir ülkücüydü. Kocaeli’de   inkılap tarihi okutmanı olarak çalışmıştı. Bu arada Marmara Üniversitesinde  doktora yapmıştı.  İzmit ve İstanbul’da  defalarca  belediye başkanlığına aday oldu. Seçilemedi. 

DYP’den   milletvekili oldu. Çillerle önü açıldı.  İçişleri  Bakanlığı yaptı. 2002’de Çiller devri kapanınca “aslına rücu etti”.  MHP   saflarına katıldı. Parti eliti içinde önemli bir kişi  olarak sivrildi. Ümit Özdağ, Yusuf Halaçoğlu, Koray Aydın rekabetinde aradan sıyrılan Akşener oldu. 

Akşener, 2018 seçimlerine İYİ Parti henüz seçim performansı ile sınanmamıştı. İttifakın içeriği de tam netleşmemişti.  MHP’nin bölünmesi ile kurulduğu için  parlamentoda grubu vardı. İYİ Parti  2018  ve 2023’te  %9 oy  ve 43  milletvekilliği  kazandı. İttifaka  Saadet Partisi ve Demokrat Parti  de katıldılar.  İttifaka en son katılanlar Babacan ve Davutoğlu oldu.  

Kılıçdaroğlu’nun  2018  ve 2023  cumhurbaşkanlığı  seçimi  projeksiyonları  tutmadı. Başarısızlığa uğradı. Ama bir gerçek ortaya çıktı.  İYİ parti MHP’yi bölmüştü. Akşener, söylem itibariyle  seküler seçmene “Ekmek için Ekmelettin” den daha  yakındı. 

2019 mahalli idareler seçimlerinde  AKP, büyükşehir belediyelerini  kaybetti. Başta  İstanbul ve Ankara olmak üzere. Bu çok anlamlı bir zemin kayması idi. Bu sonuç saflar yeterince sıkı tutulursa, Erdoğan   rejimi   yıkılabilir  demekti.

Ben uzun süre “sağdan çıkacak  bir alternatif”  ile AKP döneminin  sona ereceğini düşündüm.  CHP’nin  seçim kazanması ile değil. Düşüncemin  temelinde şu gerçeklik var. Türk halkı üç çeyrek asırlık demokrasi tarihimizde CHP’ye hükümeti tek  başına kurabilecek bir  ekseriyeti  hiçbir zaman  vermemiştir. 

İktidar hep merkez sağın elinde kalmıştır. 2002’deki radikal değişiklik “siyasal merkezin”  dinci sağ tarafından  işgal edilmesi oldu. 

AKP “eski sağın geri dönüşünü”   imkansız kılacak ekonomik, politik   bütün  hamleleri yapmış, DP-AP çizgisinin  tekrar yeşereceği “vasatı” ortadan kaldırmış, üzerinden  bir de silindir  geçirmişti. 

Akşener, sağda böyle bir alana  talip olmuş gibi  görünüyordu. Sabık bir ülkücü olsa da. Ben bu kanaatte idim. 

CHP seçmeni  şunu görüyordu. CHP   yasama  meclisi  seçimlerinde   birinci parti olsa dahi Kılıçdaroğlu’nun %51 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmesi  neredeyse imkansızdı. 

Akşener’in şöyle avantajları vardı: Açıksözlü dobra  kadın siyasetçi imajı veriyordu. Onun başka bir şey olduğunu  sonra anladım. İYİ Parti genel başkanı olarak söylemi AKP’nin  karşı devrim ideolojisi ile  zıttı.  Cumhuriyetçi, “moderate-secular”  bir duruşu vardı.  “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” derken günümüzdeki Erdoğan otoriterizmine de karşıyım demek istiyordu. Söyleminden bu çıkıyordu. “kahrolsun istibdat”   Jön Türklere,    milli mücadeleye  sahip çıkmak,  cumhuriyetin kurucu değerlerine  bağlı olmak demekti. Akşener  benim gözümde  böyle  bir imaj yaratmıştı. 

2023  seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun CHP  listelerine aldığı “Kripto-Kürtçü ve İkinci cumhuriyetçi”  isimlere tepki gösteren pek çok CHP’linin İYİ  parti  adaylarına oy vermesinin nedeni buydu.

Ama Akşenerle ilgili gerçekler  sadece bunlardan  ibaret  değildi.  

Akşener   mantık dışı  savrulmaları ile beni şaşırttı. Hayal  kırıklığına uğrattı. Oysa ki, Altılı  Masadan  cumhurbaşkanı adayı olarak bile  çıkabilirdi. 

Bu şansını daha baştan “ben başbakanlığa talibim”   diyerek harcadı. Türkiye’de başbakanlık tarih olmuştu. Yürütme tek başına  cumhurbaşkanı idi. Böyle bir söz söyleyen kişinin  siyasi  vizyonu olamaz. Sadece  o ana kadar şansı  yaver gitmiş olabilir. 

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışıldığı   bir ortamda, emekli amirallere   “zevzek” demesi   inanılmazdı.  Amiraller, bütün yurttaşlar gibi düşünce ve ifade  hürriyetlerini kullanmışlardı. Açılan  soruşturmaya  tepki göstermek  yerine amirallere yüklendi. Bildiride dile getirilen görüşler uluslar arası hukuk açısından son   derece  yerindeydi. Haklıydı. Bunun da ötesinde  düşünceyi ifade hürriyeti  diye bir şey vardı. Demek ki Akşener’in akademik bilgisinin de  demokratlık anlayışının da sınırı  buydu.  Bütün bu gelişmeler   zihnimde  ona  açtığım krediyi  hak etmediğini gösteren  karineler oldu. 

Ama yine de-Ümit Özdağ’ın dediği gibi- Akşener isminin sonunda “adaylığa  razı  edilme görüntüsü altında”   öne çıkabileceği  ihtimal dahilinde görüyordum. 

Neticede kendi kitlesinin bile “kerhen” desteklediği Kılıçdaroğlu aday oldu. Bir kez daha  kaybetti ve kaybettirdi. 

Kılıçdaroğlu gibi  bir  aday ile  “tutucu-sağ seçmen   tabanından”   kopuş beklemek sadece hayaldi. Millet İttifakının   kaybetmesinin  tek nedeni Kılıçdaroğlu’nun  us dışı  ısrarı  değildi. Meral Akşener,  tutarsız  davranışlarıyla  Millet İttifakının seçimi kaybetmesinin diğer nedeni  oldu.

 MİLLET İTTİFAKININ EN ZAYIF OLDUĞU  NOKTA NEYDİ? 

Millet ittifakının en büyük zaafı gerçek bir  ittifak önderliğinin olmamasıydı. CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu ittifak fikrini  öne  süren  lider olmuştu. CHP’nin   “Masadaki”  en büyük  siyasi parti  oluşu  ona sadece “primainterpares”  konumu veriyordu. Bana sorarsanız  Davutoğlu ve Babacan  buna bile   razı değildi. 

Masaya  özellikle  AKP’den koparak  gelenlerin beklentileri  tahmin edilenin  çok ötesindeydi. Kanımca Babacan Cumhurbaşkanı adayı gösterilebileceğini düşünüyordu. Bir zamanlar Mesut Yılmaz’ın düşündüğü gibi. 

Babacan’ın  beklentisinin kendi içinde bir “ratio” su vardı. Davutoğlu’nun beklentileri  ise  hayal  kurmaktan öte bir anlam ifade etmiyordu. 

Kılıçdaroğlu önderliğinin-resmen  deklare edilmese de- kabul edildiğini  düşünüyordu.  Ona göre,  zamanı  geldiğinde  adaylığı da  fazla bir müzakereye gerek olmaksızın kolayca kabul edilecekti. Oysa bu  doğru değildi. 

Kamuoyu ise  Altılı masayı bir “açık oturum ekibi” gibi görüyordu, Halk alternatif bir önder profili görmek isterken,  gündemini tam olarak anlayamadığı “kalabalık  bir  heyet” afaki işlerle  meşguldü. 

Erdoğan’ın gerçek rakibi kimdi? Bu son ana kadar  açıklanmadı.  Muhalefet  bunu  stratejik bir  beceri olarak  görüyordu. Aday  yıpratılır  gibi  anlamsız argümanlar öne sürüyorlardı. İktidarı almak için bir önder gerekiyordu. Müzakere  başkanı  değil. 

AHMET DAVUTOĞLU VE ALİ BABACAN’IN GERÇEK AJANDALARI 

Ahmet Davutoğlu ve Ali  Babacan AKP’nin  kuruluşundan itibaren  partinin yönetici kadroları içinde bulunmuş, başbakanlık,  bakanlık görevi üstlenmiş AKP  politikalarından sorumlu kişilerdir. 

Her ikisinin de AKP’den kopuşunun “kendilerince”  nedenleri vardır. Temel mesele Erdoğan ile ilişkilerinin aşırı yıpranmış olmasıdır. 

Bu iki isimden Davutoğlu  onur kırıcı bir şekilde  başbakanlıktan istifaya  zorlanmış, kurduğu üniversite “müsadere” edilmişti.  Davutoğlu kendinde olmayan bir karizmayı var  zanneder.  Tuhaf bir durum doğrusu. Oysa ki   politikadaki mevkiini Erdoğan’a  borçludur. Başbakanlıktan azledilişi (Anayasaya aykırı bir şekilde) başvekaleti  “reisten özerk”   bir makama dönüştürme istekliliği nedeniyle olmuştu.  Bu Erdoğan’ın   önderlik  anlayışına tamamen aykırı  bir durumdu. Hoyratça  istifaya icbar edilmesi bir kırgınlık  döneminden sonra abartılı  bir meydan okumayla sonuçlandı. Bu  gelişmeler  kendisinde   bir “siyasi vizyon  sorunu” olduğuna işaret eder. Oysa ki Davutoğlu’nun kendisine  mal edebileceği  bir başarısı yoktur.  Türkiye’nin  başına açtığı  belalar vardır. 

Davutoğlu bugünkü  durumunu Kılıçdaroğlu’nun  Gelecek Partisine “ikram ettiği” milletvekillerine  borçludur. 

Günümüz itibariyle “Yeni Yol Grubunun”  en zayıf siyasetçisi Davutoğlu’dur. Bilindiği gibi Yeni Yol  bir TBMM  grubudur. 21 milletvekili vardır. Grupta yer alan  partiler:  Deva, Gelecek ve Saadet Partisidir. 

Babacan’ın durumu  farklıdır. Babacan’ın konu edildiği bir yazımda ifade ettiğim üzere. ABD  Kemal Derviş ve Erdoğan’ı kendi global planları çerçevesinde nasıl desteklemişse   benzer sebeplerle Babacan’ı  devreye sokmak istiyor  diye  düşünmüştüm. 

ABD, Babacan’a bir süre yol verdi .Erdoğan’ı  tebdil etmek istedi. Fakat  küresel dengelerin değişmesi üzerine Erdoğan otoriterizmini  destekleme  kararı aldı.  2002’ye kadar  Kemal Derviş  rüzgarı Türk kapitalizminin  yelkenlerini epey  şişirmişti. Sonra sessizce devre  dışı bırakıldı. Benzer şekilde Babacan faktörü de bir süre sonra sönümlendi. 

Netice itibariyle   her iki siyasetçinin Kılıçdaroğlu ekibine iltihakının  sebebi Erdoğansız  bir seçenekte ön almaktı. Günümüzde ise TBMM’de  temsilcileri olmasa  hiç  mesabesindedirler.  Kamu oyu yoklamaları  bunu gösteriyor. 

Kılıçdaroğlu, AKP seçmeninin  bir kısmının Erdoğan’ı terk ederek Babacan ve Davutoğlu’nun içinde bulunduğu  Millet İttifakına  yönelebileceğini sanıyordu. 

Her iki partiye CHP listelerinden milletvekili  kontenjanı tahsis etmesinin  nedeni   buydu. Bu projeksiyonların  hiç biri tutmadı. Babacan ve Davutoğlu’nun seçmenlerinin (eğer varsa) cumhurbaşkanlığı seçiminde  Kılıçdaroğlu’na  oy verdiğinden bile şüpheliyim. Milletvekili  seçiminde kendi adaylarının olduğu listelerde CHP’ye oy vermişlerdir  sadece. 

YAKIN GELECEK  ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİM 

Erdoğan’ın 2024 mahalli idareler seçimlerinden sonra CHP’li  belediyelere  ve  CHP’nin hukuki varlığına yönelik  taarruzu karşısında  artık  siyasette  hiçbir manevra alanları kalmadığını gören Babacan ve Davutoğlu  yönlerini   AKP’ye çevirdiler. 

Bu iki siyasi figürün AKP’ye  dönüş istekliliği  olumlu karşılanacaktır.  Erdoğan buna  onay verecektir. Çünkü kendisinin de buna ihtiyacı var.  Yuvaya dönüş   vizesi  karşıtarafa kaptırdıklarını geri almak  demektir. 

Babacan ve Davutoğlu’na  gelince,  onların Erdoğan saflarına katılması  “ıslahı nefs” etmeleri  ile ilgili  değildir. Gerçek sebep şudur: “Erdoğanlı AKP’nin sonuna  gelinmiştir. Erdoğan’ın ciddi şekilde hasta olması  bir post-Erdoğan döneminin  habercisidir. 

Her ne kadar Trump, bütün  planlarını “Erdoğan rejimini” meşrulaştırmak üzerine  kurmuşsa da ben bu dönemin  sıhhi nedenlerle sona erme  ihtimalini  düşük  bulmuyorum.  

Böyle bir durumda, Hakan Fidan, Bilal Erdoğan, Hulusi Akar’ın bulunduğu  aday  havuzunda  Babacan ve Davutoğlu’nu da görmek mümkün olacaktır. 

Erdoğan’ın Gelecek ve Deva  partilerinden  beklentisi  tahmin edilebilir. Kendi  siyasi geleceğini garanti altına alacak bir anayasa değişikliğinde   destek olmaları. 

Erdoğan bu değişikliği TBMM’inde halletmek istiyor. Artık referandumu  göze alamaz. Bunun için 2/3 çoğunluğa ihtiyacı var. 

Bu iki  eski AKP’linin gruplarıyla birlikte geri dönüşleri, DEM  desteği sağlanabilirseanlamlı olur. DEM desteği  federasyona çok yakın “Kürtçü” taleplerin   tatmin  edilmesi ve Öcalan’ın serbest bırakılması ile mümkündür. 

Böyle bir  karar  muhafazakar seçmen tabanı açısından çok riskli bir alan yaratmak demektir. Bu durumda, yarım asır  süren  fiili iç savaştan sonra muhafazakar seçmenin  başka bir mecraya  yönelmesi ihtimal dahilindedir.