KÜLLİYE’DE “CUMHURİYET DEVRİMİ” RESEPSİYONU
29 Ekim günü Külliye’de bir resepsiyon düzenlendi. Üzülerek belirtmeliyim ki orada monarşiyi tarihe intikal ettiren cumhuriyet devrimini göremedim. Başka bir şey gördüm.
Öncelikle davete katılmayanları sayalım. Ana muhalefet partisi CHP, MHP ve DEM parti. Katılmayan partilerin her birinin kendine göre hesabı olduğu apaçık belli.
Medya’da paylaşılan resimde ön sırada oturan davetliler oldukça ilginç isimlerden oluşuyor.

En sağda Sinan Oğan, sonra sırasıyla Saadet Partisi başkanı Mahmut Arıkan, Gelecek partisi genel başkanı Ahmet Davutoğlu, DEVA Partisi başkanı Ali Babacan, DSP genel başkanı Önder Aksakal, cumhurbaşkanına yakın bir konumda cumhur ittifakının küçük ama “sonuç belirleyici aktörleri” HÜDA Par başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu ve YRP başkanı Fatih Erbakan. İki eski başbakan da oradaydı. Biri Demirel’in vitrininden başbakanlığa sıçrayan Tansu Çiller diğeri de son başbakan Binali Yıldırım.
Şimdi resepsiyona katılanların siyasi kimliklerine bir göz atalım dilerseniz: Sinan Oğan’dan başlayalım. Oğan, Ümit Özdağ’ın Zafer Partisi adayı olarak öne sürdüğü adaydı. İlk turda Erdoğan’ın rakibi ikinci turda destekçisi oldu. İlk turda aldığı 2.8 milyon oy neden verilmişti anlaşılır gibi değildi. Ümit Özdağ ise, tutanak altına alınmış koşullarla ikinci turda Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini söyledi.En önemli koşul kendisine İçişleri bakanlığının verilmesi idi.
Temel Karamollaoğlu’nun çekilmesi üzerine, Saadet Partisi genel başkanlığına seçilen Mahmut Arıkan da oradaydı. Arıkan, CHP listesinden Kayseri milletvekili seçilmişti. Sonra sırasıyla “siyasetin kendisine ihtiyaç duyduğunu vehmeden Davutoğlu ve diğerleri sıralanıyorlardı.
Son zamanlarda AKP kadrolarıyla samimi görüntüler veren Ali Babacan da davetliler arasındaydı. Babacan AKP’den ayrıldığında onu ABD’nin Türkiye üzerine yeni bir projesi olarak tasavvur etmiştim. Global sermaye bu kez “İslamcı Babacanı” sahaya sürüyor diye düşünmüştüm. Süreci izledim. Olayın başlangıç evresine ilişkin düşüncelerim yine aynıdır. Ama sonra hesap değişti. ABD Erdoğan ile yola devam kararı aldı.
Son günlerde Babacan AKP’den kopuşunu “kuruluş ayarlarından uzaklaşmaya “ bağlıyor. “Biz CHP ile bile bir araya geldik” diyerek aslında AKP’ye kapıyı açık tutuyor. DSP Genel başkanı Aksakal’ın orada ne aradığını Bülent Bey’e ahirette açıklayabileceğini umarım.
Kürtçü, federasyoncu, ümmetçi, karşı devrimciHüda-Par’ın genel başkanı Yapıcıoğlu da ön sıradaydı. Onu samimi buluyorum. Hiç lafı dolandırmadan “Atatürk cumhuriyetine” karşı olduğunu açıkça beyan ediyor. Şeyh Sait’i davasında haklı bir din alimi olarak gördüğünü söylüyor. HÜDA- PAR AKP’nin eteklerine tutunarak TBMM’ne girmişti malumunuz. İhtiyaç halinde AKP’nin gönül rahatlığı ile müracaat edebileceği bir parti. Necmettin Erbakan’ın oğluFatih Erbakan ise şimdilerde Yeniden Refah Partisi genel başkanı. Onun da başka hesapları var. Bence asıl planı, babasına ihanet etmiş olarak gördüğü Erdoğan’ı tasfiye etmek ve İslamcılık siyasetinin lideri olmak.
Ön sıranın sol başındakiler ise Binali Yıldırım ve Tansu Çillerdi. Yıldırım’ın Erdoğan’ın her konuda “jokeri” olarak orada olması normal. Sultan II. Mahmut’un Rauf Paşa’ya başvekil ünvanını verdiği 1838’den itibaren varolan “başbakanlık makamı” onun zamanında tarihe karıştı. Binali Bey, bir anlamda Cumhuriyetin Tevfik Paşa’sı oldu. Eski başbakanlarımızdan Tansu Çiller’in orada bulunma saikiuzun bir yazıyı hak ediyor doğrusu. Onun için şimdilik bir kenarda dursun.
Cumhuriyet resepsiyonuna Hahambaşı, Rum ve Ermeni patriklerinin davet edilmeleri elbette yerinde. Ama gerçek düşünce arka planı cumhuriyetçilik değil. Osmanlıcık öykünmesi.
Cumhuriyet devrimi resepsiyonunda “kuran tilavetinin” anlamı üzerinde durmak gerek. Ama koşullar gereği daha fazla yazamayacağım. Aklıma düşen ve sizlerle paylaşmak istediğim bir nokta şu: Çiller dua faslına ezberindeki hangi sureyle katıldı acaba? Çok merak ediyorum doğrusu.

CUMHUR İTTİFAKININ BAŞARI NEDENLERİ
Millet ittifakı muhalif kesimlerde büyük umutlar yaratmıştı. Sonuç hayal kırıklığı oldu. Erdoğan bir kez daha iktidarı aldı. Cumhur ittifakı Mecliste de yeterli bir çoğunluğa ulaştı.
Erdoğan’ın başarısının nedeni “tutucu-sağın” CHP’yi iktidara getirmeme refleksini iyi yönetmiş olmasıdır.
Buna başka iç ve dış etmenleri de eklemek gerekir. İç ve dış etmenlerden neyi kastettiğim hususunda her kesin bir fikri olduğunu tahmin ederim.
Neticede Erdoğan bütün kamu gücünü kulanarak, Hüda-Par’danYRP’ye; BB, MHP, DSP ve Sinan Oğan’a kadar bir çok aktörü kendi saflarına katarak seçimin ikinci turunu kazandı. Oğan’ın transferi bugünden bakıldığında şaşırtıcı değildir. Böylece Erdoğan ikinci turda arayı açarak gücünü konsolide etme imkanını buldu. Her şeyini ortaya koyan muhalefet %48’den öteye geçemedi.
2017 REJİMİNİ NASIL TANIMLAMALIYIZ?
Öncelikle Anayasa’nın “mühürsüz oylar şaibesi altında” değiştiğini bir yere not edelim. Muhalefet Kılıçdaroğu’nun engellemesi yüzünden, halkoylamasının meşruiyetini yeterince güçlü bir şekilde tartışamadı. Oysa ki konu son derece önemliydi. Bunun sonuçlarının neler olabileceğini Türkiye sonradan acı bir şekilde öğrenecekti.
Neticede Kemal Gözler Hoca’nın ifadesiyle bir “neverland” sistemi yürürlüğe girdi. Gözler’in bu teşhisini tamamlayan bir başka ifadesi “anayasasız devlet” olmuştur. Her iki kavramı da son derece açıklayıcı buluyorum.
MİLLET İTTİFAKININ PUSULASIZLIĞI
Millet ittifakına gelince, temel mesele pusulasızlık ve gerçek bir önderin olmaması idi. Halk gerçek anlamda bir önderlik ve meydan okuma göremedi.
Altı parti genel başkanının bir masa etrafında oturup konuştuğu “collegial” görüntü bir mana ifade etmedi. Sonunda ifade edildiği üzere altısı bir “Erdoğan etmedi”
Masanın etrafında oturanlar-Temel Karamollaoğlu istisnası ile-hep birbirini kolladılar. İttifakın geleceğe ilişkin projeksiyonu inandırıcı bulunmadı. Kılıçdaroğu’nun vaatleri umursanmadı.
İttifak komisyonlarının aylarca üzerinde çalıştığı “anayasa değişikliği” taslağı akademik bir metindi. Çalışmaların sonunda deklare edilen “güçlendirilmiş parlamenter rejim protokolü” halk nezdinde pek ilgi uyandırmadı.
İmamoğlu veya Yavaş’ın adaylığını engelleyen Kılıçdaroğlu idi. Durum bu olunca, masadaki diğer aktörler ittifakı dağıtmamak adına sessiz kaldılar.
Akşener’in son dakikada “kazan kaldırması” en büyük yanlışlardan biri oldu. Kılıçdaroğlu’na muhalefetini kendisine şahsen söylemeli idi. Akşener’in masadan ayrılıp geri dönmesi olumsuz algıyı daha da arttırdı.
İttifak, kalabalık, pusulası belli olmayan adayını kendi içinde bile “kerhen” kabul eden bir heyet görünümü verdi. Adayın deklare edilme zamanı- ileri sürülen görüşlerin tersine-çok yanlıştı.
2022’den itibaren İBB Başkanı İmamoğlu veya ABB Başkanı Yavaş’ın aday gösterilmeleri halinde seçimin kazanılacağı yönünde geniş bir kamuoyu desteği sağlanmıştı. Ancak bu bir projeksiyondu. Doğru çıkabilirdi de. Çıkmayabilirdi de. Hatırlarsanız 1994 anketlerinde İstanbul’da Zülfü Livaneli açık ara önde görünüyor, Erdoğan dördüncü sırada gösteriliyordu. Sonuç şaşırtıcı oldu.
BİR DURUM TESPİTİ: PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜĞÜN KAYBEDİLMESİ
Millet ittifakı 2019 mahalli idareler seçimlerinde elde edilen psikolojik üstünlüğü ziyan etti. Yönetmeyi beceremedi. Bence İmamoğlu en geç 2022 başında ittifakın adayı olarak ilan edilmeliydi. Seçim mazbatasının iptali, iktidarın İBB’ye sürekli müfettişler göndermesi, her gün başka bir kumpas teşebbüsünde bulunması, “Ahmak Davası” gibi siyaset yasağı getirmeye yönelik operasyondan sonra Erdoğan’ın rakibi olarak İmamoğlu ilan edilmeliydi. İktidarın baskı ve çelmeleri arttıkça Erdoğan yönetimine itimadı zayıflamış kitle kazanılabilirdi.
Muhalefet tahkimat ve taarruzda tutuk kaldı. Zamanlamaları hep yanlış oldu. Seçimin kaybedilmesinin temel nedeni budur. Belki de bu düşüncelerim tamamen yanlış. Bana hiç katılmayabilirsiniz. Ama şunu hatırlatmak isterim ki tersine bir sonuç alınsaydı dahi yürütme bıçak sırtı alınmış, yasama da ise çoğunluk sağlanamayacaktı.
Kılıçdaroğlu’nun arkasında birleşen partilerin mecliste azınlıkta kaldığı düşünülürse, böylesine zayıf bir yürütme (Kılıçdaroğlu) AKP’nin devlet aygıtını bütünüyle “temessül ettiği” gerçeği karşısında Ecevit’in 1978’de kurduğu büyük koalisyonla aynı akıbeti paylaşırdı.
Hatırlarsanız, Ecevit’in büyük koalisyonu, bakanlar kurulunun üye sayısı itibariyle cumhuriyet tarihinin en büyük ama siyaseten en güçsüz iktidarı olmuştu.
Kanımca, yedi cumhurbaşkanı yardımcısı ile, mecliste çoğunluğu olmayan Kılıçdaroğlu yönetimi, Ecevit’ten daha beter duruma düşebilirdi.
GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEME NASIL GEÇİLECEKTİ?
Dilerseniz şimdi Millet İttifakın öne sürdüğü güçlendirilmiş parlamenter sistemin ne olduğunu inceleyelim. Böyle bir sistemin uygulanabilirliği var mıydı?
Önerilen modele göre, cumhurbaşkanlığı sembolik bir makama dönüştürülüyor. Başbakanlık makamı yeniden kuruluyor, yapıcı güvensizlik oyu mekanizması getiriliyordu.
Altılı masa komisyonları 2021 sonunda başlayan çalışmalarını üç ayda tamamlayarak 28 Şubat 2022’de alternatif siyasal sistem önerisi olarak kamuoyu ile paylaştılar.
Parti liderlerinin törenle imzaladığı metne göre, 1961 ve 1982 anayasalarından farklı olarak hükümet kurmanın kolay, düşürmenin “alternatif bir hükümet kurma “ şartına bağlı olması gibi Alman hükümet sistemini taklit eden bir model öneriliyordu.
Bunun yanısıra, genel oyla seçilen cumhurbaşkanının partisinden ayrılması ilkesi getiriliyor, cumhurbaşkanının görev süresinin bir defalığına ve yedi yıllık olması öngörülüyordu.
Yürütme alanında siyasi sorumluluk eskiden olduğu üzere”Bakanlar kurulu ve başbakanda” olacaktı.
Sözlü soru, gensoru gibi parlamenter denetim yolları yeniden kuruluyor, gensoru ile yapıcı güvensizlik oyu birleştiriliyordu. Hükümet basit çoğunluk ile kurulacak (göreceli çoğunluk) salt çoğunluk ile düşürülebilecekti.
Ancak dünyadaki pratikler gösteriyordu ki, genel oyla seçilen cumhurbaşkanının sembolik sınırlara çekilmesi düşünülemezdi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra “yetkilerim çok fazla, bunları üzerimden alın” diyen Ahmet Necdet Sezer’in başbakan Ecevit’e anayasa kitapçığı fırlattığı düşünülürse anayasa değişikliğinden sonra genel oy meşruiyeti cumhurbaşkanlığı makamını daha da kuvvetlendirmişti. Kim seçilirse seçilsin aynı yetkileri kullanacaktı.
MİLLET İTTİFAKI BEYHUDE İŞLERLE UĞRAŞTI
Millet ittifakı partilerinin uzun akademik çalışmalarla ortaya çıkardıkları metin Türk siyasetinin o günkü koşullarına tamamen aykırı idi.
İttifakın 84 maddelik anayasa değişikliğini TBMM’den geçirebilmek için 3/5 ile 2/3 arasında nitelikli çoğunluğa ihtiyaç vardı. O da referandum şartıyla.
Görüldüğü üzere, Türkiye’yi 1924 Anayasasından beri var olan yasama- yürütme ilişkilerine döndürmek hiç kolay değildi. “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, AKP (Erdoğan rejimi) bütün taşları oynatmıştı.
Millet İttifakı 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmış olsa dahi anayasayı değiştirebilecek bir parlamento çoğunluğuna ulaşması pek mümkün görünmüyordu.

O günleri hatırlayalım dilerseniz: Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalmıştı ama yasama meclisi seçimleri için ikinci bir tur yoktu. Her şey olup bitmiş, Cumhur İttifakı parlamentoda sayısal üstünlüğünü garantiye almıştı.
İkinci turda, Türkiye’nin tutucu sağ çoğunluğunun bütün katmanları Erdoğan’a oy verdiler. Erdoğan zaten buna güveniyordu. Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesinin sınıfsal, sosyolojik, tarihi nedenleri elbette var. Ama mezhep kimliği göz ardı edilmemelidir. Türkiye toplumu ağırlıklı olarak “tutucu ve sünnidir”. Bence temel neden bu olmuştur.
İbreyi Kılıçdaroğlu’na çevirebilmek için adaylığının Saadet Partisi Genel Merkezinde ilan edilmesi, Sünni islamın Alevilikle uzlaştığı gibi bir sonuç çıkarılmamalı. Bunun yerine Erbakan’ın eski adamlarının ihaneti olarak yorumlandı. Erbakan’ın oğlunun son dakikada Erdoğan saflarına katılmasının nedeni buydu.
AKŞENER HAKKINDA YANILGILARIM NELER OLDU?
Meral Akşener ismi Devlet Bahçeli’nin AKP açılımına tepki olarak ortaya çıkan bölünmede öne çıktı. Akşener, franksiyonlardan hiç birinin kurulacak partinin önderliğini alabilecek güçte olmadığı bir ortamda üzerinde konsensüs sağlanan aday olarak benimsenmişti.
Akşener’in parti başkanlığına seçilmesi tartışmasız liderliği anlamına gelmiyordu. Köken itibariyle, İstanbul Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde okumuş bir ülkücüydü. Kocaeli’de inkılap tarihi okutmanı olarak çalışmıştı. Bu arada Marmara Üniversitesinde doktora yapmıştı. İzmit ve İstanbul’da defalarca belediye başkanlığına aday oldu. Seçilemedi.
DYP’den milletvekili oldu. Çillerle önü açıldı. İçişleri Bakanlığı yaptı. 2002’de Çiller devri kapanınca “aslına rücu etti”. MHP saflarına katıldı. Parti eliti içinde önemli bir kişi olarak sivrildi. Ümit Özdağ, Yusuf Halaçoğlu, Koray Aydın rekabetinde aradan sıyrılan Akşener oldu.
Akşener, 2018 seçimlerine İYİ Parti henüz seçim performansı ile sınanmamıştı. İttifakın içeriği de tam netleşmemişti. MHP’nin bölünmesi ile kurulduğu için parlamentoda grubu vardı. İYİ Parti 2018 ve 2023’te %9 oy ve 43 milletvekilliği kazandı. İttifaka Saadet Partisi ve Demokrat Parti de katıldılar. İttifaka en son katılanlar Babacan ve Davutoğlu oldu.
Kılıçdaroğlu’nun 2018 ve 2023 cumhurbaşkanlığı seçimi projeksiyonları tutmadı. Başarısızlığa uğradı. Ama bir gerçek ortaya çıktı. İYİ parti MHP’yi bölmüştü. Akşener, söylem itibariyle seküler seçmene “Ekmek için Ekmelettin” den daha yakındı.
2019 mahalli idareler seçimlerinde AKP, büyükşehir belediyelerini kaybetti. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere. Bu çok anlamlı bir zemin kayması idi. Bu sonuç saflar yeterince sıkı tutulursa, Erdoğan rejimi yıkılabilir demekti.
Ben uzun süre “sağdan çıkacak bir alternatif” ile AKP döneminin sona ereceğini düşündüm. CHP’nin seçim kazanması ile değil. Düşüncemin temelinde şu gerçeklik var. Türk halkı üç çeyrek asırlık demokrasi tarihimizde CHP’ye hükümeti tek başına kurabilecek bir ekseriyeti hiçbir zaman vermemiştir.
İktidar hep merkez sağın elinde kalmıştır. 2002’deki radikal değişiklik “siyasal merkezin” dinci sağ tarafından işgal edilmesi oldu.
AKP “eski sağın geri dönüşünü” imkansız kılacak ekonomik, politik bütün hamleleri yapmış, DP-AP çizgisinin tekrar yeşereceği “vasatı” ortadan kaldırmış, üzerinden bir de silindir geçirmişti.
Akşener, sağda böyle bir alana talip olmuş gibi görünüyordu. Sabık bir ülkücü olsa da. Ben bu kanaatte idim.
CHP seçmeni şunu görüyordu. CHP yasama meclisi seçimlerinde birinci parti olsa dahi Kılıçdaroğlu’nun %51 oy alarak cumhurbaşkanı seçilmesi neredeyse imkansızdı.
Akşener’in şöyle avantajları vardı: Açıksözlü dobra kadın siyasetçi imajı veriyordu. Onun başka bir şey olduğunu sonra anladım. İYİ Parti genel başkanı olarak söylemi AKP’nin karşı devrim ideolojisi ile zıttı. Cumhuriyetçi, “moderate-secular” bir duruşu vardı. “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” derken günümüzdeki Erdoğan otoriterizmine de karşıyım demek istiyordu. Söyleminden bu çıkıyordu. “kahrolsun istibdat” Jön Türklere, milli mücadeleye sahip çıkmak, cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlı olmak demekti. Akşener benim gözümde böyle bir imaj yaratmıştı.
2023 seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun CHP listelerine aldığı “Kripto-Kürtçü ve İkinci cumhuriyetçi” isimlere tepki gösteren pek çok CHP’linin İYİ parti adaylarına oy vermesinin nedeni buydu.
Ama Akşenerle ilgili gerçekler sadece bunlardan ibaret değildi.
Akşener mantık dışı savrulmaları ile beni şaşırttı. Hayal kırıklığına uğrattı. Oysa ki, Altılı Masadan cumhurbaşkanı adayı olarak bile çıkabilirdi.
Bu şansını daha baştan “ben başbakanlığa talibim” diyerek harcadı. Türkiye’de başbakanlık tarih olmuştu. Yürütme tek başına cumhurbaşkanı idi. Böyle bir söz söyleyen kişinin siyasi vizyonu olamaz. Sadece o ana kadar şansı yaver gitmiş olabilir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışıldığı bir ortamda, emekli amirallere “zevzek” demesi inanılmazdı. Amiraller, bütün yurttaşlar gibi düşünce ve ifade hürriyetlerini kullanmışlardı. Açılan soruşturmaya tepki göstermek yerine amirallere yüklendi. Bildiride dile getirilen görüşler uluslar arası hukuk açısından son derece yerindeydi. Haklıydı. Bunun da ötesinde düşünceyi ifade hürriyeti diye bir şey vardı. Demek ki Akşener’in akademik bilgisinin de demokratlık anlayışının da sınırı buydu. Bütün bu gelişmeler zihnimde ona açtığım krediyi hak etmediğini gösteren karineler oldu.
Ama yine de-Ümit Özdağ’ın dediği gibi- Akşener isminin sonunda “adaylığa razı edilme görüntüsü altında” öne çıkabileceği ihtimal dahilinde görüyordum.
Neticede kendi kitlesinin bile “kerhen” desteklediği Kılıçdaroğlu aday oldu. Bir kez daha kaybetti ve kaybettirdi.
Kılıçdaroğlu gibi bir aday ile “tutucu-sağ seçmen tabanından” kopuş beklemek sadece hayaldi. Millet İttifakının kaybetmesinin tek nedeni Kılıçdaroğlu’nun us dışı ısrarı değildi. Meral Akşener, tutarsız davranışlarıyla Millet İttifakının seçimi kaybetmesinin diğer nedeni oldu.

MİLLET İTTİFAKININ EN ZAYIF OLDUĞU NOKTA NEYDİ?
Millet ittifakının en büyük zaafı gerçek bir ittifak önderliğinin olmamasıydı. CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu ittifak fikrini öne süren lider olmuştu. CHP’nin “Masadaki” en büyük siyasi parti oluşu ona sadece “primainterpares” konumu veriyordu. Bana sorarsanız Davutoğlu ve Babacan buna bile razı değildi.
Masaya özellikle AKP’den koparak gelenlerin beklentileri tahmin edilenin çok ötesindeydi. Kanımca Babacan Cumhurbaşkanı adayı gösterilebileceğini düşünüyordu. Bir zamanlar Mesut Yılmaz’ın düşündüğü gibi.
Babacan’ın beklentisinin kendi içinde bir “ratio” su vardı. Davutoğlu’nun beklentileri ise hayal kurmaktan öte bir anlam ifade etmiyordu.
Kılıçdaroğlu önderliğinin-resmen deklare edilmese de- kabul edildiğini düşünüyordu. Ona göre, zamanı geldiğinde adaylığı da fazla bir müzakereye gerek olmaksızın kolayca kabul edilecekti. Oysa bu doğru değildi.
Kamuoyu ise Altılı masayı bir “açık oturum ekibi” gibi görüyordu, Halk alternatif bir önder profili görmek isterken, gündemini tam olarak anlayamadığı “kalabalık bir heyet” afaki işlerle meşguldü.
Erdoğan’ın gerçek rakibi kimdi? Bu son ana kadar açıklanmadı. Muhalefet bunu stratejik bir beceri olarak görüyordu. Aday yıpratılır gibi anlamsız argümanlar öne sürüyorlardı. İktidarı almak için bir önder gerekiyordu. Müzakere başkanı değil.

AHMET DAVUTOĞLU VE ALİ BABACAN’IN GERÇEK AJANDALARI
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan AKP’nin kuruluşundan itibaren partinin yönetici kadroları içinde bulunmuş, başbakanlık, bakanlık görevi üstlenmiş AKP politikalarından sorumlu kişilerdir.
Her ikisinin de AKP’den kopuşunun “kendilerince” nedenleri vardır. Temel mesele Erdoğan ile ilişkilerinin aşırı yıpranmış olmasıdır.
Bu iki isimden Davutoğlu onur kırıcı bir şekilde başbakanlıktan istifaya zorlanmış, kurduğu üniversite “müsadere” edilmişti. Davutoğlu kendinde olmayan bir karizmayı var zanneder. Tuhaf bir durum doğrusu. Oysa ki politikadaki mevkiini Erdoğan’a borçludur. Başbakanlıktan azledilişi (Anayasaya aykırı bir şekilde) başvekaleti “reisten özerk” bir makama dönüştürme istekliliği nedeniyle olmuştu. Bu Erdoğan’ın önderlik anlayışına tamamen aykırı bir durumdu. Hoyratça istifaya icbar edilmesi bir kırgınlık döneminden sonra abartılı bir meydan okumayla sonuçlandı. Bu gelişmeler kendisinde bir “siyasi vizyon sorunu” olduğuna işaret eder. Oysa ki Davutoğlu’nun kendisine mal edebileceği bir başarısı yoktur. Türkiye’nin başına açtığı belalar vardır.
Davutoğlu bugünkü durumunu Kılıçdaroğlu’nun Gelecek Partisine “ikram ettiği” milletvekillerine borçludur.
Günümüz itibariyle “Yeni Yol Grubunun” en zayıf siyasetçisi Davutoğlu’dur. Bilindiği gibi Yeni Yol bir TBMM grubudur. 21 milletvekili vardır. Grupta yer alan partiler: Deva, Gelecek ve Saadet Partisidir.
Babacan’ın durumu farklıdır. Babacan’ın konu edildiği bir yazımda ifade ettiğim üzere. ABD Kemal Derviş ve Erdoğan’ı kendi global planları çerçevesinde nasıl desteklemişse benzer sebeplerle Babacan’ı devreye sokmak istiyor diye düşünmüştüm.
ABD, Babacan’a bir süre yol verdi .Erdoğan’ı tebdil etmek istedi. Fakat küresel dengelerin değişmesi üzerine Erdoğan otoriterizmini destekleme kararı aldı. 2002’ye kadar Kemal Derviş rüzgarı Türk kapitalizminin yelkenlerini epey şişirmişti. Sonra sessizce devre dışı bırakıldı. Benzer şekilde Babacan faktörü de bir süre sonra sönümlendi.
Netice itibariyle her iki siyasetçinin Kılıçdaroğlu ekibine iltihakının sebebi Erdoğansız bir seçenekte ön almaktı. Günümüzde ise TBMM’de temsilcileri olmasa hiç mesabesindedirler. Kamu oyu yoklamaları bunu gösteriyor.
Kılıçdaroğlu, AKP seçmeninin bir kısmının Erdoğan’ı terk ederek Babacan ve Davutoğlu’nun içinde bulunduğu Millet İttifakına yönelebileceğini sanıyordu.
Her iki partiye CHP listelerinden milletvekili kontenjanı tahsis etmesinin nedeni buydu. Bu projeksiyonların hiç biri tutmadı. Babacan ve Davutoğlu’nun seçmenlerinin (eğer varsa) cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’na oy verdiğinden bile şüpheliyim. Milletvekili seçiminde kendi adaylarının olduğu listelerde CHP’ye oy vermişlerdir sadece.
YAKIN GELECEK ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİM
Erdoğan’ın 2024 mahalli idareler seçimlerinden sonra CHP’li belediyelere ve CHP’nin hukuki varlığına yönelik taarruzu karşısında artık siyasette hiçbir manevra alanları kalmadığını gören Babacan ve Davutoğlu yönlerini AKP’ye çevirdiler.
Bu iki siyasi figürün AKP’ye dönüş istekliliği olumlu karşılanacaktır. Erdoğan buna onay verecektir. Çünkü kendisinin de buna ihtiyacı var. Yuvaya dönüş vizesi karşıtarafa kaptırdıklarını geri almak demektir.
Babacan ve Davutoğlu’na gelince, onların Erdoğan saflarına katılması “ıslahı nefs” etmeleri ile ilgili değildir. Gerçek sebep şudur: “Erdoğanlı AKP’nin sonuna gelinmiştir. Erdoğan’ın ciddi şekilde hasta olması bir post-Erdoğan döneminin habercisidir.
Her ne kadar Trump, bütün planlarını “Erdoğan rejimini” meşrulaştırmak üzerine kurmuşsa da ben bu dönemin sıhhi nedenlerle sona erme ihtimalini düşük bulmuyorum.
Böyle bir durumda, Hakan Fidan, Bilal Erdoğan, Hulusi Akar’ın bulunduğu aday havuzunda Babacan ve Davutoğlu’nu da görmek mümkün olacaktır.
Erdoğan’ın Gelecek ve Deva partilerinden beklentisi tahmin edilebilir. Kendi siyasi geleceğini garanti altına alacak bir anayasa değişikliğinde destek olmaları.
Erdoğan bu değişikliği TBMM’inde halletmek istiyor. Artık referandumu göze alamaz. Bunun için 2/3 çoğunluğa ihtiyacı var.
Bu iki eski AKP’linin gruplarıyla birlikte geri dönüşleri, DEM desteği sağlanabilirseanlamlı olur. DEM desteği federasyona çok yakın “Kürtçü” taleplerin tatmin edilmesi ve Öcalan’ın serbest bırakılması ile mümkündür.
Böyle bir karar muhafazakar seçmen tabanı açısından çok riskli bir alan yaratmak demektir. Bu durumda, yarım asır süren fiili iç savaştan sonra muhafazakar seçmenin başka bir mecraya yönelmesi ihtimal dahilindedir.
Çok Okunanlar
MR cihazında unutulan kadın kabusu yaşadı
Herkes Cumhur'daki krizi konuşurken AKP ittifakı genişletiyor
Ali Şen'in oğlu Adnan Şen'den endişe veren haber
Yangında hayatını kaybedenlerden 2'si 18 yaşından küçük
Berat Albayrak Bilecik'ten çıktı
Aziz İhsan Aktaş kovuldu! Adı silindi
Bora Kaplan davasında çok ilginç gelişmeler!
6 kişinin hayatını kaybettiği parfüm deposunun içi görüntülendi
'Aydın' avuntusu
Ekrem İmamoğlu'ndan soruşturma çağrısı yaptı