Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,3535
Dolar
Arrow
35,9326
İngiliz Sterlini
Arrow
44,9148
Altın
Arrow
3286,0000
BIST
Arrow
9.657

'Çevre' ile yatıp 'Çevre' ile kalkmak!

BERGAMA’DAN SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-10

Bu gidişle “Çevre” ile yatıp “Çevre” ile kalkacak insanlık!

Çevre sorunlarının Türkiye’nin de başına çok işler açacağı görünüyor ve açıyor.

Dünya’da olduğu gibi.

Oluşan “çevre felaketlerine”, çevre bilimciler artık “ekolojik kırım” da diyor.

Sözlükler: “Ekoloji”yi, “canlıların hem kendi aralarındaki hem de çevreleriyle olan ilişkilerini tek tek veya birlikte inceleyen bilim dalı”, “kırım”ı “savunmasız insanların veya tutsakların toplu olarak öldürülmesi; katliam” olarak tanımlıyor.

 

(Çukuralan-Dikili-İzmir, Altın Madeni sahası)

Yani “çevre ve insan katliamı”.

Bu bağlamda, “Vahşi Kapitalizm” ve onun kolay ve çok para kazanma eylemi, Dünya’mızı hızla yaşanacak gezegen olmaktan çıkarıyor!

Taş ocakları, siyanürlü altın madenleri, termik santrallar için düşük kalorili kömür madenleri, atom santrallerinin getirdiği riskler, HES’ler, GES’ler, gerekli gereksiz barajlar, su bentleri, kirletilen nehirler ve denizler, eriyen buzullar, seller, kuraklık ...

Tabii ki bu durumun toplumlar ve Devletler tarafından fark edilmemesi mümkün değildi!

 Bu yönde ülkemizde, Devlet yönetiminde kamu örgütlenmesine, kurumsal yapılanmaya gidildi.

Türkiye'de “Çevre” ile ilgili çalışmaları yürütmek üzere 08.06.1983 tarihinde Başbakanlığa bağlı bir kurum olarak “Çevre Genel Müdürlüğü” kuruldu.

Ardından da yasa yapıcıları, 11.08.1983’da 2872 sayılı “Çevre Kanunu”nu çıkardı. Yasa 9 Eylül 1983 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

12 Eylül faşist darbesinde sonra yapılan seçimleri kazanan Turgut Özal 13.12.1983’de Başbakan oldu. Cemal Büyükbaş, Sudi Türel, Fahrettin Kurt da sırayla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanları.

Özal’ın Cumhurbaşkanı olması üzerine Yıldırım Akbulut, 9 Kasım 1989-23 Haziran1991 tarihleri arasında Başbakanlık yaptı. Togay Gemalmaz, Muzaffer Arıcı onun Hükümetinin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlarıydı.

Bergama ve Türkiye’de bir çevre sorunu olarak “Siyanürlü Altın Madenciliği” konuşulmaya başladığında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fahrettin Kurt idi (21.12.1987-30.04.1991). Bergama’da sıradan insanlar, başlarına gelebilecek felakete karşı harıl harıl bilgi edinmeye uğraşırken Bakan Fahrettin Kurt; altın elde etmek için “siyanür” yerine “arseniğin” kullanılacağını sanıyordu.

Aslında “arsenik” “fare zehriydi” ve en az “siyanür” kadar tehlikeliydi. 

İşi bilmiyordu yani Bakan!

Oysa bölge insanları hayatlarının tehlikede olduğu endişesiyle homurdanıyor, endişelerinin haklı olduğunu anlatmak için konuyu öğrenmeye uğraşıyordu.

Bu dönem Bergama’da Siyanürcü Altıncıların da atağa kalktığı yıllardı.

Altın: Nelere kadirdi!

Eurogold adlı Alman-Fransız- Avustralya görünümlü ABD şirketi, ise PR’cı, TV’ci, yanlarına çektikleri akademisyenler, maden işverenleri gibi namlı kamuoyu oluşturucularla beraber hem Devleti hem de bölge ve ülke insanlarını ikna etmeye çalışıyordu.

Bakanlığın ise bu tür işletmenin çevreye verebileceği zararlardan bihaber olduğu anlaşılıyordu.

(Bir yanda çevre bir yanda kirlilik)

***

Toplumsal sorunlar içinde debelenen ülke Özal’lı, Akbulut’lu Anavatan Partisi (ANAP) yönetiminden bıkmış yeni arayışlar içindeydi. Genel Seçim havasına girilmişti.

Kaybedeceği anlaşılan ANAP Hükümeti giderayak, 8 Ağustos 1991’de Çevre Bakanlığını kurdu. 

O zamana kadar “Çevre” olaylarından sorumlu, Başbakanlığa bağlı Çevre Genel Müdürlüğü de Çevre Bakanlığına bağlandı.

22 Ağustos 1991 tarihinde ANAP’lı Ali Talip Özdemir Çevre Bakanı oldu. 

Bergama’da işletilmek istenen “Siyanürlü Altın Madeni” olayı iyice ülke gündemine giriyordu.

Zaten “Çevre” olaylarına duyarlılık tüm Dünya’da olduğu gibi Türkiye’ye de yansımaya başlamıştı.

“Çevre sorunlarını” tartışmak, “Çevre korumacı” olmak moda haline geliyordu.

Bu ortamda, zehirli bir işletmeyi içme suyu kaynaklarının dibinde görmek istemeyen Bergama Belediyesi’nde oluşturulan bir basın merkezi; yöre insanlarının “Siyanürlü Altın Madeni”nin oluşturabileceği çevre felaketine karşı çekincelerini tüm ülkeye yayıyordu.

Böyle bir olay ülkede ilk kez yaşanıyor, tarafsız basın endişeleri yansıtıyor, bilgi aranıyor, aktarılıyordu.

Hatta bu dönemde yeni Çevre Bakanı Ali Talip Özdemir “Çevre”ye gösterdiği ilgiden dolayı Antalya’da yapılan bir toplantıda Bergama Belediyesine ödül vermişti.

Bu tür işletmeler için Devlet’in henüz kafası karışıktı anlaşılan. 

“Olur” ya da “olmaz” kararını daha vermemişti!

O da bilgi arayışı içindeydi.

Hatta Çevre Bakanlığı konu hakkında bilgi almak için uzmanlarını Bergama Belediyesine göndermişti.

***

Yapacağı zehirli madencilik konusunda Devleti ve toplumu ikna etme konusunda ısrarcı olan çok uluslu Eurogold şirketi, bütün Dünya’da yaygın olan ancak Türkiye’de kuralı ve uygulaması olmayan, özel bir Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporu hazırlattı. 

Ne de olsa daha Anadolu’da zehir kullanılarak altın elde edilecek 500’den fazla yer vardı.

Siyanürcüler Türkiye’yi fethetmek için bilimsel olarak kendini kanıtlamalı ya da göz boyamalıydı.

Ne kadar bilimsel çalıştıklarını kamuya ve kamuoyuna göstermeliydi!

ÇED raporu hazırlamak olumlu bir şeydi ancak bunu “tarafsız bilim camiası”, “gerçek bilirkişiler” yapmalıydı!

Bu değerlendirmelerde “şaibe” olmalıydı!

Yabancı Eurogold şirketi, siyanürlü altın madeninin çevreye olası  etkisini saptaması anlamına “Çevresel Etki Değerlendirme” anlamına gelen ÇED raporu hazırlaması için İzmir’de 9 Eylül Üniversitesine baş vurdu.

(Prof.Orhan Uslu)

Bu Üniversitenin Çevre Mühendisliği Bölümünün 1982 yılından beri Başkanlığını yapan Prof.Orhan Uslu yönetiminde geniş bir rapor hazırlandı.

Orhan Uslu böyle bir rapor hazırlamaktan çok gururluydu.

Türkiye’de bilimsel olarak çevre konusunu kaç kişi biliyordu ki!

Üstelik Prof.Uslu birçok öğrenci yetiştirmişti. 

Bu ÇED raporu ülkemizde güncel olarak tartışılan  Bergama Ovacık Altın Madeniyle ilgiliydi ve Türkiye’de ilkti. 

9 Eylül Üniversitesinin İzmir-Konak’daki Kampüsünde Sabancı Kültür Merkezinde sözde ÇED’i tanıtmak için büyük bir toplantı düzenlendi. Yıl 1991.

Prof.Orhan Uslu ekibiyle birlikte hazırladığı ÇED’i ballandırda ballandıra anlattı.

“Siyanür öyle faydalıydı ki neredeyse yeme de yanında yat!”

“Toprağın siyanürle işlenerek altın çıkarma işinin hiçbir sakıncası yoktu!”

Öte yandan, bilimsel adı “siyanür liç”i olan bu yönteme, dili dönmeyen köylüler “siyanür linçi” diyordu.

“Linç edilecekti doğa”!

Orhan Uslu yaptığı sunumu büyük bir müjdeyle bitirdi.

“Bergama aynı zamanda tarihi ve turistik beldeydi ve madene seyretme platformları yapılarak gelen turistlere maden çalışmalarını izleme olanağı” sağlanacaktı.

İşe bak: Koyun can derdindeydi kasap mal!

Toplantıya katılan köylü temsilcilerinin sözlü müdahaleleriyle   “altınla parlatılmış sunum” yarıda kaldı.

“Memlekette Devlet’in bu tür işletmelerle ilgili net bir tutumunun olmadığı ortamda, olgu her yönüyle her yerde tartışılmalı, böyle işletmeler için bilimsel çevre etki değerlendirilmeleri yapılmalıydı ama böyle keyfi, kuralsız, ısmarlama değil!”

Açık açık “timsah” “kuzu”ymuş gibi gösterilemezdi!

“Para verip isteğe göre rapor hazırlattıktan sonra “kamu ve toplum” buna nasıl itibar edebilirdi ki?”

“Üstelik bu konuda yerel halk bilgilendirilmeli, halkın görüşü sorulmalıydı”. 

“Önünde sonunda yanacaksa onların canı yanacaktı.”

1991 yılında bu yapılan bu toplantının ardından gelen yoğun eleştirilerin ardından Prof.Orhan Uslu 9 Eylül Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanlığından ayrılacaktı.

Bilim camiası bu ısmarlama ÇED’i topa tutuyordu!

Böylece ülkemizde; “Çevre” kirletici Vahşi Kapitalistlerin ve dayanaklarının öcü gibi korktuğu “ÇED” serüveni başlamış oldu!

Uygulanması gereken durumlarda uygulanmayan, yapılan yalan yanlış değerlendirmeler mahkeme kapılarından dönen, göstermelik, hukuken etrafından dolanılan, içi boşaltılmış olsa da 

***

Bu tartışmalarda köylüler bu işletmeyle ilgili kendi düşüncelerinin sorulmasının yanında halkın onayının alınmasını istiyordu.

Bu istemin evrensel bir geçerliliği vardı.

Türkiye’nın de desteklediği, 1990 yılı 8-16 Mayıs günlerinde Norveç’in  Bergen kentinde yapılan “Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu (UNECE) Çevre ve Kalkınma Konferansı”nın  sonuç bildirgesi insanların çevre hakkı kavramında önemli bir saptama yaptı. 

“Çevreye ve insana zararlı olabilecek konularda yöre halkına danışma gereği ve eğer yöre halkı istemiyorsa işletmelerin açılmaması konusu gündeme getirildi.” 

“Ayrıca yalnız o an için değil, gelecekte oluşabilecek ‘risk’ kavramı doğrultusunda olası risklerin bile bu tür işletmelerin açılmaması için yeterli neden sayılabileceğine ilk defa dikkat çekildi”.

“Bu konularda yöre halkına danışma gereği ve eğer yöre halkı istemiyorsa işletmelerin açılmaması istendi.” 

Dünya küçük!

Bu sırada Türkiye’de konuyla ilgili Bakan, “siyanürle” “arseniğin” ne olduğunu birbirine karıştıran “Fahrettin Kurt” idi. 

Bergama köylüleri Bergen’de konuşulan “insan ve çevre hakkını” öğrenmiş artık bu hakkın tanınmasını istiyorlardı.

Maden işletilmek istenen yerin hemen yanı başındaki Çamköy’den Sabahat Hanım ilk okul mezunuydu ama köylülerin bu evrensel hakkını öğrenmişti.

Bangır bangır “Bergen görüşmelerini” savunuyordu!

Bu zehirli altın madeninin işletilip işletilememesinin, yörede yaşayan halka sorulmasını istiyordu.

Zehirle beraber yaşayacak onlardı!

 

 

***

20.10.1991’de yapılan Genel Seçimleri Anavatan Partisi kaybetti. 

Süleyman Demirel Başbakanlığında DYP-SHP koalisyonu kuruldu.

Yeni Bakanlar Kurulunda DYP’den Ersin Faralyalı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı oldu. 20.11.1991-25.06.1993 tarihleri arasında görev yaptı.

DYP’den Bedrettin Doğancan Akyürek ise Çevre Bakanı oldu.

Siyanürlü Altın Madenciliği aslında Çevre Bakanlığının ilgi alanındaydı ama bu yeni Bakanlıkta taşlar daha yerine oturmamıştı.

Konuya Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı hakimdi.

Hükümetin diğer ortağı SHP’nin bu konuda bilgisi, eğilimi var mı bilinmiyordu ama zehirli madenciliğin bayraktarlığını Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, DYP’den Ersin Faralyalı yapıyordu.

İş yavaş yavaş Devlet’in üst kademelerinin aklına yatıyor gibiydi.

Başbakan Süleyman Demirel bu konuda ne diyordu acaba?

Yabancı şirketin yaptırdığı uydurma ÇED kamuoyuna açıklandığında çok tepki almış, kabul görecek gibi değildi?

Ancak, bir yatırım için Dünya’da birçok yerde uygulanan, kuralı kapsamı belli bir Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) yöntemi Devlet’in vereceği kararlara ışık tutabilirdi. 

Zaten yöre insanları da bunu istiyordu?

Devlet, Ankara’da bir ÇED yönetmeliği hazırlamaya girişti.

Devlet’in ikircimli tutumu, bu konuda yapılan tartışmalardan çıkan ürkütücü değerlendirmeler yöredeki yurttaşların endişelerini daha da arttırıyordu.

İnsanlar istekleri hilafına tonlarca zehirle birlikte yaşamaya mecbur edilebilir miydi?

Yaşam hakkı nere başlıyor, nerde bitiyordu?

Yoksa, yakın zamanda Erzincan-İliç’de yaşanan felakette ölen işçilerde olduğu gibi insan yaşamı parayla mı ölçülmeye kalkışılıyordu?

Ya insanlık!

Sefa Taşkın

19.01.2025

Karşıyaka/İzmir