Halk zaman zaman evrensel toplumsal gelişmeye uygun tercihler yapmasa da devlet ya da kent yönetiminde en doğru karar halkın istemleri doğrultusunda davranmak ya da onu alınacak kararlara ikna etmektir.
Bunda da en gerçekçi yöntem “Doğrudan Demokrasidir”.
En nazik genel konularda, uygulayıcı temsilcilerini belirlemede, karar vericileri saptamada halkın yapacağı tercihler, yönetsel açıdan en sağlıklı olanıdır.
“Halka bırakırsan Hitler’i de seçer, Trump’ı da seçer” söylemi bu kişilere, bu kişilerin düşünce ve eylemlerine karşı çıkanların halkı kendi tutumlarına ikna edememeleri nedeniyledir.
***
Doğrudan Demokrasi uygulamalarında “Halk Meclisi”, “Konsey” gibi adlar verilen toplantılarla seçme hakkına sahip kişiler gelişkin demokratik kararlar alabilir.
Seçim yapanlar yanlış yapmışsa bunu deneyimleyerek öğrenir, bir daha yapmamaya çalışır.
Ağzı sütle yanan, yoğurdu üfleyerek yer!
Günümüzde, ülkemizde derneklerde, kooperatiflerde, bir anlamda bu yöntem kullanılmaktadır.
2500 yıl önce Perikles’in Atina Demokrasisinde durum böyleydi.
Kadınlar ve yabancılar dışında herkes eşitti ve Devlet/Kent yönetimine talip olabiliyor, seçimlerde oy kullanabiliyordu.
(Perikles ve Atina Demokrasisi-Temsili resim- AI)
***
Zaman içinde “Tiranlık”, “Tek Adamcılık”, “Zorbalık”, “Mutlakiyetçilik”, “Oligarşik” gibi yöntemlerle karar yetkisinin ve gücün tek elde ya da bir grup elinde toplanması halk istemi ve iradesini yok saydı.
Tabii ki halk buna karşı kimi zaman, istemlerine kulak asılmaması durumunda çok şiddetli tepkiler de verdi.
Elindeki gücü paylaşmak istemeyen “Tek Adamlara” kendi sosyal sınıfından bazı çevreler de karşı çıkıyordu.
1215 yılında İngiltere’de Kral John’un baskıcı yönetimine isyan eden diğer Feodal Beyler/Baronlar/Büyük toprak sahipleri Kral’a yetkilerini azaltan, toplum üzerindeki mutlak otoritesini sınırlayan “Magna Carta” ya da “Büyük Ferman” adı verilen bir belge imzalattılar.
Kral John ve oğlu III.Henry bu sınırlamalara uymayınca Fransız asıllı Simon de Montfort öncülüğünde baş kaldıran baronlar ve büyük toprak sahipleri halkı da yanlarına alarak büyük bir isyan başlattılar.
Bu başkaldırı sonucunda İngiltere’de ve Dünya tarihinde ilk kez halk temsilcilerinin de yer aldığı bir meclis, Parlamento 1265 yılında Simon de Montfort öncülüğünde oluşturuldu.
Bu, yalnızca soyluların değil, kentlerden burjuvaların, kentli zenginlerin ve kırsal bölgelerden seçilen temsilcilerin de yer aldığı ilk yasama organıydı.
Bu kuruluş, günümüz Parlamenter sisteminin temel taşlarından biri olarak kabul edilir
Modern anlamda seçimli ve sürekli çalışan parlamento ise 1707’de İngiltere ve İskoçya’nın birleşmesiyle oluşan Birleşik Krallık (UK) Parlamentosu’dur.
***
Parlamento Fransızca “parler=konuşmak” sözcüğünden gelir.
Sorunların konuşulduğu, toplumsal ve siyasal kararların alındığı yerdir.
13. yüzyılda İngiltere’de başlayan, kralların, mutlak egemenliğe sahip olanların gücünü hakla paylaşma edimi bir gereksinimden, halkın kendisi hakkında verilecek kararlara katılma isteminden kaynaklanıyordu.
Tek Adamcılık keyfilik ve baskı demekti.
Bununla beraber toprak mülkiyeti, silah, yargı yine Kralların, Feodal Beylerin elinde, denetimindeydi.
Üretici güçlerin ve üretim araçlarının gelişmesi kentlerle güçlenen burjuvazinin/kent zenginlerinin etkinliğinin artırmasını sağladı.
Onların Krallar, Feodal Beylerle çıkar çatışmasına girmesine neden oldu.
Sonra yanına yeni gelişen işçi sınıfını ve köylüleri alan burjuvazi kralları yıktı geçti.
Peki siyasal iktidarı ele geçiren kent zenginleri/burjuvazi devleti nasıl yönetecekti?
İngiltere’de önce 1265’de, daha sonra 1707’den itibaren uygulanan, halkın değişik kesimlerinin katıldığı bir parlamento deneyimi vardı.
Fransa’da ise toplumun yoksul kesimlerini de yanına alan kent zenginleri/burjuvazi, krallığı/mutlakiyetçiliği 1789 Devrimi ile kesin yenilgiye uğratmış ve “Ulusal Meclis” kurmuştu. Bu meclis her toplumsal kesimden temsilci içeriyordu.
Çoğunluğu burjuvazi ve halk temsilcilerinden oluşan, ayrıca, ruhban sınıfı ve asillerden temsilcileri de barındıran meclis, çetin mücadeleler sonucu Feodal Sistemi ezdi geçti.
Güçleri elinden alınmış Krallıklar yalnızca sembolik yetkilere sahipti.
“Özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla yola çıkan devrim, 1791 Fransız Anayasasında "İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi"nin kabul edilmesiyle taçlandı.
Bu, tüm insanlık için büyük bir ileri adımdır!
(1789 Fransız Devriminde Halk Meclisi ve tartışmalar-Temsili Resim-AI)
***
Ancak Devleti ele geçiren burjuvazi bir süre sonra ülkede ipleri tamamen ele alacak 1830 Paris Komünü gibi, devrimden dışlanmış ezilen sınıfların isyanlarını kanla bastıracak ama bir tür “Temsili Demokrasi” olan parlamenter sistemden vaz geçmeyecekti.
İnsanlığın antik çağda, toplumsal gereksinim sonucu ve öngörülü yöneticiler tarafından bulup, uyguladığı “demokrasi” bir yöntem olarak yeniden hatırlanmıştı.
Kuşkusuz bu demokrasi egemen sınıfın, burjuvazinin kendi çıkarları için kullandığı bir yönetim tarzıydı.
Hem çeşitli burjuva grupları arasındaki uzlaşmayı sağlıyor hem de iktidarını, gücünü meşru hale getiriyordu.
İçeri girebilen sınırlı sayıdaki muhalif de az çok seslerini duyurabiliyordu.
Temsilciler, Parlamentoda toplandılar, sorunları konuştular, kararlar aldılar.
Kendi aralarında, mensup oldukları üst sınıf adına devlet gücünü paylaştılar.
Yeni zenginleşen sınıf, burjuvazi çıkarlarını bu şekilde, devlet aygıtı eliyle korudu. Aldığı kararlara halkı bazen zorla razı etti.
Silahıyla sopasıyla, yargısıyla ve yasasıyla devlet, egemen toplumsal sınıflar için gerekliydi.
Bu süreçte Kapitalizm gelişiyor, sanayinin ve sermayenin belirli ellerde toplanması hızlanıyordu.
Devletler sık sık pazar genişletme kavgasına girişiyor, birbirleriyle savaşıyordu.
Bu kapışmalarda ülkelerin sınırları değişiyordu ve bu süreçte Temsili Demokrasi işlemeye devam ediyordu.
Ancak kapitalizmin varlığıyla ortaya çıkan işçi sınıfı, ezelden beri ezilen köylüler, esnaf ve sanatkârlar daha iyi yaşama koşullarına sahip olmak, daha özgür olmak için yönetimlerde söz sahibi olmak istiyorlardı.
Ancak burjuvazinin çıkarı ve niyeti bu değildi. O, varlığını koruman ve büyütmekle ilgiliydi. Halkın demokratik istemleri pek umurunda değildi
Böylece ülkelerde yeni demokrasi mücadeleleri başladı.
Yeni demokrasi anlayışları ortaya çıktı.
(TBMM-Ankara-1920-Temsili Resim-AI)
***
Bu bağlamda Kapitalist Sistem “Temsili Demokrasi”yi geliştirmek zorunda kaldı
Her türlü manipülasyon mümkün olmakla birlikte, daha geniş kitlelere seçme hakkı tanındı ve kendi temsilcilerini belirleme yetkisi verildi.
Böylece, alt sınıflar parlamentolarda, çoğunlukla karşılık bulmayan haklarını savunup taleplerini belirtirken, üst sınıflar ise onları kendilerinin kontrol ettiği devlet yönetimine entegre ettiğini düşünüyordu.
Tabii ki, karar vericiler ortamına katılacak bu temsilcilerin çoğunun egemen sınıfların çıkarlarına uygun davranacak kişiler olmasına dikkat ediliyordu.
Bu ortamda parlamentoda muhalefet olsa bile siyasi iktidarı hiç deviremiyor, kendi iktidar olamıyordu.
Bu bir oyunsa egemen sınıflar bu oyunu iyi oynuyordu.
İşler karıştığında ise sopa kullanmaktan çekinilmiyordu. Olanakları boldu. Bazen eli yumuşaktı bazen sert!
Hatta Rosa Luxemburg gibi muhalif siyasetçiler, 20. yüzyılın başlarında başlarından vurulup Berlin kanallarına atılmaktan kurtulamadı.
***
Başlangıçta kadınların seçimlerde oy kullanma hakkı hiç yoktu.
Bu hakka ABD’de 1920’de, İngiltere’de 1928’de (21 yaş ve üstüne), Fransa’da 1944’de, İsviçre’de ise 1971 yılında sahip oldu kadınlar.
2500 yıl geçmiş olmasına rağmen, demokrasi antik çağda olduğu gibi erkekler içindi.
Atatürk Türkiyesi’nde ise Anayasa’da ve Seçim Kanunu’nda 5 Aralık 1934’te yapılan değişikliklerle kadınlar milletvekili seçme ve seçilme hakkına kavuştu.
Kendilerini gelişmiş sayan kapitalist ülkelerden yıllar önce kadınlara tanınmıştı bu hak Türkiye’de.
Osmanlı döneminde ağır baskılar altında kalan kadınlar, bu yasal değişikliklerin ardından ilk kez 8 Şubat 1935’te yapılan genel seçimlerde milletvekili seçildi. Millet Meclisi’ne 17 kadın milletvekili girdi.
***
Günümüzde, Parlamenter Demokrasi denilen yöntemle yönetilen ülkeler; “Millet Meclisi”, “Senato“, “Kongre”, “Halk Meclisi” gibi adlarla bilinen kurumlarla yönetiliyor.
Siyasal Partiler aracılığıyla halk tarafından doğrudan oylamayla seçilen temsilciler eliyle (Türkiye’de Milletvekili aracılığıyla) bu gerçekleşiyor.
Partisiz, bağımsız adaylar da oluyor ama seçilme şansları çok düşük oluyor!
Kalabalık toplumlarda seçmen siyasi partileri bir referans olarak görüyor.
Seçilen temsilciler tarafından oluşturulan Meclis/Parlamento yasama görevini yerine getiriyor, yürütme organını belirliyor.
Bazı ülkelerde ise “Başkanlık Sistemi” adı verilen sistemde, büyük yetkilere sahip Devletin Başkanı, halk tarafından doğrudan seçiliyor.
Oluşan Meclis/Senatodaki Halk Temsilcilerinin/Milletvekillerinin bu başkanı ancak bir ölçüde denetleyebildiği görülüyor.
Böyle böyle “Temsili Demokrasi” yöntemi birçok ülkede küçük farklılıklarla uygulanıyor.
Bunlarla beraber, dünyada hâlâ “sultanlar”, “saraylar” var!
Genel seçimler yoluyla “Temsili Demokrasi”, “Tek Adamcılığa”, gücün tek elde toplanmasına yol olabiliyor.
***
Günümüzde tekelci sanayi ve sermaye kapitalizminin güçlerini birleştirerek çok uluslu ve ulusötesi hale geldiği, onu temsil eden şirketlerin birbirinin içine girdiği, hatta bütünleştikleri açıktır.
Teknoloji devrimini kendini yenileme ve bunalımlardan çıkma aracı olarak kullanarak, bu ortamda artan üretimden kitlelere daha fazla pay vererek, onları tüketim çılgınlığına iterek susturduğu da ortadadır.
Ancak bu dönem yavaş yavaş geride kalıyor.
Bilişimdeki gelişmeler ve “Yapay Zekânın” (Artificial Intelligence-AI) hemen her alanda insan yaşamını etkilemeye, nerdeyse insan emeğinin yerini almaya başlaması, sanal paranın ve kıymetli metal madenciliğinin çok önem kazanması, iletişimin inanılmaz ölçüde yaygınlaşması, yepyeni bir dönemin işaretleridir.
Üretici güçlerdeki bu şaşkınlık verici gelişmelere karşı üretim araçlarının mülkiyeti değişmiyor, daha da merkezileşiyor.
Bu dönemin eşiğinde, evrensel servet dar bir grubun elinde ölçülemez miktarlara erişiyor.
Kapitalizmin baş kurallarından biri devamlı, devamlı büyümektir.
Bu bağlamda serveti korumak, daha çok (maddi ya da sanal) para kazanmak kapitalizmin doğasıdır.
Bu durumu tartışmıyor bile!
Sahip olduğu devlet gücüne dayanarak kapitalizm kendi çıkarları için her gün biraz daha vahşileşiyor.
Sahip olduğu güç arttıkça acımasızlaşıyor.
Ortam bir anlamda, sanki Charles Dickens’ın İngiliz, Emile Zola’nın Fransız kapitalizminin ilk geliştiği dönemlerdeki yaşamı anlattığı öykülerdeki “vahşet”i andırıyor.
İklim değişikliği, açlık, güvenlik ve savaş gibi nedenlerle insanların yerlerinden yurtlarından zorla göç ettirilmesi, inanılmaz boyutlara ulaşarak büyük acılara yol açıyor.
Filistin’e yapılan İsrail saldırıları sonucu yaşanan binlerce ölüm insanlık tarihinde görülen ender katliamlardandır.
ABD’in “Tek Adamı” sahip olduğu muazzam ekonomik ve askeri güçle, kalkıp açıkça başka bir ülkenin toprağına el koymak istiyor.
Bilişim, iletişim, ilaç teknolojisi tekelleri insanların haberleşme, bilgi edinme, sağlıklı olma haklarıyla bozuk parayla oynar gibi oynuyor.
Vahşi kapitalizm para edecek ne varsa saldırıyor artık.
Hiç doymayacakmış gibi!
En tepedeki kapitalist beylerin dünya ekonomisini kökten denetlediği, dünyayı kendine bağlı vasallar/alt zenginler, küçük devletler eliyle yönettiği varsayımıyla, kimileri bu ortama “teknolojik yeni feodalizm” de diyor.
Siyaset, medya ve toplumsal algılar bağlamında duyguların ve kişisel inançların gerçeği şekillendirdiği bir durumu ifade eden post-truth (gerçek ötesi) kavramı, dünyanın efendileri tarafından her alanda manipülasyon aracı olarak kullanılıyor."
Gerçeklik kolayca çarpıtılabiliyor.
Bunula beraber kafa ve kol emeğinin artı değer üretmeye devam ettiği günümüzde yaşanan kapitalist üretim ilişkilerinde hiçbir örtü “kapitalizmin yeni vahşi yüzünü” saklayamıyor.
Bu bağlamda toplum şaşkın.
Peki ne yapmalı?
(Vahşi Kapitalizmi temsil eden distopik bir resim-AI)
***
Günümüz dünyasında, ülkelerin görünürde seçilmiş temsilciler eliyle yönetilmesi, bugünkü küresel ortamda çoğunlukla kabul görse de alınan kararların ve yapılan uygulamaların sık sık halkın itirazıyla karşılaştığı açıktır.
Siyasal üst yönetimlerde ülkenin genel çıkarlarından çok, dev tekellere sahip egemen sınıfların ve bireylerin öz çıkarları doğrultusunda hareket edildiği iddiası haksız sayılmaz.
Bu büyük gücün bütün ağırlığına rağmen elbette sık sık toplumsal sorunlar çıkıyor. Alınan kararlar sorgulanıyor.
Konular kamuoyunda yeterince tartışılmadıkça, alınan kararlara uymak zorunda bırakılan halk, kendi yaşam koşullarına ve ortamına bakarak her şeyin düzgün gittiği algısına genellikle ikna olmuyor.
Toplumda dinlenilmeyen itirazlar yükselebiliyor.
Bu itirazları susturmak, gidermek bazen şiddetle olduğu gibi büyük iletişim organizasyonlarıyla da gerçekleştiriliyor.
İngiliz yazar George Orwell’in “1984” kitabındaki, “herkesi gören, kontrol eden “Big Brother”, “Büyük Birader”i daha tam olarak sahneye çıkmadı.
Belki daha biraz erken! Ya da az kaldı!
***
Her turlu olumsuzluğa karşı toplumların elinde binlerce yıllık insanlık deneyiminden gelen “demokrasi” var!
Öyleyse, böyle büyük öngörülmez para gücünün altında ezilmemeye çare; demokrasiyi toplum yaşamında, gerçek anlamıyla, yani “göstermelik değil, halkını içi dolu gerçek iktidarı” olarak uygulamaktan başka bir şey değildir.
Üretim araçları üzerindeki mülkiyet sorunu çözülmeden, bu nasıl olur?
Vahşi Kapitalizmin her gün biraz daha güçlendiği bugünkü koşullarda bu sorunu yakın zamanda çözmek mümkün görülmüyor.
Kapitalist dünyada, her alandaki üretici güçlerle birlikte bilgiyi, bilgi edinmeyi bile kontrol eden egemen güçler halkın demokrasisine nasıl izin verir?
Bunun yanıtı, halkın bütün gücüyle demokrasiyi talep etmesidir.
Çok ama çok küçük bir azınlık, çok ama çok büyük bir çoğunluğu her zaman kontrol edemez.
***
Bütün bu olumsuz, her gün biraz daha kötüleştiği hissedilen toplumsal gidişata rağmen, boğucu bir baskı altındaki halk soluk alacağı davranışlar gösterebilir.
Yaşadığımız çağın getirdiği olanaklarla, uygun her ortamda, her koşulda, yeterli ölçekte ve gerekli bilgilenmeyle birlikte, “Doğrudan Demokrasi”nin gerçekleşmesi zorlanabilir.
Halk, düşünsel ve eylemsel olarak “yeni vahşi kapitalizmin” sahip olduğu güçle, üretim araçlarının mülkiyetini tartışacak durumda değildir.
Ama demokrasi talebi, egemenler için tehlikeli olsa bile halk için her zaman masum bir istemdir.
Demokrasi özgürlük kavramını da içerir.
Özgürlük ise insanlığın en temel varoluş nedenlerindendir.
Mehmet Akif Ersoy’a, “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım?”, dedirten kararlılık çok önemli bir çıkıştır.
Yunanistan’da 28 Şubat 2023'te meydana gelen ve 57 kişinin ölümüne neden olan tren kazasıyla ilgili olarak hükümetin kâr odaklı politikalarını eleştiren ve sorumluların adalet önüne çıkarılmasını talep eden yüz binlerce göstericinin, devrik tren altında kalan "bir çocuğun 'oksijenim yok, nefes alamıyorum=den oksigeno’ demesi, devleti katil yapar" yazılı pankartlar taşıması günümüz gerçekliğinin bir başka yüzüdür.
Halk, demokratik haklarını kullanarak belirli koşullarda kararlılığını ve gücünü gösterebilmektedir.
İnsanlara önemli ölçüde özgürlük sağlayan demokrasiyi, hele hele “Doğrudan Demokrasi”yiyi” atalarımız en kısıtlı, en eski zamanlarda bile uygulamıştı.
Üstelik toplum böyle bir algıya açıktır.
Günümüzde referandumlar bu yöntemin önemli bir aracıdır.
Mevcut karar vericiler halkın doğrudan verdiği kararlardan elbette çekinirler.
Bu tür yöntemlere, ancak kendi çıkarlarına uygun olduğu zaman taraftar görünürler.
Kimi zaman da kendi istedikleri sonucu alabilecekleri referandumlar yaparlar.
Ellerindeki büyük imkanlarla sonuçları etkileyebilirler, bununla ilgili organizasyonlar yaratabilirler.
“Yeni vahşi kapitalizm”den muzdarip geniş toplumsal yığınlar ve onların siyasal temsilcileri bu seçeneği her zaman elde tutmalıdır.
Egemen güçlerin manipülasyonlarından korkmadan Doğrudan Demokrasi talep edilebilir.
Sonuçta bu bir toplumsal mücadele konusudur.
Mücadele sonucu belirler!
Bu yönteme yapılabilecek “her konuda, her karar için de referandum mu olurmuş” itirazına karşı, kazanımların kalıcı, yanılgıların da bazen kazanım olduğunu unutulmamalıdır.
***
(Katılımcı Demokrasi isteyen Kitleler-Temsili Resim-AI)
Bir başka demokratik yöntem; halkın istemlerinin gerçekleşmesini zorlayabileceği, sesini yükseltebileceği “Katılımcı Demokrasi” ortamlarının yaratılması, yaşanmasıdır.
Bu yöntem toplumsal yaşamda kolaylıkla uygulanabilir.
Çağın getirdiği; farkındalığın artması, bilgiye ulaşımın kolaylaşması, genel kültür ve eğitim düzeyinin yükselmesi gibi gelişmeler göz önüne alındığında, genel ve yerel yönetimlerin karar ve davranışlarına halkın katılması sağlanabilir, mutlaka sağlanmalıdır.
“Muhtarlar Meclisi”, “Mahalle/Sokak Toplulukları”, “Demokratik Kitle Örgütleri Birliği”, “Meslek Kuruluşları”, “Dernekler” vb. oluşumların katılımıyla böyle bir demokratik ortam oluşturulabilir, çeşitli denemelerle pratik mekanizmalar geliştirilebilir.
Ancak bu uygulama, Türkiye’de birçok yerde yapıldığı gibi, Valiliklerin, Kaymakamlıkların ve Belediyelerin; ilgili kurum yetkililerini bir araya toplayıp buyruk vermesi ya da dertlerini dinlemesiyle sınırlı kalmamalıdır (ki bu da olumlu bir adımdır).
Ancak asıl önemli olan, halkı karar sürecine katmak ve alınan ortak kararları uygulamaktır.
Günümüze bunun bazı esintileri yaşanıyor.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. Maddesiyle oluşturulan ve oluşturulması istenen “Kent Konseylerinin” başarısızlığının nedeni, bu konseyin hiçbir yaptırımcı gücü olmamasıdır.
Günümüzdeki geçerli anlayışa göre, yasal olarak gücün tek elde toplandığı makamların; kendilerinin onaylamadıkları odaklardan verilecek destek ve danışma yardımına ihtiyacı yoktur!
Çevrenin ve insanların, yapılacak yatırımlardan olumsuz etkilenmemesi için 1993 yılında çıkarılan “Çevresel Etki Değerlendirmesi” (ÇED) Yönetmeliği ve buna bağlı “Halkı Bilgilendirme Toplantıları” başlangıçta çok umut verici görülmüştü.
Ancak ne yazık ki bu uygulama; kimi resmi kuruluşların arka çıkmasıyla, bazı acımasız işverenler tarafından, gerçek anlamından saptırılmış, kendi çıkarları doğrultusunda kullanılır hale getirilmiştir.
Bu durum, ülkemiz demokrasisi açısından büyük bir rezilliktir.
***
Bu değerlendirmelere temel olan bağlamda, ülkemizde halkın daha rahat ve özgür yaşaması için demokrasinin geliştirilmesi ve kökleşmesi zorunludur.
Genel olarak Tek Adam yönetimlerinin ve yetkinin tek elde toplanmasının, karar verme ve uygulama sürecini hızlandırdığı, ancak yanlış kararlar alınmasına da yol açtığı, yaşanan toplumsal huzursuzluklardan bellidir.
Tabii ki toplum, ülkenin hızla gelişmesini, üretimin artmasını, ulusal gelirin hakkaniyetli paylaşılmasını ister.
Ancak, bu hızlı karar alma sürecinin ve beraberinde yapılan yanlışların toplumsal mutsuzluğa neden olduğu açıktır.
Bu durum doğrudan doğruya demokratik yaşamın tek adamcılık yönünde şekillenmesiyle ilgilidir.
***.
(Bir Katılımcı Demokrasi Ortamı-Temsili Resim-AI)
Bu değerlendirmelerle beraber, Temsili Demokrasi’nin uygulandığı ülkemizde “temsilcilerin nasıl belirlendiği” konusu büyük önem taşımaktadır.
Ülkemizde milletvekili adayları, Siyasi Partiler Kanunu’nun 37-41. maddeleri ve Milletvekili Seçimi Kanunu; belediye başkan adayları ise Siyasi Partiler Kanunu ve Mahalli İdareler Seçimi Kanunu çerçevesinde belirlenir.
Yasalar bu konuda çeşitli seçenekler sunmuştur.
Bunlardan en yaygın uygulananı “Merkez Yoklaması”dır.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 38. maddesine göre, partilerin adayları Genel Merkezleri tarafından belirlenebilir.
Bu yöntemde “Halk Temsilcisi” olacak adayları doğrudan Parti Genel Merkezi seçer.
AK Parti, CHP, MHP ve diğer partiler genellikle bu yöntemi tercih etmektedir.
Halk Temsilcisi adaylarını belirlemede ikinci yol, “Teşkilat (Örgüt) Yoklaması”dır.
Parti teşkilatları, halk temsilcisi aday adayları hakkında değerlendirme yapar, görüş bildirir ve genel merkeze sunar.
Son kararı parti genel merkezi verir.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 37. maddesine göre, siyasi partiler halk temsilcisi adaylarını (Milletvekili, Belediye Başkanı, Belediye Meclis üyeleri) önseçim yoluyla da belirleyebilir.
Bu belirlemede, Genel Merkez kararı (ya da parti tüzüğü) uyarınca tüm parti üyeleri ya da delegeler oy kullanarak adayları seçer.
Ancak yasaya göre “önseçim zorunlu değildir”; partiler bu yöntemi isteğe bağlı olarak kullanır.
Ülkemizde CHP, zaman zaman önseçim uygulamıştır.
Ancak AKP, MHP gibi büyük partilerde “önseçim” genellikle gündemde yer almamaktadır.
***
Bu yöntemlerin hiçbirinin Doğrudan Demokrasi ya da Katılımcı Demokrasiyle, halkın en kısa yoldan tercihini bildirmesiyle ilgisinin olmadığı açıktır.
Halk ancak son aşamada, başkalarının (Genel Başkanın ya d Merkez yöneticilerinin) belirlediği adaylar arasından seçim yapabilmektedir.
Halkın, Genel Merkezlerin seçtiği adaylarla, eğer çok bilinen bir kişi değilse, bir bağı yoktur.
Çoğunlukla onları tanımaz.
Adaylar da Temsilci (Milletvekili) seçildiğinde halkla hiçbir bağlılık göstermezler.
Eğer etik sorumluluk taşımıyorlarsa, oyunu aldıkları insanlara hiçbir borçları yoktur, çünkü onları seçen halk değil, partilerinin Genel Merkezidir.
Parti Genel Merkezine borçludurlar.
Halk (ya da parti üyeleri) değil Genel Merkez seçmiştir onları.
Genel Merkez ne derse, o olur!
Tepeden yapılan bu belirlemelerden zaman zaman, doğru ve yararlı sonuçlarda da çıkabilir.
Halk Temsilcisi/Milletvekili olduklarında, bu kişiler ne yazık ki, sahip oldukları kültürel ve akli yeteneklerden çok, sadece kaldırıp indirdikleri parmaklarla varlıklarını gösterebilirler, değerlendirilirler.
Karar yukarıda verilmiştir; aşağıya sadece onaylamak kalır!
Bu duruma itiraz edenler ya kapı önüne konur, varsa ayrıcalıkları son bulur, ya da bir sonraki seçimde o koltuğu bir daha göremezler.
Giderek bu çok önemli görev, halkın temsilcisi olmak, ne yazık ki bir işe dönüşür.
İş yapılır, aylık alınır, iyi bir emeklilik hakkı elde edilir!
Elbette bu tanıma uymayan birçok Halk Temsilcisi de vardı.
Yılmadan ülke sorunları üzerine giderler.
Aykırı kimlikleriyle tanınırlar.
Görevden alınabilirler, yargılanabilirler, mahkûm bile olabilirler.
Tabii ki, bu tanım bulunduğu makamı kendi kişisel çıkarları için kullanmaya kalkanları kapsamaz.
Belediye Başkanlıklarının durumu biraz farklıdır.
Onların görevi, daha çok halkla yüz yüze olmayı ve halkla iyi ilişkiler kurmayı gerektirir.
Kapıya açsalar, halk karşılarındadır.
Bu iyi bir şeydir! Ancak, sonuçta onlar da Genel Merkezdeki Tek Adama ya da oligarşik karar vericilere tabidirler.
Halkla bağını güçlendirmeyen Belediye Başkanlarının gidecekleri yer, geldikleri yerdir.
***
(Bir tür modern Doğrudan Demokrasiyi temsil eden bir resim-AI)
Toplumun, farklı çıkar çevreleri ve sosyal sınıflardan oluşması, bu yetersizliği daha da derinleştirir.
Böyle bir Temsili Demokrasi, halkın daha rahat yaşama ve özgür olma gibi temel insani beklentilerini karşılamaktan uzaktır.
Hatta bu sistem, 500 yıl önceki Perikles’in Atina Demokrasisi’nden bile geridir.
Genel Merkezlerin, kendi ölçütlerine göre aday belirlemesi, neredeyse keyfiliğe dönüşmüş, hatta bu keyfiliği meşrulaştıran bir sistem haline gelmiştir.
Bu duruma karşı en yakın demokratik uygulama, adaylar arasında önseçim yapmaktır.
Temsili Demokrasi, önseçim yapılmadan sağlıklı işlemez ve doğru kararlar üretemez.
Bu belirlemelerde oluşabilecek; karşılıklı saygıya dayanan, genel ahlaka uygun tartışmalar, fikir ayrılıkları ve çok sayıda adayın varlığı, sistemin sağlıksızlığı değil; tam tersine, doğru kararlar almak için son derece yararlı bir durumdur.
“Kavgalı eve kız vermezler” deyişiyle; fikir ayrılıklarını, tartışmayı “kavga” olarak nitelemek büyük bir safsatadır.
Halk olgun tartışmaları sever.
Bu bağlamda “Parti tüzüğü öyle diyor”, “Genel Kurul böyle karar aldı” söylemleriyle önseçim yapmamak demokratik olmadığı gibi toplumsal çıkarlar anlamında doğru da değildir.
Bu anlayış, toplumun gelişimine katkı sağlamadığı gibi, demokrasinin kökleşmesine de engel olur.
Özellikle, Sosyal Demokrat, Sosyalist ve İşçi partilerini bir araya getiren uluslararası bir örgüt olan “Sosyalist Enternasyonal”e üye olmuş CHP için, bu durum hiç doğru değildir.
Uzmanlık gerektiren konularda değerlendirilmeleri için belirli bir küçük oranda adayın Genel Merkez tarafından belirlenmesi kabul edilebilir.
Toplum tarafından tanınmayan, önseçimle seçilme şansı olamayan, ancak üstün kişisel yeteneklere sahip az sayıda bireyin Meclis’de bulunmasının faydası yadsınamaz.
Ancak, elbette ki, Genel Başkanların özel doktorlarının ya da avukatlarının değil!
***
Halkın Temsilcisi olmak; ne Genel Merkez’de bulunan karar verici bir grubun kararlarını yerine getiren bir üye olmak, ne de bireysel çıkar peşinde koşan bir kişi olmak demektir.
Bu kutsal görev, ne bir kişinin benliğini/egosunu yüceltmek, ne de kariyer edinmek için yapılacak bir iştir.
Kimi kaynaklarda Hz. Ebubekir’e, kimi kaynaklarda Şeyh Edebali’ye atfedilen “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir” deyişi, İslam ve Türk kültüründe derin bir anlama sahiptir.
Halkın refahı için çalışmanın yüceliğine işaret eder.
Böyle bir anlayış, erişilmez bir değere sahiptir.
Bu görevlere gelen, gelecek kişiler; halkı seven, sayan, tek dertleri halka hizmet etmek olan kişiler olmalıdır.
Halkın Temsilcisi olmanın onuru, her beklentiden üstündür.
Kendini bilen için bu onur yeterlidir!
***
Bu bağlamda, ülkemiz dört yıl sonra, belki de gündemdeki tartışmalara bakılırsa daha erken bir tarihte, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği, belki Belediye seçimleriyle karşı karşıya kalacaktır.
Aslında daha olağan seçimlere zaman varken, ülkenin içinde bulunduğu hiç bitmeyen sarsıcı sosyal ve ekonomik sorunlar, hayat pahalılığı, yüksek enflasyon, terör tehdidi ve dış ilişkilerdeki gerilimler, böyle birerken seçimi zorunlu hale getirebilir.
Ülkeyi yöneten siyasal iktidarının, yaptığı birçok olumlu hizmetin yanında, işlediği ciddi hatalar nedeniyle iktidarını korumakta zorlandığı görülmektedir.
Mevcut iktidarın Cumhurbaşkanı, Milletvekilleri, Belediye Başkanları adaylarını Genel Merkezlerinin belirleyeceği isimler olacağı açıktır.
Bu, bu siyasi geleneğin doğasında var!
Dünya görüşü böyledir!
Ana muhalefet partisi CHP ise “halkın iktidarını amaçlayan”, “demokratik” bir parti olduğunu iddia eder.
Tüm üyeleri ya da delegelerinin katılımıyla, aday adayları üzerinde seçim kanunu çerçevesinde “önseçim”, parti tüzüğüne göre “eğilim yoklaması” yapabilir.
Partiyi ve halkı devlet katında temsil edecek, devleti yönetecek kişileri CHP’nin parti üyelerine sorması demokratiktir.
Ancak önseçim/eğilim yoklamalarının çok aday adaylı olması demokratik seçeneklerin çokluğunu gösterir.
Seçenek iyi bir şeydir!
Aksi durum, bir merkezden önceden kararlaştırılmış bir adayın, başkalarına fırsat verilmeden onaylanacak olmasından başka bir anlama gelmez.
CHP ve demokratik partiler bu durumlara duyarlı olmalıdır.
Kendileri, kendi içlerinde demokrasi uygulamadan ülkeyi nasıl demokratikleştireceklerdir.
Gelişmeler, geleceği gösterecektir.
***
Öyle ya da böyle, her demokratik uygulama, toplumsal gelişmenin önünü açar.
Ancak, demokratik yöntemlerin kişiye veya koşullara göre şekillendirilmesi yerine, demokrasinin sürekli, amasız ve fakatsız, her aşamada ve her ortamda uygulanması zorunlu olmalıdır.
Günümüzde, yasal bir zorunluluk olup olmamasına bakılmaksızın, önseçimin yalnızca CHP’de değil, tüm siyasi partilerde aday belirleme sürecinin temel koşulu olması gerekir.Bunun için seçim kanununda yer alan “önseçim yapılabilir” ifadesi, “önseçim kesinlikle yapılmalıdır” şeklinde değiştirilmelidir.
CHP gibi, “demokratik toplum” ve “demokrasinin geliştirilmesi” konularında iddialı görüşleri olan siyasi oluşumlar, bu kesinliği tüzüklerine, parti bilincine ve siyasi pratiğine yerleştirmelidir.
Demokratik uygulamalar kalıcı gelenekler haline gelmelidir.
Amaç gerçekten halkın ve seçmenin iyiliği için siyaset yapmaksa, halktan ve seçmenden korkulmamalıdır.
Herhangi bir yöntemle halkın görüşü alınmadan atılan her adım eksik kalacaktır ya da yanlış yola sapacaktır.
***
(Demokrasilerin kutsalı-Oy- Temsili Resim-AI)
Artık teknoloji, halka evinden, oturduğu yerden oy kullanma imkânı bile sunuyor.
Kamuoyu araştırmaları, toplumsal eğilimlerin her gün değişebildiğini gösteriyor.
Robotlar ve Yapay Zekâ (AI), hayatın her alanına yavaş yavaş giriyor.
Yeni koşullara uyum sağlayamayanlar, geçmişe takılıp kalacak ve sonunda başarısızlığa uğrayacaktır.
Ya da aldıkları yaralarla, kaçınılmaz bir çöküşe sürükleneceklerdir.
Her türlü fenalığa, antidemokratik uygulamalara, seçimleri bir satranç ya da tavla oyununa çevirmeye çalışanlara rağmen, insanlığa artık Temsili Demokrasi yetmiyor.
Katılımcı Demokrasi, hatta Doğrudan Demokrasi, sınırları ve kapıları zorluyor.
Bunun en açık kanıtı, sokakta kimsenin hiçbir şeyi beğenmemesi ve herkesin her konuda fikir sahibi olmasıdır!
Amaç toplumsal ilerlemeyse, halkın görüş ve taleplerini dikkate almadan ülkeyi ve devleti yönetmeye kalkmanın sonu hüsrandır.
Bu bağlamda “popülizm yapmak, halkın kuyruğuna takılmak” ifadeleri boş laftır!
Egemen sınıflar, bu gelişmeleri kontrol altına almak, yönlendirmek için var gücüyle çabalıyor.
Ancak ne yaparlarsa yapsınlar, tarihin durdurulamaz bir akışı var.
***
16.yüzyılın büyük İngiliz ozanı William Shakespeare, “Atinalı Timon” adlı eserinin girişinde şöyle bir sahne anlatır:
Zaman, antik çağdır.
Timon, Atina’nın en zenginlerinden biridir.
Evinin salonunda, davetlilerden bir şair, bir ressam, bir kuyumcu ve bir tüccar, Timon’un zenginliğinden nasıl faydalanabileceklerini tartışmaktadır.
Şair, ressama sorar: “Dünya nasıl gidiyor?” (How goes the world?)
Ressam yanıtlar: “Zenginleştikçe örtünüyor/Eskidikçe yıpranıyor.” (It wears as it grows.)
Zenginlik paylaşılmadıkça eskiyor ve yıpranıyor dünyamızda!
***
Hayatın her aşamasında değişim ve yenilenme kaçınılmazdır!
Belki de insanlığın sahip olduğu en büyük zenginlik, değişme ve gelişme yeteneğidir!
Bu, yalnızca bireyler için değil, toplumlar ve siyaset için de geçerlidir.
Yaşayış ve yönetim biçimleri de yenilenmek zorundadır.
Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak!
Yoksa “Tek adamların” saltanatı sürüp duracak!
***
Gelecek seçimlerde ve her seçimde uygulanacak önseçimler, yeni demokratik dönüşümlerin ve gerçek demokrasinin yolunu açmalıdır!
Katılımcı ve Doğrudan Demokrasiler, insanlığın temel yaşam biçimi ve kültürü haline gelmelidir!
Her koşulda en nihayetinde hedef, daha özgür, daha rahat ve daha onurlu bir yaşamdır.
İnsanlık demokrasi şalıyla örtünmelidir!
Sefa Taşkın
16.03.2025
Karşıyaka/İzmir
Çok Okunanlar

Can Ataklı'dan gündemi sarsacak iddia

İmamoğlu’nun tutuklanması siyaseti sarstı: Anketlerde İmamoğlu fırtınası!

CHP Lideri Özel’den boykot çağrısı: Hangi markalar listede?

Özgür Özel'in boykot çağrısına fenomenlerden destek

Gelinim Mutfakta 25 Mart Salı puan durumu: Bugün çeyrek altını kim aldı?

İBB soruşturmasındaki gizli tanık ayrıntısında yeni detay

Sözcü ve Nefes Gazetesi Özgür Özel'in boykot listesini sansürledi

Olası kurultay iptali sonrası neler olacak? Eski ekip geri mi geliyor?

Saraçhane'ye gelen yüzbinlerin renkli protestoları

İşte Ümit Özdağ'ın kaldığı koğuş! Kendisi çizmiş