BERGAMA’DAN SİYANÜR GÜNLÜKLERİ-15
Çevre sorunlarının ağırlığı giderek bütün dünyayı etkilediği gibi Türkiye’de de hissediliyor.
Günümüz koşullarında parayı en kolay yoldan ve en çok kazanma yolu olan “yeni vahşi kapitalizm”e ve “globalizm”in yarattığı “tüketim çılgınlığına” sürüklenen toplumlara ürün yetiştirmek için doğa hoyratça harcanıyor.
Bu vahşiliğin sonucunda görülen iklim değişikliğinin sonuçları ürkütücü boyutlara ulaşıyor.
Gerçekçi önlemler alınmazsa ve kirlilik ve kirletenlerle etkin bir mücadele yapılmazsa dünyanın da ülkemizin de hali harap.
Zehir kalıntısı olmayan yiyecek, içecek temiz su bulunamayacak bu gidişle.
Konu ve durum son derece yaşamsal.
(Kirlenen Dünya)
***
Türkiye’nin ilk kapsamlı Çevre Kanunu 11.08.1983’de çıktı.
Kanunu 12 Eylül 1980’de Türkiye’de iktidara el koyan askeri cunta gider ayak çıkarmıştı.
Almanya’nın en önemli eğitim kuruluşlarından Münih Teknik Üniversitesinin saygın üyelerinden Prof. Friedhelm Korte’nin bu kanun hazırlanırken danışmanlık yaptığı söylenir.
Böylece, ancak yönetmeliklerle, kararnamelerle müdahale edilebilen bu alan nihayet bir kanuna sahip olmuştu.
Cuntanın baskısından bıkan halk 6 Kasım 1983’de, Çevre kanununun çıkarılışından üç ay sonra yapılan “Genel Seçimler”de “cuntanın faşist yönetimi” yerine iktidarı Turgut Özal Başbakanlığında Anavatan Partisine verdi.
Turgut Özal’la birlikte ülke kapıları globalizme, küreselleşmeye açıldı.
Türkiye Dünya ile, Dünya sermayesiyle kucaklaşacaktı artık.
Ne var ne yoksa elden çıkarılacak, Cumhuriyetin 60 yıllık sanayi birikimi özelleştirme adına, yerli yabancı Kapitalist Beylere satılacaktı.
Bu süreçte ne Sümerbank kaldı ne Etibank.
Böylece, güya ülkenin başına dert olan Kamu/Devlet mülkiyetinden kurtarılacaktı ülke!
Böylece yılardır uğraşılan “kapitalizmle gelişme” hedefine daha kolay ulaşacaktı!
Baştan, Devlet güdümlü yarı kapitalizm bir ölçüde ilerleme sağlamıştı ama artık kapılar yabancı sermayeye tamamen açılıyordu.
Onlarla ortak olmaya hevesli yerli çevreler yol göstermeye hazırdı.
Süleyman Demirel zamanında Portekizceden alınma “komprador” sözcüğüyle anılıyordu onlar.
***
(Doğallıktan çıkmış çevre-Bergama Ovacık Altın Madeni-2020)
Turgut Özal hükumeti 1985 yılında Maden Yasası’nda değişiklikler yapmış, yabancı şirketlere maden ruhsatı alarak madencilik yapma, maden işletme hakkı tanınmıştı.
Aslında sahibi ABD’li olan Avustralya görünümlü Australian Consolidated Minerals (ACM) şirketi Anadolu’da altının elde etmede kullanılacak siyanürün acı badem kokusunu almış, harekete geçmişti!
Çok siyanür, az maliyet; çok para, çok kar!
Uzun yıllar boyunca, Bergama’ya ve daha sonra Anadolu’nun birçok yerinde siyanür kullanarak altın elde etmek için el koyan Eurogold (Normandy) şirketi onun türeviydi.
Bu şirkette Aramalar Müdürü olarak çalışan ve daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Jeoloji Müh. Bölümü’nden profesör unvanıyla emekli olan Dr.Hüseyin Yılmaz Batı Anadolu’da 1988 yılından beri altın arıyordu.
Ege bölgesi, cevherde altın varlığı bakımından jeolojik anlamda verimli bir alandı.
Hatta ilk altın para bu topraklarda; Sardes (Sart-Salihli-Manisa) ve Pergamon’da (Bergama-İzmir) üretilmişti.
Yapılan jeokimya çalışmaları sonucunda Bergama yöresi araştırma sahası seçildi.
Buralarda muhakkak altın vardı.
Dere boylarından alınan kum ve çakıl örnekleriyle ayrıntılı kimyasal analizler yapıldı.
Anlaşıldı ki Bergama’nın Ovacık-Çamköy-Narlıca köyleri çevresinde, içinde altın bulunan kuvars (bir tür kaya) damarları bulunuyordu.
Zaten bu köylere komşu Alacalar köyünde, Bizanslılar zamanında kullanılan, toprağının yüzeyinde altın bulunan mağaralar olduğu söyleniyordu.
Bu bulgulara varınca, Türkiye’nin başına siyanür belasının bulaşacağı ilk adım atılınca, arama ruhsatı alnınca, sonradan profesör yapılacak Dr.Hüseyin Yılmaz kim bilir ne çok sevinmişti.
Bergama’da altın bulunduğunu böylece öğrenen ABD kökenli Avustralyalı ACM (NORMANDY) şirketi hemen harekete geçmiş, ECZACIBAŞI HOLDİNG’in elindeki arama ruhsatını ona pay vererek satın almış ve ardından yabancı sermayeli bir Türk şirketi olarak EUROGOLD’u kurmuştu.
Prof.Dr.Hüseyin Yılmaz da bu şirketin elemanı olmuştu.
Prof.Hüseyin Yılmaz
***
Bu bölgede siyanür kullanılarak altın madeni işletileceğini; zehirli atıkların bir havuz yapılarak burada biriktirileceğini, siyanür, arsenik, diğer ağır metaller gibi zehirli maddelerin insan sağlığına ölümcül etkilerde bulunabileceğini Halk öğrenince, tepkiler çeşitli biçimlerde gösterilemeye başlandı.
Yurtsever mühendislerin, bilim insanlarının verdiği bilgilerle köylüler bu madenden hayır gelmeyeceğini anlamıştı.
Devlet, Ankara’da bu madenin işletilmesine istekliydi ama halkın tepkisinden de çekiniliyordu.
Halkın gerçek çıkarlarının değil kendi bildiklerini okumaya kalkan yöneticilerin korktuğu tek güç “halktır”.
Öte yandan, siyanürcü Eurogold şirketi Ankara’da kurduğu bağlantılarla, Betül Mardin gibi tanınmış halkla ilişkicilerle Kamu görevlilerini ikna ediyor, aldığı izinlerle adım adım ilerliyordu.
Tabii ki siyanürcülere yardım edenler de çoktu. Çil çil altınlar kimin gözlerini kamaştırmaz ki!
Bu süreçte siyasette de değişiklikler vardı.
Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olması üzerine Yıldırım Akbulut, 9 Kasım 1989-23 Haziran1991 tarihleri arasında Başbakanlık yapmış, 20 Ekim 1991’de yapılan Genel seçimler sonucu kurulan DYP-SHP koalisyonuyla Süleyman Demirel Başbakan olmuş, Bedrettin Doğancan Akyürek Çevre Bakanlığına getirilmişti.
1991 yılı TC Çevre Bakanı Doğancan Akyürek
***
1989’dan bu yan süren siyanürlü altın tartışmalarında durum netliğe kavuşuyordu yavaş yavaş.
Maden çevresindeki Bergama köylüleri madene topyekun karşıydı.
Hatta 15 köyün muhtarı birlik olmuş, kurulan katılımcı ve direnişçi köy komiteleriyle dayanışma içindeydi.
Başta İzmirli olmak üzere birçok bilim insanı siyanürcü madenciliğin çevreye ve insan sağlığına ne kadar zararlı olduğunu kanıtlamıştı.
İzmir Barosu merkezli hukukçular konunun yasal boyunu araştırıyor, girişimlerde bulunuyordu.
Ancak, öte yandan da Devletin önemli bir kesiminin siyanürlü altıncılığa ikna olduğu anlaşılıyordu.
Uzun yıllardır halkını ferahlatamayan, mali bütçesini denkleştiremeyen, enflasyonun önünü alamayan siyasal iktidar için varlığı ballandıra ballandıra anlatılan “altın”a sahip olmak ne iyi olurdu.
(TC. Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) Kurumu logosu)
“Zengin madenlerin fakir bekçisi mi olacağız!”
Bu tür propaganda deyişleri yüksek devlet kademelerinde yankı buluyordu!
Yabancı şirketler çevreye hiçbir zarar olmayacağını söylemiyorlar mıydı?
Dünya’nın her yanında kuruyorlardı bu işletmeleri!
Kirlilikte neymiş! Pırıl pırıl olacaktı maden sahaları!
Devletin elinde denetim mekanizması yok muydu?
Üstelik bu şirket kamu ilgililerini Avustralya’ya, Kanada’ya götürmeyi, orada kusursuz (!) işleyen işletmelerini göstermek istemiyorlar mıydı?
Hani arada böyle bir gezi yapmak da hiç fena olmazdı!
Ama pişmekte olan aşa su katmaya çalışanlar da bulunuyordu tabii!
“Ya siyanür, zehirler!” ne olacak diye soranlar da vardı!
Çevre Bakanlığında, Orman Bakanlığında, Maden Tetkik Arama Kurumunda (MTA) bu gibi işletmelere soğuk bakanlar hala bulunuyordu.
Ama asıl sorun “halktı”!
Kamuoyu ve basın da “halk”a sahip çıkmıştı! Güçlü bir direniş görünüyordu ufukta!
Siyanürcü Eurogold Devletin yüksek kademelerine işletme izni almak için baş vurduğunda, “git önce halkı ikna et” diyorlardı.
Bu zehirci şirket de etrafa o kadar çok para saçmasına rağmen “halk”la baş edemiyordu!
Daha önce az sayıdaki aydına mal edilen çevrecilik toplumsallaşıyordu.
Ara ara Devlet giriyordu devreye!
Bergamalı köylülerin bilim alanında, hukuksal birikim oluşturmada, köylü direnişteki tutumları basında, TV’lerde, sivil toplum kuruluşlarında sempatiyle karşılandığı gibi Devlet kademelerinde de dikkat çekiyordu.
(Bergama köylüleri-1992- Türkiye’yi uyarıyor.)
***
SHP ile yaptığı koalisyonla ülkeyi yönetmeye çalışan Süleyman Demirel’in de Bergama’daki gelişmeleri, toplumsal davranışları izlediği anlaşılıyordu.
12 Eylül faşist yönetiminden yeni kurtulan ülkede, demokrasinin gelişmesi yönünde, ortağı SHP’nin de etkisiyle yeni adımlar atılmaya çalışılıyordu.
Bu dönemde, bütün dünyada “vahşi kapitalizmin” başına dert olan çevre sorunları, bir çıban gibi Türkiye’de de baş vermeye başlamıştı.
Sanayinin gelişmesiyle birlikte kolay para kazanmak için sermayeciler çoğunlukla çevreye zarar vermekten çekinmiyordu.
1983’de yürürlüğe giren 2872 sayılı Çevre Kanununun 10.maddesi çevreyle ilgili yatırımlar için Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) yapılmasını buyuruyordu.
Oysa böyle değerlendirmenin koşullarını belirleyen mevzuatı için gerekli bir yönetmelik daha ortada yoktu.
Eurogold şirketi, çevreyi zehirleyeceği yetmiyormuş gibi bu süreçte Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Yabancı Sermaye ve Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü’ne “Teşvik Belgesi” almak için baş vurmuştu.
Hazine Müsteşarlığı, daha ÇED yönetmeliği bulunmadığı için, bir mecburiyet olmadığı halde, “Teşvik Belgesi” verilebilmesi için koyduğu özel bir şart bağlamında Eurogold şirketinden, siyanürlü işletmenin çevreye olan etkisine ilişkin bir çevre değerlendirme raporu istemişti.
“Teşvik Belgesi” Devletin yatırımcıları desteklemek amacıyla sunduğu vergi, sigorta ve finansman avantajlarından yararlanmayı sağlayan resmi bir belgedir.
Böylece halktan alınan vergilerin bir kısmı, yatırım yapanları desteklemek, önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde baş vuran kişi/kuruma verilir.
Eurogold “Bergama’ya siyanür” yatırımı yapacaktı ya Devletten bir de “Teşvik” istiyordu.
Ne ala!
Doğayı ve halkı zehirlemek için bir de “teşvik”. Hem de halkın parasıyla!
Zehirli altın gözleri doyurmuyordu!
Ballı börek!
Bu süreçte Eurogold şirketini yöneten, Ankara’da ve Bergama’da şirketin işlerini yürüten ve çıkarlarını başarıyla (!) koruyan Türk Genel Müdür Sabri Karahan, yardımcısı Ahmet Gürer ve Kamu İşlerini halleden Fahri Ergin’di.
(Eurogold’un Türk Genel Müdür Sabri Karahan-1990’lar.)
Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığındaki yetkililer, ülkedeki siyanür tartışmalarını duymuş olmalılar ki bir şart koşmuşlar, teşvik alabilmesi için Eurogold’dan, 1983 Çevre Kanununda buyrulan ama hala yönetmeliği bile çıkmamış, zorunlu olmayan Çevre Etki Değerlendirmesi yapılmasını istemişti.
Bu gayet iyi niyetli bir istekti.
“Teşvik, para istiyorsun da gerçekten buna layık mısın?”
Demek ki Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığının, bir anlamda Devletin bir kesiminin “siyanürlü altın madenciliği” konusunda kuşkuları vardı.
Emperyalist şirketi denemek istiyordu!
Zehirci Eurogold buna tabii ki “hayır” diyemeyecekti. Devlet buyuruyordu!
Bunun üzerine siyanürcü şirket hem teşviği, parayı kapmak hem de bilimsel olarak kendini kamuoyuna kanıtlamak için İzmir’de 9 Eylül Üniversitesine başvurdu.
Üniversitenin Çevre Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Orhan Uslu’dan ÇED hazırlamasını istendi ve rapor 1991 Ağustos ayında tamamlandı, kamuoyuna sunuldu.
Bu raporun “düzmece” olduğu iddia edildi ve ülkedeki diğer üniversite çevrelerinden yoğun eleştiri aldı.
Turistler için siyanürlü madende “seyretme platformu” yapılması önerisiyle halkın alay konusu oldu.
Hazine Müsteşarlığı bunun ardından ne yaptı bilinmiyor!
Yalnız, 1995’den itibaren 20 ve 21 dönem Milletvekilliği , 6 Mart 1996 - 30 Haziran 1997 arasında Devlet Bakanlığı, 4 Temmuz 2023 - 3 Mayıs 2024 tarihleri arasında İyi Parti genel Sekreterliği yapan Ayfer Yılmaz’ın bu dönemde Hazine Müsteşarı olduğu biliniyor.
(Milletvekili, Bakan, Hazine Müsteşarı, Politikacı Ayfer Yılmaz)
***
Süreci böyle götürüyordu Türk yasalarına göre kurulmuş zehirci Eurogold.
Köylü direnişi ve kamuoyu baskısı altında kalan ama bu madeni çalıştırmak isteyen Devlet ne yapmalıydı?
Siyanürcü Ahtapotun kolları, diğer siyanürlü altıncı şirketleri de yalnız Bergama değil Anadolu’nun her yanını kapışmak için durmadan bastırıyordu.
Bu konu Ankara’da Devletin ilgili yüksek mevkilerinde çok tartışılmış olmalı.
Süleyman Demirel’in Başbakanlığa gelişiyle, “düzmece ÇED” raporunun kamuoyunda reddedilişi aynı döneme geliyordu.
O zamanlar yeni iktidar, DYP-CHP koalisyonu “demokrat” görünmek istiyordu.
Üstelik Demirel’in DYP’si ile ortak SHP ideolojik olarak demokrasiden vaz geçemezdi. Milletvekillerini bile çoğunlukla önseçimle belirliyordu. 1991’de öyle yapmıştı.
Bergama olayı baş karar verici Demirel’in önündeydi.
Çevre konularının Devletin zirvesinde enine boyuna tartışıldığı, ÇED yönetmeliğinin gerekliliğinin görüldüğü anlaşılıyordu. Yasa gereğiydi.
1990’da Norveç’in Bergen kentinde yapılan uluslararası konferansta “çevreye zarar verebilecek yatırımlarda halkın görüşünün alınması ve karara katılmasının sağlanması, yöre halkı istemiyorsa işletmelerin yapılmamasının gündeme geldiği” bir toplantı yapılmış, bu toplantıya katılan Devlet yetkililerinin bu evrensel gelişmeden haberi vardı.
Dünya “çevre sorunlarının” gittikçe arttığı bir evreye giriyordu.
Bergama’da bu maden işletilecekse, “halk” ikna edilmeliydi.
Ne yapılmalıydı bunun için?
***
(Artık ÇED gerekli değilmiş!-2023)
Türkiye siyasal tarihinin en kritik zamanlarında Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı yapan Süleyman Demirel çok pragmatik bir yöneticiydi.
İTÜ’den aldığı mühendislik eğitimiyle bilgiye ulaşma ve sorun çözme konularında ustaydı.
“Tabii ki ülke gelişecekse kapitalimle gelişecekti. Yabancı sermaye ve girişimci de şarttı.”
Bergama’daki maden olayını, halkın tepkisini ve eylemlerini yakından izliyordu ki S.Demirel en iyi danışmanlarından ODTÜ mezunu yetenekli bir mühendis olan A.Bursalı’yı Bergama’ya gönderdi.
A.Bursalı Bergama Belediyesi yetkililerinden halkın ikna edilmesi konusunda yardım istedi!
Oysa Belediye görevlileri ve temsil ettikleri toplum bu işe kökten karşıydı. Kentlerini korumakta kararlıydı.
Yapıcı bir kişiliği olan A.Bursalı’ya Bergama’da; “bu iş bu kadar çok ülke yararına ve çevreye zararlı değilse”, “bir toplantı düzenleyip halkı kendisinin ikna etmesi” söylendi.
Bu yeni bir durumdu.
Yenilikçi bir tutumdu.
Zaten uluslararası sözleşmeler de bunu öneriyor, Çevre Kanununun amir hükmü gereğince Çevre Etki Değerlendirme Yönetmeliği hazırlamak için Ankara’da çalışmalar ilerliyordu.
Böyle bir toplantı yapmanın Devlet için bir sakıncası yoktu!
A.Bursalı bu öneriyi Ankara’ya kabul ettirdi.
***
Çevre Bakanlığı şemsiyesi altında, A.Bursalı’nın yöneticiliğinde 26 Ekim 1992 günü Bergama Halkevi toplantı salonunda büyük bir “halk katılım toplantısı” düzenlendi.
Toplantıya; Bergama Kaymakamlığı, Belediye Başkanlığı, maden sahasının bulunduğu yerdeki 15 Köy Muhtarlığı, Siyasi Partilerin İlçe Başkanlıkları, Dernekler, Üniversiteler, Mühendis Odaları, ilgili Kamu kurum ve kuruluşları bir resmi yazıyla bu toplantıya davet edildi.
O dönemde Bergama Kaymakamı Oğuz Berberoğlu idi.
Bu kaymakam daha sonra siyanürcülerden yana koyduğu tavır nedeniyle ödüllendirilecek, Erzurum Valiliğine terfi ettirilecekti.
Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın ve daha sonraları Sağlık Bakanlığı yapacak Bergamalı DYP İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu da katılımcılar arasındaydı.
Tabii ki Eurogold şirketinin yöneticileri de.
***
Bu toplantı, yasal bir zorunluluk ve düzenleme olmamasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Devletin, sosyo ekonomik bir konuda “sivil toplumu” karşısına alıp onları dinlemek istediği, istemlerini doğrudan dinlediği, halkın da Devletin bu toplantısına katılıp Devletle tartıştığı belki de ilk toplantıydı.
Böyle bir organizasyonun oluşmasında “halkın” talebi yanında Başbakan Süleyman Demirel’in ve bu iş için görevlendirdiği A.Bursalı’nın büyük katkısı vardı.
Böyle geniş bir katılımla gerçekleşen “26 Ekim 1992” toplantısı ateşli konuşmalarla geçti.
Devleti karşısında gören “halk” açık yüreklilikle kuşkularını dile getirdi.
Toplantının yöneticisi ve tek sunumcusu olan A.Bursalı’nın verdiği bilgiler halkı tatmin etmedi.
Esnaf temsilcilerinde İrfan Keskin’in, emekli hemşire Ayşe Gülten Üze’nin, yerel aydın Ahmet Ünaleroğlu’nun yaptığı ve katılımcılardan büyük destek alan karşı çıkışları halkın siyanürlü altın madenine karşı olduğunun açık göstergeleriydi.
Daha herhangi bir işletme izni olmadan sahadaki ağaçların kesilmesi, patlayıcı ve siyanür kullanılmasına sert bir şekilde karşı çıkıldı.
Zehirli atıkların yeraltı sularına sızması dile getirilen kaygılardan biriydi.
Atık barajının güvenirliliği, deprem bölgesi olan yörede deprem durumunda oluşabilecek riskler sorgulandı.
Köylüler üstüne basa basa, madenin işletilip işletilememe konusunda halkın oyunun sorulmasını, “referandum” istiyordu.
Belki de Devleti ilk kez böyle karşılarında gören halk içini iyice boşaltıyordu.
Kamu yöneticilerinin halkın istemlerine kulak vermeleri, onları dinlemeleri, onlara yakın durmaları yüzlerce yıl Devlete kul edilmiş Anadolu insanları için olumlu bir ortamdı.
Ankara, Süleyman Demirel’in temsilcisi A.Bursalı eleştirileri sabırla dinledi, not aldı.
Katılımcı “halk” karşısında bulduğu “Devletin” bu madenin işletilmeyeceğine dair söz vermesini istiyordu. A.Bursalı’nın salondan çıkmasına izin vermiyordu.
Salonda tansiyon yükseldi.
A.Bursalı ancak “halkın” isteklerini yerine getireceği sözünü vererek toplantıdan ayrılabildi.
Devlet “halkı” ikna edememişti.
Türkiye’nin ilk yerel çevrecilerinden: taksici İrfan Keskin, emekli hemşire Gülten Uze, yerel aydın Ahmet Ünaleroğlu-1992
***
Tabii ki A.Bursalı’nın Devlet adına Bergama Halkevinde yapılan toplantıda verdiği söz hiçbir zaman yerine getirilmedi.
Siyanürlü altın madenciliğinin önü kapatılmadı.
Bu toplantı bekli de çıkarılma hazırlıkları yapılan “Çevre Etki Değerlendirme” yönetmeliğine konulacak, sonra içi boşaltılarak, göstermelik hale getirilerek sonuç aldırılmayacak “halkı bilgilendirme toplantılarının” bir ön uygulamasıydı.
Ardından, çok yerde kurulan, 2005 yılında yasalaşacak, ama hiçbir yaptırımcı gücü olmayan “Kent Konseyleri”nin nüvesiydi bu toplantı.
***
Sonra derelerden çok sular aktı.
Devlet kademelerine Ahmetler gitti, Mehmetler geldi.
Hasanlar gitti, Hüseyinler geldi.
Siyanürcü Ahtapot baki kaldı.
Hem de yeni yeni, çok güçlü yerli ortaklarla beraber.
Kollarındaki vantuzları dayamış Anadolu’nun bağrına, emiyordu, emiyor.
Sefa Taşkın
25.05.2025
(Karşıyaka-İzmir)
Çok Okunanlar

ORC'den 49 ilde seçim anketi: O şehirlerde sıralama değişti!

İktidara yakın şirketin anketinde görülmemiş fark!

Gerici Yeni Akit'ten Mansur Yavaş'la ilgili çirkin başlık!

Suudi Arabistan’ın reform aynasında Türkiye!

Lozan’dan önce Kürtler demokrasi ve refah içinde mi yaşıyordu?

Fenerbahçe'nin seri başı olma hayali uzatmalarda yıkıldı

Türkiye'de 'ÇED' süreci ve halk katılımının doğuşu: Bergama örneği

Mahmut Tanal'ın paylaştığı o görüntüden sonra emniyet inceleme başlattı

24 Mayıs Cumartesi reyting sonuçları: İşte zirvedeki yapım!

İktidara yakın gazeteci duyurdu: Büyük af kapıda!