Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
38,0377
Dolar
Arrow
34,0303
İngiliz Sterlini
Arrow
45,3604
Altın
Arrow
2830,0000
BIST
Arrow
9.900

Gösteri toplumunun mahkumları

Türkiye'de son zamanlarda yaşanan olaylar, kendime doğal olarak insani sorular sormama neden oldu. Aynı zamanda hepimizin televizyonda veya internette izlediğimiz şeyler için bazı bilimsel açıklamaları aramamı sağladı.

Diyarbakır'da vahşice öldürülen 8 yaşındaki kız çocuğu Narin'in katili bir aydır bütün ülke tarafından aranıyor. Narin’in başına gelenler o kadar kamuoyuna duyuruluyor ki, bu abartılı medyalaştırma doğal olarak bazı soru işaretlerini de beraberinde getiriyor! Bu davayı tartışmamalıyız demiyorum. Tam tersine, bu olayın tüm faktörlerine bakmamız gerekir ama bence olayı gereğinden fazla duyurmak/incelemek de anormal bir durumdur. Böylesine trajik bir vakanın eğlence programlarında tartışılan bir vakaya dönüştürülmesi, gazeteciliğin her türlü etik ve deontolojik normunu ortadan kaldırıyor.

Engin ve Dilan Polat davası, Türk kamuoyu tarafından yargının işini nasıl vicdanla yaptığını görmek ümidiyle yakından takip edildiği bir davadır. Ama ne oldu? Kamuoyunda çokça konuşulan davalardan biri ama farkedilen tek şey, cezaevinden çıkarken daha ‘güçlü’  insanların palyaço görüntüleri oldu.

Son zamanlarda, yeni seçilen Türkiye Güzeli'nin kendisine yönelik bir öfke ve eleştiri dalgasına yol açmasıyla Türk kamuoyu güzellik uzmanı olmaya çalışıyor. Bu ‘'uzmanlara” göre, seçilen kızın güzelliği ‘evrensel güzellik standartlarına’ uymuyormuş.

Bunlar uzun zamandır dikkatimizi çeken sadece 3 örnek ve onlar sayesinde ekonomik krizi, sokak köpeklerine ötenazi yapılmasını, Türkiye topraklarındaki Suriyeli mültecileri ve ülkenin diğer birçok acil sorununu unuttuk ya da unutturdular bize!

Bu 3 örneği takip edip aynı zamanda analiz ederken, Fransız filozof Guy Louis Debord'un 1967'de yayınlanan "Gösteri Toplumu" adlı eserini hatırladım. Gösteri toplumunun özelliklerinden birinin,  temsili gösteriler aracılığıyla sunulması olduğunu söylüyor.  Topluluk üyelerinin en çok arzuladığı yüzeysel yaşam tarzıdır. Modern tüketim toplumunda artık önemli olanın ‘sahip’ olmak değil, sahip olunanların görünümü olduğunu açıklıyor. Dikkat edin, Debord bu satırları 1967'de yazıyordu. O günden bugüne pek bir şeyin değişmediğini görüyoruz. "Gösteri, metanın toplumsal yaşamı bütünüyle işgal ettiği andır. Metayla olan ilişki yalnızca görünür hale gelmekle kalmıyor, aynı zamanda onun dışında hiçbir şey görülmüyor: görülen tek şey onun dünyasıdır" diyor Debord.

Debord yazılarında kapitalizmi ve onun insanlar üzerinde yarattığı, hissettiği etkileri kınadı. Televizyonda haber izlerken hala istediğinizi izleme özgürlüğüne sahipseniz, internette sosyal ağların algoritmalarının esiri oluyorsunuz ve insanlar baş edemediğiniz bilgi akışının kurbanı oluyorsunuz demektir. Ancak unuttuğumuz şey, beynimizin çevrimiçi bilgiyi tüketme hızının bize empoze edilen hızla örtüşmediği, bu yüzden her şeyin yüzeysel yorumlandığı ve bilgi akışı arttıkça bilgiyi rasyonel olarak analiz etme yeteneğinin azaldığıdır. 

Bilimsel anlamda, Güney Koreli filozof Byung-Chul Han'ın deyimiyle "Mediakrasi" adlı rejimlerin kuruluşu söz konusudur. Amfitiyatro yapısı nedeniyle alıcıları pasif, yani bilginin pasif tüketicisi olmaya mahkumdur. Aynı yazar, "Mediakrasi"de siyasetin de kitle iletişim araçlarının mantığına esir düştüğünü, çünkü eğlencenin siyasi içeriğin aktarılma biçimini belirleyerek rasyonelliği baltaladığını belirtiyor. "Mediakrasi" aynı zamanda biz seyircilerin izleyip alkışladığımız aktörlerin olduğu "tiyatrokrasi"dir. Tiyatrokrasi, Debord'un bahsettiği "Gösteri Toplumu"ndan başka bir şey değildir.

Tiyatrokrasinin bir örneğini gösterebilmek zor değil. ABD seçim kampanyası bunun en uygun örneğidir. Çünkü çoğu seçmen, adaylardan mantıklı argümanlar duymak istemiyor, başkan adaylarının "tiyatral" performansını görmek istiyor.  Aday  olan Trump'a suikast girişiminde bulunulması ve suikast sırasındaki tepkisi, işadamı Trump'ın 1981'de ABD başkanı olan aktör Ronald Reagan'dan daha iyi bir aktör olduğunu kanıtlıyor. Evet... Donald Trump'ın hâlâ bir argüman sunduğunu unutmayalım. ABD Başkan adayı, Haitili mültecilerin Amerikalı komşularından çaldıkları kedileri yediklerini belirtti!

50 yıl önce Debord "Gösteri Toplumu"ndan söz ediyorken, ünlü Perulu yazar Mario Vargas Llosa ise, "Gösteri Medeniyeti" hakkında düşündüklerini yazıyor ve yazar bu sayede dünyayı şu şekilde uyarmaya çalışıyor: "Kültür, kelimenin geleneksel anlamı bakımından şu anda yok olma yolundadır". Yazar, eğlencenin kutsallaştırıldığı skandal medyanın zaferini (başarılı/etkili olmasını) eleştiriyor. Ayrıca sahte putlar ve post-kültür çağında, gösteriş ve yüzeyselliğin "her türlü ahlaki, entelektüel ve politik bilincin uykuya dalması, körleşmesi ve özgürlüğümüzle birlikte yok edilmesi" anlamına geldiği konusunda da uyarıyor.

Günümüzde son derece ‘maddi’ bir dünyada yaşıyoruz. Gösteri, tıklamalar, görüntülemeler hep para demek. Basit sıradanlıklara dönüştürülmemesi, derinliğinin ortadan kaldırılması gereken basın/media konuları, maalesef ‘eğlencenin’ konusu haline geliyor. Ama biz insanlar, nasıl kurtulacağımızı bilmediğimiz bir kısır döngünün içinden çıkamıyoruz.

  Hızlı kentleşme ve toplumun iliklerine kadar teknolojileşmesi, insanların boş zamanlarını meşgul etmek için ana tedarikçi olarak kitle iletişim araçlarını kullanmalarına neden oluyor.

Eğlence ve gösteri tüketimi, sermayenin birinci olmasa da ikinci ‘Tanrı’ olduğu bir dünyada, insanın gündelik yaşamın baskısından kaçmasına yardımcı olur. İnsan doğası gereği tembel bir yaratıktır ve fikirleri değil, kolay bilgileri tüketmeyi veya diğer insanları eleştirmeyi sever. Hazcılığa dayalı bir gösteri toplumunun doğuşu, 21. yüzyıl toplumunun bombardımanına uğrayan gerçek sorunlardan kaçınmak için doğal insani ihtiyaçlara yanıt veriyor. Ama biliyorum ki bir gün gelecek, insanlar gözlerini açacaklar. Ümit ediyorum ki bu durumun farkına varmada geç kalmayalım.