Bu sözler bana altı yıl önce anne olduğumda söylenmişti. Geleneksel olarak bebeği görmeye gelen, anneye ve tüm aileye sağlık dileyen ya?lı misafirlerden biri bu sözleri kulağıma fısıldamıştı. Şaşırmıştım. Birden meraklı bir bakışla gözlerimi kaldırdım ve ''Bunu neden söylüyorsunuz?” diye sordum. Yandaki misafirler duymasın diye kulağıma ''Zamanla bu sözleri neden söylediğimi anlayacaksın" diye fısıldadı. ''Bu ülkede yaşamaya devam ederseniz benim haklı olduğumu göreceksin" diye devam etti!
Bunca zaman boyunca, inkar etmiyorum, misafirin sözleri defalarca aklıma geldi ve itiraf ediyorum ki arada bir o sözleri düşünüyorum. Televizyonlarda izlemek veya görmek istemediğim korkunç haberler (kadına, hayvanlara ve çocuklara gösterilen şiddet olayları v.s.) sonrası, kendime daha da fazla sorular soruyorum. Türk toplumunda/toplumuna neler oluyor? İnsanlara ne oldu? Nasıl bir nesil yetişiyor? Sokağa çıkmaya korktuğumuz günler mi yaşıyoruz/yaşayacağız?
Bugünkü yazımda Türkiye'deki kadın ve çocuk hakları meselesinin siyasi boyutuna değinmeyeceğim. Uzun yıllardır Türkiye'de yaşayan bir yabancının bakış açısıyla olayları analiz etmeye çalışacağım. Türk toplumunda neyi fark ettim ve bana normal gelmeyen ne oldu?
Bu yazımla kimseyi üzmek gibi bir amacım yok. Her gün Türkiye ve insanları hakkında yeni bir şeyler öğrenirken, bu konulardan söz etmeye hakkım var diye düşünuyorum.
Toplumda yüksek düzeydeki saldırganlık ve şiddet bariz bir şekilde yaşanmaktadır. Agresif davranışların, öfke patlamalarının en açık örneklerini, trafik kurallarına çoğunlukla uymayan sürücüler arasında görmek mümkün. Bazı sürücülerin davranışlarına göre, sanki (o sürücüler) yolun sahibidirler. İstanbul'da öğrencilik yıllarımda, gördüklerimi unutamıyorum. İçinde bulunduğum otobüsün şoförü kornaya bastıktan sonra aniden otobüsü durdurup kapıyı açtı. Eline, kasapların kullandığına benzer bir bıçak aldı. Öndeki aracın sürücüsüyle‚ „birlikte trafik sorununu çözmek’’ için dışarı çıktı. O gün ilk trafik şokunu yaşadım. İstanbul trafik kanunları gerçeğiyle tanıştım diyebilirim.
Motosiklet sayısının artmasıyla birlikte trafik kavgalarının ve kazalarının sayısında da artış olduğu açık. Motosiklet sürücüleri hiç beklemediğiniz bir yerde karşınıza çıkıyor, bu da kazalara ve kavgalara neden oluyor.
En komik saldırganlık örneklerinden biri de kalabalık cadde ve sokaklarda yürürken istemsiz omuz vuruşlarıdır. Insanlar hemen öfkelenmeye, kavga etmeye hazır haldeler. Bazen bir sokaktaki sessizlik bir anda çığlıklar, bağırışlar ya da haykırışlarla bozulabiliyor. Balkonlara koşan vatandaşlar kalabalık bir grubun kavga edeceğini sanıyorlar. Ancak gördükleri tek şey, telefonla konuşan aynı zamanda yeri titreterrek çığlık atan sadece bir adam görüyorlar.
Bunlar, olaya dahil olan aktörlerin alkol tüketmediği basit örneklerdir. Alkol, işleri daha da karmaşık hale getiriyor. Anlamsız, sebepsiz tartışmalar, kavgalar ve şiddet gösterileri alkolle birlikte çoğalıyor.
Çoğu zaman toplumdaki bu yüksek dozdaki saldırganlığın sebebinin neler olabileceğini de merak ettim. Kamusal alanda bu tür sahnelere şahit olsak da, insanlar evlerinde (4 duvar arasında) neler yaşıyorlar? Fiziksel saldırı veya cinayet vakalarını haberlerde görebiliyoruz, ama evin ön kapısından çıkmayan pek çok vakanın var olduğunu anlayabiliyoruz.
Ayrıca ülkemizin bir zamanlar Osmanlı toprakları olan ülkelerde ve Avrupanın çoğu yerinde nasıl göründüğünü belirtmek istiyorum. Moldova Cumhuriyeti'nden Türkiye'ye gelip, bu ülkede yaşayan kadınların 18 gerçek yaşam öyküsünü içeren "Hilal Ülkesindeki Yabancı" kitabımı yazarken, röportaj yaptığım kadınlardan öğrendiklerimden şu sonucu çıkarmıştım: Türklerin, Güneydoğu Avrupa ülkelerinde iyi bir imajı yoktu ve hala da yok. Görüştüğüm kişiler olmasa da onların aileleri, arkadaşları ya da tanıdıkları hâlâ Türklerin ‘barbar’, ‘terörist’, ‘saldırgan’ vb. olduğunu düşünüyor. Bu yüzden birçoğu Türk vatandaşlarıyla evleneceklerini ya da sadece Türkiye'ye gideceklerini bile ailelerinden saklamak zorunda kalmışlardı. Bu önyargıların, arketipsel stereotiplerin arkasında pek çok tarihi, dini, psikolojik ve kimlik faktörünün bulunduğunu kabul etmek zorundayız. Ancak bu önyargılarla (stereotiplerle) mücadele etmek şart olmuş. Sorun ise bunun nasıl yapılacağıdır?
Saldırganlık üzerine yazarken ve Türk toplumunda olup bitenlere açıklama bulmaya çalışırken, dünyaca ünlü psikiyatrist Vamık Volkan'ın yazdığı "Kanbağı - Etnik Gururdan Etnik Teröre" kitabını hatırladım. Kamuoyunda Kürt sorunu, terör, bölücülük, PKK, barış, açılım süreci v.s. gibi başlıklarla yapılan tartışmalara girmiyorum. Şiddet ve saldırganlığın toplumsal boyutlarından çok, ailede ve çocuk yetiştirmedeki öneminden söz edeceğim.
Bilmeyenler için Vamık Volkan, tarihi ve diplomasiyi psikolojik açıdan inceleyerek etnik şiddeti araştıran uluslararası ilişkiler psikiyatristidir. Yazar bu kitapta PKK lideri Abdullah Öcalan'ın çocukluğunu anlatıyor. Köyün çocukları ile oynarken defalarca kafasını taşlarla kanlar içinde eve geldiğinde, annesi tarafından yas tutulacağını ve kucaklanacağını umarak eve ağlayarak geliyordu. Ama annesi O’na, gidip intikam almasını söylüyordu. Aksi takdirde onu eve kabul etmeyecekti. Öcalan, anılarında nasıl zorbalığa başladığını, diğer çocukların kafasını nasıl kırdığını anlatıyor. Sert ve baskıcı bir annenin yetiştirdiği Abdullah Öcalan, onun sevgisini ve takdirini kazanmak için şiddete başvuruyordu. Her iki ebeveyn de onu saldırgan olmaya teşvik etti, çünkü aksi takdirde saldırıya uğrayan kendisi olacaktı. Saldırgan davranışları ona köydeki "yılan katili" ününü kazandırdı. Köylüler, Abdullah'ı yılan öldürmesi için çağrıyorlarmış, o da çocuklardaki yöntemin aynısını kullanarak, yılanları taşlarla öldürüyormuş. Büyüdüğünde Abdullan Öcalan'ın kim olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir anne ve bir baba, bir çocuk büyütünce birazcık daha fazla sevgi ve şevkat gösterse kaç nesil mutlu olurdu? Hiç düşündünüz mü?
Bu yazıya neden erkek çocuk örneğiyle başladığımı soracaksınız. Çünkü insanların duygularını nasıl kontrol edeceklerini bilmediği, daha da kötüsü, denedikleri duyguların adının ne olduğunu bilmediği bir toplumda, ne doğurduğunuzun hiçbir önemi olmadığını düşünüyorum. Saldırganlığın kanunlarla cezalandırılmadığı bir toplumda hem kız çocukları hem de erkek çocukları risk altındadır. Her şey ailede başlar. Sadece anneniz değil, babanız da sizi ne kadar özen, ilgi, sevgiyle yetiştiriyor. Her şey ailede kız-erkek ayrımının önlenmesiyle başlar. Her şey ebeveynlerin gösterdiği koşulsuz sevgiyle başlar ama...Dikkat! Ve sevgi ölçülü bir şekilde verilmelidir, aksi takdirde sağlıksız bir özgüvene sahip, kendilerinin her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten olduğuna inanan süper bencil insanlardan oluşan bir nesil büyüyebilir. Bu da gerçekten tehlikeli olabilir!
Haydi evimize gidelim ve çocuklarımıza saygı gösterelim, onları sevelim. Çünkü dünyayı ve hayatları kurtaracak tek şey SEVGİDİR. Şevkattir!
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
22 Kasım 2024 burç yorumları
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi