Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Kitle psikolojisi ve ürün geliştirmenin kör noktası

Bazı videolar insanı, yıllar önce çoktan kapattığını sandığı bir defterin arasından çıkan bir not gibi yakalıyor. Instagram’da karşıma çıkan şu kısa hikâye de o türden. Bir şirket, iki yıl boyunca üzerinde çalıştığı ve 300 bin dolar harcadığı bir Ar-Ge projesini rafa kaldırdığını açıklıyor. Üstelik çoğu şirketin yapmadığını yapıp sebebini de paylaşıyor.

İki yıl önceki bir toplantıda, gayet iyi giden uygulamalarını daha iyi hale getirmek için fikir aranırken bir yönetici “TikTok benzeri videoları uygulamaya eklesek kullanıcıyı artırır mıyız?” diye soruyor. Masanın etrafında anında başlar sallanıyor. “Neden olmasın?” duygusu yükseliyor. Üst yönetim de onayı verince proje başlıyor. İki yıl boyunca testler yapılıyor, prototipler üretiliyor, iterasyonlar deneniyor… Sonunda çok basit bir gerçekle yüzleşiyorlar: Kullanıcı TikTok benzeri bir arayüz istemiyor. Proje rafa kalkıyor.

Fakat asıl mesele bundan sonra ortaya çıkıyor. Toplantıda biri söz alıp “Ben bunun tutmayacağını zaten biliyordum” diyor. Ardından bir diğeri, ardından bir başkası. Sonunda anlaşılıyor ki ekipteki herkes aynı şeyi düşünüyormuş; kimse fikre inanmıyormuş ama yine de kimse itiraz etmemiş.

Bu sahnenin ne kadar tanıdık olduğunu anlatmaya gerek yok.

Ben de yıllarca tam bu tuzağın ortasında çalıştım. Özellikle TikTok ve Instagram benzeri kullanıcı arayüzleri için “biz de böyle yapalım mı?” sorusu her toplantının perdesinden sızan bir fon sesi gibiydi. İlk zamanlar itiraz ediyordum. Tasarımın, akışın, markanın, hatta kullanıcı tipinin bu estetikle uyuşmayacağını anlatıyordum. Fakat kısa sürede şunu fark ettim: Bir şirkette çalışan olarak itiraz ettiğinizde, fikrin yanlışlığını değil sizin hiçbir şey istemiyor olmanızı tartışıyorlar. İtiraz, düşünsel bir uyarı değil, kişisel bir eksiklik gibi algılanıyor.

Bir noktadan sonra susuyorsunuz. Çünkü susmazsanız, sanki siz ilerlemeyi engelliyormuşsunuz gibi bir hava oluşuyor. Oysa gördüğünüz çok şey var. Gidişatın nereye varacağını biliyorsunuz. Fakat politik gerçeklik size bunun karşılığını vermiyor.

Bu yüzden danışman oldum. Danışman olduğunuzda doğruyu söylemeniz—en azından teoride—beklenen şeydir. Objektif olmak, tecrübeyi masaya koymak, yanlış kararı durdurmak sizin görevinizdir. Ama işin ironisi şudur: Danışman olarak doğruları söylediğinizde bu kez de “projeyi durduran kişi” olduğunuz için bir sonraki projeye davet edilmezsiniz. Şirketler, kendilerini durduranlardan hoşlanmaz. O an haklı olduğunuz kabul edilse bile projeler aksadığı için faturası yine size çıkar.

Sonunda anlıyorsunuz ki bu tür şeyleri ancak patronun danışmanı, yönetim kurulunun üyesi ya da şirketteki güç dengelerini aşmış birisi rahatça söyleyebiliyor. Aksi halde kariyeriniz, örgütsel sosyolojinin görünmez çukurlarına takılıp kalıyor.

Bu hikâye, yenilik ekosisteminin temel bir gerçeğini tekrar hatırlatıyor:

Şirketlerde fikirlerin kaderini doğruluk değil, kitle psikolojisi belirler.

Toplantı odalarında fikirler teknik gerekçelerle değil, kolektif cesaretin yokluğuyla kaybolur. İnsanlar fikirleri değil, kendi pozisyonlarını korur. Çoğu zaman “kabul edilen fikir” doğru olan değil, kimsenin karşı çıkmaya cesaret edemediği olandır.

Üstelik bu sadece şirket kültürü değildir, ürün tasarımının da özünü sakatlar. Kullanıcıyı anlamak yerine rakibi kopyalamak, inovasyon değil bir tür panik refleksidir. TikTok’un başarısını TikTok estetiğiyle açıklamak bile zaten başlı başına bir kavrama hatasıdır. Kullanıcı davranışı görsel benzerlikle değil, psiko-sosyolojik motivasyonlarla şekillenir. İçerik akışının kültürü vardır. Her platformun sosyal ritmi, tüketim psikolojisi ve topluluk dinamiği farklıdır.

Başka bir platformun estetiğini alıp kendi ürününüze yapıştırdığınızda sonuç genelde iki yıl ve 300 bin dolarlık bir yanlıştır.

Kurumsal hayatın en zor yanı hatayı öngörmek değil, öngördüğünüz hatayı söyleyebilme özgürlüğüdür. Kimi zaman en doğru pozisyon, sessizce kenara çekilip sürecin kendi kendine duvara toslamasını izlemektir. Kimi zaman ise risk alıp “Bu yanlış” demektir… ve bedelini ödemektir.

Ben ikisini de yaşadım.

Bu yüzden bugün geriye dönüp baktığımda şu açık:

Bir organizasyonda asıl inovasyon, doğru fikri bulmakla değil, yanlış fikre “hayır” diyebilecek kültürü inşa etmekle başlıyor.

Bu kültür yoksa, her şey dönüp dolaşıp o toplantıdaki o sessiz kafa sallamalarına çıkıyor. Örgütsel uyumun konforu, düşünsel dürüstlüğün önüne geçiyor. Şirketler kopyalanmış bir arayüz uğruna iki yılı ve yüz binlerce doları yakmaya devam ediyor.

Kısa videodan uzun projelere uzanan tek gerçek bu:

İtirazın susturulduğu yerde inovasyon değil, yalnızca israf büyüyor.