Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,0698
Dolar
Arrow
34,2356
İngiliz Sterlini
Arrow
44,4960
Altın
Arrow
2993,0000
BIST
Arrow
8.654

Sorites Paradoksu ve incitmenin dayanılmaz hafifliği

Ülkemizde incitmek ve incinmek çok kolay. İncitenin külfetiyse çoğu zaman kuru bir özürden ibaret. Ya da ''beni affedin'', ''hata ettik'', ''kandırıldık'' gibi laflarla geçiştirilir olan biten.

Malımız, mülkümüz söz konusu olunca biraz daha ağırlaşıyor bu külfet. Ama söz konusu manevi zararsa geçmiş olsun, bir bardak soğuk su içip halinize şükredin.

''Manevi tazminat''tan bahsediyorum. Günlük hayatımızda hiç umursanmadığı gibi hukuk düzenimizde de durum çok farklı değil. Manevi tazminat söz konusu olunca, tazminat namına alabileceğiniz bir iki akşamlık yemek parası yalnızca.

Hakim öyle takdir ediyormuş. Oysa kanunda böyle bir şey yok.

Manevi zarar ne yazık ki hiç umursanmıyor. Doktrinde bile durum etraflıca ele alınmış değil. Neymiş efendim? Manevi zararın objektif ağırlığı önemliymiş. Objektif, yani nesnel, ağırlık nasıl hesaplanacakmış? Hiçbir izah yok.

Yargıtay'ın 15. Hukuk Dairesi'nin ders niteliğinde bir kararı var: ''... yargıç manevi giderimin tutarını belirlerken, hak ve adalete uygun olarak takdir etmeli, hukuk biliminden yararlanmalı, Türk toplumunun sosyal, ekonomik ve moral yapısını, yanların gerçek durumlarını, paranın satın alma gücünü göz önünde bulundurulmalıdır. Mahkemece hüküm altına alınan manevi tazminat miktarı manevi tatmin duygusunun etkisine ulaşmanın sınırını aşacak ve haksız zenginleşmeye yol açacak derecede fazla olmuştur...''

Buna göre, ''hak ve adalete uygun''luk, ''tarafların gerçek durumu'', ''manevi tatmin duygusu'' ve ''haksız zenginleşme'' gibi son derece muğlak, havada ve ''tatminden uzak'' tanımlamaları esas alarak karar vermeli yargıç.

Oysa gündelik dil daha canlı bir benzetme bulmuş: ''Kanser eder adamı''. Öyle aksilikler yaşıyoruz ki tek tek düşününce çıldırmamak çok güç. Büyük büyük markaların hatalı işlemlerinin, umursamazlığının ceremesini çekiyoruz hemen her gün. Devletimiz bile korkunç ihmallerde bulunuyor. En yakın örnek, e-devlet bilgilerimizin güvenliğinin ihlali.

Basit bir alışveriş bile insanı delirtebilirken bir de haksız tutuklamaları, hak ihlallerini düşünün.

Hatalı ve kötü niyetli yargılamalar sonucu yıllarca hapis yatanların manevi tazminatına hiç baktınız mı? Durum rezalet. Ya mahkeme eliyle özgürlüğü göz göre göre elinden alınan insanların durumu.

Hadi lafı dolandırmayalım: Can Atalay tutukluluğunun haksız bir şekilde sürmesinden ötürü sizce ne kadar manevi tazminat alacak? 50 bin TL.

Yani İstanbul'da iki aylık ev kirası, bir taşıt kredisi taksidi, birkaç aylık maaş... Özgürlüğüne kavuşması gereken 29 Mayıs'tan Anayasa Mahkemesi karar verene kadar 150 gün geçti. 150 gün tutsaklık. Özgürlüğü ihlal edense Türk Milleti adına karar vermesi, hareket etmesi gereken organlar. Burada sadece Can Atalay mı incindi acaba? Can Atalay'ın ailesi, sevenleri, seçmenleri ve bu hukuksuzluğun sırtına yüklendiği Türk Milleti... 150 günlük haksız tutukluluğun manevi tazminatı 50 bin TL imiş. Yani gün başına yaklaşık 334 TL. Ne ucuz ama!

Ne demişti Yargıtay kararında? ''Tarafların gerçek durumu''? ''Haksız zenginleşme''? ''Manevi tatmin duygusu''?

Taraflar belli: Bir taraf devlet bir taraf binlerce seçmenin seçtiği temsilci. Hal böyleyken ceza niteliğinde bir manevi tazminat gerekmez miydi? Kanunlarımız buna engel mi? Hiç değil. O halde engel ne?

İnsan hayatının, özgürlüğün, insanın huzurunun ve mutluluğunun ucuzluğu... İşte incitmek bu denli kolay. ?

Peki sizce, ne kadar tazminata hükmedersek devlete haksızlık etmiş oluruz? Ya da ne kadarlık manevi tazminattan sonra Can Atalay'ı haksız zenginleştirmiş oluruz? Can Atalay ne zaman manevi tatmin duygusunu yaşar?

Bu sorular bizi hukuk sahasından felsefe sahasına taşır: Sorites (????????) Paradoksu.

Bu paradoks adını ''tepe'' anlamındaki Yunanca ????? (okunuşu: Soros) sözcüğünden alır. Tepe ne alaka diyeceksiniz. Tümsek ile tepenin arasındaki farkı tam olarak nereden çizmek gerekir sorusundan doğmuştur bu paradoks. 

Paradoks özetle şöyle: Bir kum tepesi düşünün. Elbette ki bu tepede çok sayıda kum tanesi var. Bir kum tanesini alsak kum yığınına ''tepe'' demeye devam ederiz. İki kum tanesi alsak da durum değişmez. Aldığımız kum tanesini arttırmaya devam etsek tam ne zaman bu kum yığını artık tepe değil deriz? Eğer herhangi bir kum tanesinin özel olduğunu düşünmüyor ve belirli bir sınır koyamıyorsak kum tanesi almaya devam eder ve son kalan kum tanesine bile ''tepe'' demek durumunda kalırız. Oysa elbette ki bir kum tanesi bir tepe oluşturmaz. İşte bu yüzden bir paradoksla karşı karşıyayız.

Tazminat miktarını belirleme tartışmamız bu paradoksu akla getiriyor. Belki çok keskin bir sınır çizemeyiz ama 50 bin TL'den de bir tepe çıkmaz. 50 bin TL olsa olsa bir kasistir günümüz parasıyla.

Sorites Paradoksu da bu topraklardan doğmuş. Aydınlı filozof Eubulides'in MÖ 4. yüzyılda bulduğu söyleniyor. Yani hiçbir şey tesadüf değil. Derler ya göz var izan var diye.

Demek Eubulides de benim gibi emin olamamış. Görünen o ki bazılarımız için ha tepe ha kasis. Özgürlüğü, huzuru, mutluluğu, sağlığı ve sözün değerini yüceltmek ve korumak istiyorsak maneviyatımızı korumalıyız. Maneviyatımıza dokunanın canı yanmalı. Manevi ağırlığın ve incitmenin hafifsenmediği bir gelecek mümkündür belki. Kim bilir?