Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.471

Can Atalay hakkında ikinci “hak ihlali”

Neler olmuştu?

Avukat Şerafettin Can Atalay, Gezi Parkı Davası sonucu 18 yıl hapis cezası alarak 25 Nisan 2022’de tutuklanmış ve Marmara Cezaevi’ne konulmuştur. 14 Mayıs 2023 Genel Seçimlerinde ise Türkiye İşçi Partisi’den Hatay milletvekili seçilmiştir. Milletvekili seçilmesinden sonra avukatları aracılığıyla mazbatasını almış ancak tutuklu olması sebebiyle milletvekili yeminini edememiştir. Bunun üzerine avukatları Atalay ile ilgili Yargıtay’a tahliye talepli başvuru yapmış ancak reddedilmiştir. Daha sonra talebi reddedilen Can Atalay, “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştur.

Atalay’ın “yasama dokunulmazlığı” gerekçesiyle yaptığı başvuru 5 Ekim 2022’de AYM’de görüşülmüştür. Beş kişiden oluşan heyet, başvuruyu AYM Genel Kurul’a sevk etme kararı almıştır. Kararda, “başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, AYM İç Tüzüğü’nün 28’inci maddesi uyarınca Genel Kurul’a sevkine karar verildi.” denilmiştir.

AYM ise 25 Ekim 2022’de görüşerek Atalay’ın başvurusunu karara bağladı. “Seçme ve seçilme hakkı”, “kişi güvenliği ve hürriyeti hakkı” yönlerinden hak ihlali olduğuna ilişkin karar yargılamanın yapıldığı İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. Gerekçeli karar daha sonra Resmi Gazete’de yayımlandı. Kararda, Can Atalay’ın haklarının ihlal edildiği söylendi, yeniden yargılamanın yapılması gerektiği hükmedildi. Can Atalay’a 50 bin TL tazminat ödenmesi gerektiği de belirtildi.

13. Ağır Ceza Mahkemesi yasalara aykırı olarak dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi.

Öncelikle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, AYM’nin Can Atalay hakkında ihlal kararını vermesine ilişkin tebliğnamesini Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. Kararda, “Milletvekili, Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 83/2 maddesinde öngörülen yasama dokunulmazlığından yararlanamayacaktır.” denildi. Bu bir işaret fişeği oldu. Çünkü zaten dosyanın Yargıtay’a gönderilmesi hukuksuzdu. Başsavcılığın “yok hükmünde” bir tebliğname yazması durumun özeti idi. Oysa Başsavcılık bu tebliğname ile Yargıtay 3. Ceza Dairesine verecekleri bir karar olmadığı yönünde tebliğname yazmalıydı. 

Türkiye’de AYM’nin Can Atalay kararı üzerinden sözde yargı krizi yaşandı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yargıtay’dan yana tavır aldı. Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Yargıtay Başkanlığı konuya ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada, AYM’nin “hukuk sistemini kaosa sürükleyen kararlar aldığı” söylendi.

Bunun üzerine ise Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay hakkında hak ihlali kararı veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. Daire, AYM’nin “hak ihlali” kararına uyulmamasına hükmetti. Daire, Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için kararın bir örneğini TBMM’ye gönderdi. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Yargıtay’ın kararını Meclis’te okumadı.

Atalay’ın avukatları, AYM kararına uymayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararına itiraz etti. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, kararın itiraza açık olmadığı gerekçesiyle “karar verilmesine yer olmadığına” hükmetti. 

İKİNCİ “HAK İHLALİ”

Atalay’ın avukatları ikinci kez AYM’ye başvurdu. AYM Genel Kurulu kararı 21 Aralık’ta görüştü. Can Atalay’ın başvurusunu değerlendiren AYM, ikinci kez “hak ihlali” kararı verdi. Karar yine 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. AYM’nin gerekçeli kararı ise 27 Aralık Çarşamba gecesi Resmi Gazete’de yayımlandı.  

AYM, Atalay’ın, Anayasa’nın 148. maddesinde güvence altına alınan “bireysel başvuru hakkı”nın ihlal edildiğine dair karar verdi:

“Seçme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ve bireysel başvuru hakkının ihlali edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna oybirliğiyle, Anayasa’nın 148. maddesinde güvence altına alınan bireysel başvuru hakkının ihlal edildiğine oybirliğiyle karar verildi.”

AYM, Anayasa’nın 67. maddesinde güvence altına alınan “seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve 19. maddesinde güvence altına alınan “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı”nın ihlal edildiğine karar verdi. Ayrıca kararda, AYM kararına uyulmaması hakkında eleştirilerde de bulunuldu:

“Somut olayda Anayasa Mahkemesi, başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının ihlalini sonlandırması ve sonuçlarını ortadan kaldırması için İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nden başvurucunun yeniden yargılamasına başlanmasını, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulmasını, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanmasını ve başvurucunun seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarını kullanabilmesi için Anayasa’nın 83. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca yargılamanın durmasına karar verilmesini istemiştir. Buna rağmen mahkeme, usul hukukunda kendisine verilmemiş bir yetkiyi kullanarak ihlal kararının gereğini yerine getirmekten kaçınmış ve dosyayı Yargıtay 3.Ceza Dairesi’ne göndermiştir. Daire de ‘Anayasa Mahkemesi kararına uyulmamasına’ şeklinde Türk hukukunda bulunmayan bir karar vermiştir.”

13. Ağır Ceza Mahkemesi ise AYM kararını yine uygulamayıp dosyayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderdi. 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında konunun, “Yargıtay ilgili ceza dairesince verilen tahliye talebinin reddi kararına ilişkin olduğu” söylendi:

“Anayasa Mahkemesince verilen bireysel başvuruya konu ihlal kararı mahkememizin kararına ilişkin olmayıp, Yargıtay ilgili ceza dairesince verilen tahliye talebinin reddi kararına ilişkin olduğu, dosyanın ilgili daire önünde bulunduğu sırada başvurucunun milletvekili seçildiği ve bireysel başvuruya konu ihlalin bu dairenin kararından kaynaklandığı, ayrıca bireysel başvuru yapıldıktan sonra ilgili ceza dairesince dosyanın esastan incelendiği ve karara bağlandığı, bu sebeple oluşan yeni hukuki durum karşısında Yargıtay 3. Ceza Dairesince yeni bir değerlendirme yapılarak bireysel başvuruya ilişkin karar verildiği, bu karara karşı yeniden Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yolu kullanmak suretiyle başvuru yapıldığı, Anayasa Mahkemesi'nce yapılan değerlendirme neticesinde ilgili başvuruya konu kararın mahkememize yeniden gönderildiği, belirtilen başvuruya konu yeni değerlendirmelerin Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin vermiş olduğu karara dair olduğu gözetilerek karara ilişkin oluşan yeni hukuki duruma karşı Yargıtay 3. Ceza Dairesince yeni bir değerlendirme yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılmakla, dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.”

Bu noktada belirtmek gerekir ki hükmü veren 13. Ağır Ceza Mahkemesi’dir. Bu sebeple AYM ihlal kararını 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermektedir. 13. Ağır Ceza Mahkemesi sadece AYM kararının emrini yerine getirebilir. Başka hiçbir yere dosyayı gönderemez. Bu sebeple yapılması gereken yani hukukun sözü yapılmadıktan sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Can Atalay dosyasını Yargıtay’a göndermesi ile Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’ne göndermesi arasında herhangi bir fark yoktur. Yani işlem tamamen yok hükmündedir.  

Üzülerek görüyoruz ki, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararını ikinci kez uygulamadı ve Atalay’ı tahliye etmedi. Aynı sıralardan geçtiğimiz, aynı eğitimi aldığımız insanlar tüm adalet haykırışlarımıza rağmen gözümüzün önünde hukuku katletti. Dehşet verici bir kötülük.

Unutulmamalıdır ki, Anayasamıza sahip çıkmak sadece AYM’nin yükümlülüğü değil tüm kamu kurumlarının hatta tüm tüzel ve gerçek kişilerin yani yurttaşların bir sorumluluğudur. Anayasaya sahip çıkmak demek 1908 Devrimi’nde “hürriyet”, 1921 Anayasası’nda “antiemperyalizm ve kendi kaderini eline alma”, 1924 Anayasası'nda "ulusal egemenlik ve kalkınma" ve 1961 Anayasası'nda "laiklik ve sosyal Cumhuriyet" mirasına sahip çıkmak demektir.  Yani demem o ki, Anayasamızın ve dolayısıyla hukukumuzun bir ruhu, felsefesi ve ahlakı vardır. Tüm bu değerlere sahip çıkmadan, korumadan daha iyisi inşa edilemeyecektir. Ayrıca sadece dava açarak ve tekrar tekrar icra edilmeyen kararlar çıkararak Anayasamızı korumak mümkün olmayacaktır. Bu aynı zamanda yurttaşlık bilinci ile demokrasinin güçlenmesi ile mümkündür.