Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Şerafettin Can Atalay

Anayasa Mahkemesi (AYM) 25 Ekim 2023 tarihinde Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay’ın “seçilme hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” yönlerinden haklarının ihlal edildiğine hükmetmişti. Bu karar Resmî Gazetede yayınlanarak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi. 

Buraya kadar her şey normaldi. Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kesin kararı ile tahliye edilmesi beklenen Can Atalay’ı tahliye etmedi. Tam 6 gün sonra bu sefer dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderilmesine karar verdi. Aslında böyle bir karar verilmesi mümkün değildi. Bir hukuk devletinde üst dereceli bir mahkemenin kararını tartışma hakkı bulunmayan Yerel Mahkemeden beklenen AYM kararının yerine getirilmesiydi.

Peki AYM kararı ne diyordu? Resmî Gazetede yayınlanan AYM kararının D paragrafında açıkça, “Kararın bir örneğinin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine, hak ihlalinin ortadan kaldırılması, başvurucu Can Atalay’ın yeniden yargılanmasına başlaması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, Ceza İnfaz Kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi için gönderilmesine” diyordu. Bu açık hüküm karşısında Yerel Mahkeme’nin başka bir işlem yapmasına hukuken yetkisi bulunmamasına rağmen Yerel Mahkeme dosyayı Yargıtay 3. Dairesi’ne gönderdi. 

Bu noktada “hukukun sözünü” anlatmak gerekir. Anayasanın 138. maddesinin 4. fıkrasında “Mahkemelerin Bağımsızlığı” başlığı altında “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararının hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirmesini geciktiremez.” demektedir.

Yine Anayasa belki sözüm anlaşılmaz diyerek 153. maddesinde yeniden “Anayasa Mahkemesinin Kararları” başlığı altında şu hükme de yer vermiştir, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” demiştir.  Dolayısıyla Anayasa’da belirtilen bir yargı organı olduğu konusunda hiçbir tereddüt bulunmayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, kendisini bağlayan Anayasa Mahkemesi kararına ve Anayasa’nın açık hükmüne rağmen kendi mahkemesinin hukukla bağlı olmadığını tescil etmiştir. 

Demokratik hukuk devletlerinde bir devletin tüm kurumlarının Anayasa’nın amir hükümlerine uyması beklenir. Anayasa’nın açık ihlali kabul edilemez. Dolayısıyla İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, AYM kararının çerçevesi dışında bir karar vererek dosyayı Yargıtay’a göndermesi tamamen hukuk dışı, fiili bir eylemdir. Bu aşamadan sonra Yargıtay’ın dosya üzerinde yapacağı inceleme üzerine yapacağı her işlem de sakatlanmıştır. Çünkü en başta İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gönderme işlemi “yoklukla” maluldür. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararı bir taraftan da ülkemizde kuvvetler ayrılığı ilkesinin de açık ihlalidir. Yargı kararlarına, siyasi saiklerle verildiği izlenimi oluşacak şekilde adeta direnilmesi, devlet içerisinde kaos doğuracak ve artık Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme, yargı organlarını bağlamadığı şeklinde anlaşılacaktır. Bir başka ifade ile Türkiye’de hiçbir devlet kurumu veya kişi kendisini mahkeme kararlarıyla bağlı hissetmeyecektir. Bunun yaratacağı kaos ve güvensizlik ortamının Türkiye’yi ne tür sorunlara sevk edeceğini okuyucularımın takdirine bırakıyorum. 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu hukuk dışı kararı, yargıda siyasetin gölgesinin ne kadar ağır olduğunu göstermektedir. Milletvekili Can Atalay’ın esas yargılamasının yapıldığı ceza dosyasının geçmişte siyasiler tarafından ne şekilde takip edildiği kamuoyunun malumudur. Burada önemli olan kişiler değildir. Sorun ‘Türkiye bir hukuk devleti midir veya değil midir?’ sorusuna verilecek yanıta bağlıdır.

Türkiye’de özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesinden bu yana iktidardaki siyasi partilerin kendisini devlet olarak gördüğü aşikardır. Devletleşen siyasi partiler bu hükümet sisteminde sadece yürütme organı değil yasama ve yargı organlarını da birlikte yönetir hale gelmiştir. Başka bir deyişle aralarında kesin ayrılık bulunması gereken kuvvetler adeta birleşmiş bir şekilde görünüm vermektedir. İşte bu durum Türkiye’de anayasanın sessizce ve defalarca çiğnenmesine sebebiyet vermektedir. 

Bunun asıl sonucu ülkemizin sadece yurt içinde değil yurt dışında da hukuk güvenliğinin bulunmadığı bir ülke olarak görünmesine sebebiyet vermektedir. Mahkeme kararlarının uygulanmadığı siyasetin gölgesinde karar verildiğine dair izlenimlerin arttığı üstelik bir de yargıçlık teminatının tamamen ortadan kalktığı bir görünüm, temelde Türkiye ekonomisine de güvensizlik anlamına gelir. 1980’den bu yana serbest piyasa ekonomisi ile yönetilen ülkelerde yargının bağımsız olmaması, hukukun üstünlüğünün bulunmaması ve yargı üzerinde siyasetin gölgesinin bulunduğu algısı dünyada piyasada dolaşan paranın Türkiye’ye girişine engel olmaktadır. Ekonomisi büyük oranda ithalat malları ile ihracata dayalı bir büyüme modelinde dışardan yatırım gelmesi hayatidir. Oysa hukuk güvenliği olmayan ülkeye ne yurt içinde ne yurt dışında hiç kimse yatırım yapmaz. Bu ise bugün içinde bulunduğumuz ekonomik krize sebebiyet vermektedir. 

Yukarda belirttiğimiz üzere hukukun son sözü Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesidir. Bu hükmün yerine getirilmesinden başka çare bulunmamaktadır. Yargı makamları şunu iyice bilmelidir ki önemli olan Can Atalay’ın tahliye olup olmaması değildir. Hukukun sözünün geçerli olmadığı yerde hiç kimsenin hukuki güvenliği yoktur. Türkiye Cumhuriyeti 100. yılında demokrasisinin ve Anayasasının yerli yerine oturmasını hak etmektedir. Herkes bilmelidir ki ana amacı adaleti gerçekleştirmek olan yargı erkinin siyasetin gölgesinde kalması ülkemize büyük zararlar vermekte, devletin çöküşüne neden olmaktadır. Bu sürdürülebilir değildir. Derhal bu tür hukuksuz uygulamalara son verilmeli, yargı kararlarının duraksanmaksızın uygulandığı bir ülke izlenimine geri dönülmelidir.