Her şey 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen bir Anayasa referandumuyla başladı. Bu referandum öncesi siyasi iktidar görünüşteki amacı “Özgür Türkiye” olan ancak gerçekte kendisini denetleme ve sınırlama ana görevi olan yargının ele geçirilmesini hedefleyen bir propaganda yürüttü. Ancak geniş halk kitleleri gerçek amacı kavrayamadı.
Referandumla %58‘evet’ oyuyla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’nin siyasallaşmasının yolunu açtı. Sonrasında bir yıl içerisinde yargı erkinin bir cemaate anahtar teslimi bırakıldığını gördük.
Bu cemaat HSYK eliyle Türkiye’deki tüm başsavcı ve adli yargı komisyon başkanlarını değiştirip, yargıtaya tek seferde 160 üye seçerek yargıyı tamamen ele geçirdi.
Sonrasında yargıyı ele geçiren cemaat, edindiği sınırsız güçle siyasi iktidarı ele geçirmek için yargı eliyle darbe girişiminde bulundu. İşte o an siyasi iktidarla cemaat kavgası başladı. 15 Temmuz 2016 tarihinde yargı eliyle siyasi iktidarı deviremeyen cemaatin, bu defa kendisine bağlı askerlerle bir darbe girişimine tanık olduk.
Bu darbe girişiminden sonra bu cemaat terörist olarak ilan edilip FETÖ adıyla tasfiyesi sürecine girildi. Ancak bu defa yargıyı tamamen daha güvenilir bulduğu kendi parti üyelerine teslim etmek isteyen siyasi iktidar, 16 Nisan 2017 tarihinde halkı ikna ederek yargının siyasallaşmasını tamamlamış oldu.
Bu işin siyasallaşma bölümü idi. Ancak iş burada kalmıyordu. Yargının siyasallaşması demek yargıda bir takım güç odaklarının etkin olması demektir. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar 07.10.2023 tarihli HSYK’ya gönderdiği bir yazıyla dünyanın en büyük adliyesinde dönen “rüşvet çarkı” iddiasını tutanağa bağlayarak Kurul’a anlattı.
Başsavcı yazıda uyuşturucu kaçakçılarının, yasadışı bahisçilerin, milyonlarca lira gasp edenlerin nasıl tahliye edildiğini tutanaklarla ortaya koyuyordu. Yazı bir iddianın ötesinde bir suç duyurusu idi. Başsavcı yazıda “yargı içinde oluşmaya başlayan çete ve çetecikleri yok etmeliyiz” diyordu.
Yazıdaki en önemli tespitlerden biri ise “maalesef üzülerek müşahede ettik ki; vatan uğruna gelecek nesillere daha temiz bir toplum oluşturmak için mücadele ederken bu süreçte görev alan kimi yargı mensupları devletten alacağı varmış gibi her türlü kirli işi yapmayı kendilerine hak görmeye başladı.
Kimi meslektaşlarımız girdikleri kirli ilişkilerle FETÖ’cü hâkim ve savcılara rahmet okutur hale geldiler. Halbuki adalet mülkün temeliydi. Adalet olmazsa devletler tarih sahnesinden silinmeye mahkûm oluyordu, toplum çürüyordu.” dedi.
Şu anda ise basından öğrendiğimiz kadarıyla HSYK’nın görevlendirdiği müfettişler marifetiyle Başsavcının iddialarının soruşturmaya başladığını öğrendik. Diğer taraftan tutuklanan Gazeteci Tolga Şardan’ın haberine göre, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın, Cumhurbaşkanlığı’na sunduğu yargı raporunu duyuyoruz.
Peki aslında neler oluyor?
Aslında siyasallaşan ve ana idesi olan adaleti gerçekleştirmek dışında başka amaçlara hizmet eden yargıdaki çeşitli grupların güç savaşlarını seyrediyoruz.
Yargı içinde kendini daha güçlü hissederek devlet adına devletin âlî menfaatlerini koruduğu bahanesiyle hareket eden bir takım güç odakları, yargıda yeri olmayan böyle bir amaç sebebiyle harekete geçiyordu.
Bu noktada kendini sorumsuz hisseden hâkim ve savcıların yine sorumsuzca kararlarının sadece Anadolu Adliyesi’nde değil Türkiye’nin her yerine yaygın haksız kararlar altına imza attığını görüyoruz.
1- Yargının ana amacı adalete ulaşmaktır. Yargı devleti korumaz, devleti denetler. Devlet karşısında kişi hak ve hürriyetlerini ve hukukun üstünlüğünü korumakla görevlidir. Bunun dışındaki amaçlar bugün geldiğimiz nokta gibi suistimale açık gri alanlar yaratacaktır.
2- Yargıç ve Cumhuriyet savcıları HSYK ile organik bağ dışında hiçbir makam ve merciiyle görünüşte dahi olsa bağlı olamaz. Günümüzde olduğu gibi güç odaklarının savaş alanı haline gelirse yargının üreteceği tek şey kaostur.
O halde çok umudum olmasa da, tek çözümün, siyasi iktidarın yargıdan elini çekmesinin sağlanması olduğu unutulmamalıdır. Bu ise halkta bağımsız yargı bilincinin uyandırılmasına bağlıdır. Halk, sürgün edilen her yargıcın kendine tehdit oluşturduğunu anlamalıdır.
Dolayısıyla kişisel olarak ben, yargıdaki güç odakları savaşında temiz bir topluma ulaşılabileceği kanaatinde değilim. Temiz bir Türkiye isteğinin, Türkiye’de istendiğini düşünmüyorum.
Şimdilik sadece hâkim ve savcıların dilekçe savaşları ile yargının ne kadar çürüdüğünü görüyor ve üzülüyoruz.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi