Geçtiğimiz günlerde Somali Cumhurbaşkanının oğlu bir motosiklet sürücüsünün hayatını kaybetmesine sebebiyet vermişti. İstanbul'da Kennedy Caddesi, Avrasya Tüneli çıkışı Zeytinburnu istikametinde 30 Kasım Perşembe günü öğlen saatlerinde meydana gelen kazada motor kurye Yunus Emre Göçer (38)'in kullandığı motosiklete, Somali Cumhurbaşkanının oğlu Muhammed Hasan Şeyh Mahmud’un kullandığı diplomatik otomobil ile arkadan çarptı.
Çarpmanın etkisi ile yola savrulan Göçer, ağır yaralı kaldırıldığı hastanede 6 Aralık tarihinde hayatını kaybetti.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, olaydan hemen sonra düzenlenen kaza tespit tutanağında motosiklet sürücüsünün şerit değiştirme kuralını ihlal ettiği gerekçesiyle kusurlu olarak yer aldığını, araç sürücüsüne bir kusur atfedilmediğini, gözaltına alınan Mahmud’un bu yüzden “taksirle yaralama” ile suçlandığını ve serbest bırakıldığını açıklamıştı.
Bahsedilen kaza tespit tutanağına göre, kaza yerine gelen iki trafik polisi, Mahmud’u kusursuz gösteren, kendisine savunmayacak haldeki Yunus Emre Göçer’i asli kusurlu bulan gerçek dışı tutanak hazırlamıştı.
Gerçek durumla örtüşmeyen tutanakta, “Önde seyir halinde bulunan Göçer direksiyon hakimiyetini kaybederek kaldırıma çarpar, kaldırımdan sekerek Mohamud’un kullanmış olduğu aracın önüne düşer. Araç duramayarak, sol ön kısımlarıyla çarpması sonucu maddi hasarlı ve yaralamalı trafik kazası meydana gelmiş olup kazanın oluşumunda Göçer’in 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 56/1A (Sürücünün geçme dönme dışında şerit değiştirmesi) maddesini ihlal ettiği, Mohamud’un beyanından ve kaza yeri inceleme sonucu görüş ve kanaatine varılmıştır” yazıyordu.
Kazanın ardından hazırlanan bilirkişi raporunda ise, motor kurye Yunus Emre Göçer'in kaza esnasında Karayolları Trafik Kanununda belirtilen herhangi bir maddeyi ihlal ve kusurunun bulunmadığı belirtilirken, Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliğine göre takip mesafesine uyulmadığı ve motosiklete arkadan çarpması nedeniyle yaşanan kazada asli kusurlunun, Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlu Muhammed Hasan Şeyh Mahmud olduğu vurgulanmıştı.
Mahmud hakkında hazırlanan ilk raporda kusur tespit edilmediğini ve bu nedenle sanığın serbest bırakıldığını belirten Adalet Bakanı Tunç, ikinci raporda ise Mahmud'un kusurlu olduğu sonucunun ortaya çıktığını belirtti.
Peki bu çelişki normal mi?
BİLİRKİŞİ RAPORU
Bilirkişi raporunda, Mahmud’un olayın ardından verdiği ifade de yer alıyordu. Buna göre Mahmud motosikletin bir anda hiç sinyal vermeden frene basıp sağa döndüğünü, sürücünün kaskının da bulunmadığı, frene basmasına rağmen motosiklete çarpmaktan kurtulamadığını söyledi.
Bilirkişi ise motosikletin en sağ şeritteyken yavaşladığını ve ardından banket boşluğuna doğru ilerlediğini, Mahmud’un kullandığı aracınsa yavaşlamadan motosiklete çarptığını tespit etti.
Ajanslara konuşan Göçer Ailesi'nin avukatı İyaz Çimen de ilk açıklamasında "Yüzde yüz kusurlu olan araç sürücüsünün 'Taksirle Adam Öldürme' den dolayı cezalandırılmasını bekliyoruz. Olaya ilk müdahale eden memurun yapmış olduğu hatalı değerlendirme neticesinde şu aşamada şüphelinin yakalanmamış oluşu, olayın üzerinden yaklaşık bir haftanın geçmesi dolayısıyla hiç yakalanamama ihtimaliyle karşı karşıyayız" dedi.
Konuya ilişkin olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 08.12.2023 tarihli basın açıklaması
Başsavcılık, Göçer’in hayatını kaybetmesinin ardından dosyanın 7 Aralık 2023’de trafik bilirkişisine gönderildiğini ve bilirkişinin aynı gün Göçer’in kusuru olmadığı yönünde görüş bildirdiğini, şüpheli hakkında 8 Aralık’ta yakalama kararı çıkarıldığını ancak şüphelinin 2 Aralık’ta Türkiye'den ayrıldığının tespit edildiğini duyurmuştu.
Söz konusu basın açıklamasında;
“Somali Cumhurbaşkanı'nın oğlunun trafik kazasına ilişkin bazı basın yayın organlarında çıkan haberlerle ilgili kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi adına bir basın açıklaması yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. 30.11.2023 tarihinde Kennedy Caddesi Aksaray istikametinde; bir motosiklet ile Somali Konsolosluğuna ait bir aracın çarpışması neticesinde, motosiklet sürücüsü Yunus Emre Göçer’in yaralandığı olayla ilgili Cumhuriyet Başsavcılığımızca “Taksirle Yaralama” suçundan derhal soruşturma işlemlerine başlanılmıştır. Yunus Emre Göçer’in yaralanması ve suçun niteliği, kusura ilişkin ilk tespitler dikkate alınarak şüpheli Mohamed Hassan Seıkh Mohamud’un aynı gün ifadesi alınmış ve ifadesinin ardından serbest bırakılmıştır. 06.12.2023 tarihinde motosiklet sürücüsü Yunus Emre Göçer’in vefat etmesi üzerine, suç vasfının değişmesi sebebiyle şüpheli hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan gözaltı talimatı verilmiştir. Şüphelinin yurt dışına 02.12.2023 tarihinde çıkması nedeniyle gözaltı talimatı yerine getirilemediğinden 08.12.2023 tarihinde hakkında yakalama kararı çıkarılmıştır. Şüphelinin kusur durumuna ilişkin kesin raporun düzenlenmesi için adli tıp kurumundan rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Şüphelinin yakalanması için uluslararası prosedür dahil tüm süreç titizlikle işletilmekte ve soruşturma tüm yönleriyle sürdürülmektedir.” denilmekteydi.
Göçer’in Avukatı İyaz Çimen Şüpheli Hakkında Tutuklama Kararı Talep Etti
Yaşanan üzücü kazanın ardından motor kurye Göçer’in avukatı İyaz Çimen, şüphelinin yabancı uyruklu olması ve kaçma şüphesinin bulunmasından dolayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazdığı dilekçe ile tutuklanmasını talep etmişti. Söz konusu Av. İyaz Çimen dilekçesinde,
“Şüpheli ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Tutuksuz yargılanması usul ve yasaya aykırıdır. Şüpheli yabancı uyrukludur ve kaçma şüphesi mevcuttur.
Kamera kayıtları incelendiğinde kusurun şüphelide olduğu açıktır. Kamera kayıtları için bilirkişi raporu alınmamıştır. Rapor alınması durumunda yeni delille şüphelinin kusurlu olduğu belli olacaktır. Bu sebeple şüphelinin tutuksuz yargılanmasına itiraz eder, kamera kayıtları için bilirkişi raporu alınmasını ve şüphelinin tutuklu yargılanmasını talep ederiz” şeklinde beyanlarda bulunmuştu.
Ancak şüpheli Mahmud hakkında hiçbir işlem yapılmadı ve 2 Aralık tarihinde Türkiye’den ayrılarak ülkesine kaçtı.
Konuya ilişkin açıklama yapan Adalet Bakanlığı, “Şüphelinin yakalanması için uluslararası prosedür dahil tüm süreç titizlikle işletilmekte ve soruşturma tüm yönleriyle sürdürülmektedir” dedi. Ayrıca Adalet Bakanı Tunç, kaza sonrası olay yeri incelemesini ve ilk kusur değerlendirmesini yapan polis memurları hakkında adli soruşturma başlatıldığını söylemişti.
Aslında somut olay, bir trafik kazası.
Normal şartlarda trafik kazası olayının soruşturmasının çok basit bir şekilde yapılıp tamamlanması gerekmektedir. Kaza görüntülerinin İBB kamerası kayıtları üzerinden incelendiğinde motosiklet sürücüsü Göçer’in yavaşlayarak durması üzerine şüpheli Mahmud’un arkadan çarptığı açıkça görülmektedir.
Olayın ardından şüpheli Mahmud’un alınan ifadesi değerlendirildiğinde, bu beyanların tamamen olayın oluşuna aykırı ve yalan olduğunu görüyoruz. Yani İBB kamera kayıtları olmasaydı şüpheli Mahmud’un tamamen yalan ifadesiyle soruşturmanın devam edeceği ve bu olayın kapatılacağı açıktır.
Bilindiği üzere bir suç soruşturmasında polis memurları Cumhuriyet savcısının talimatı ile çalışırlar.
Kazanın olmasının ardından olay yerine gelen polis memurları Cumhuriyet savcısını arıyor. Ancak polis memurları kazanın ardından sıcağı sıcağına sadece şüpheli Mahmud’un ifadesini aldıkları için bu ifadeler üzerine Cumhuriyet savcısına olayı aktarıyorlar. (Bu da son derece yanlıştır, mağdur Göçer’in de ifadesinin alınacağı süreç de beklenmeliydi.)
Bu sırada ağır yaralı halde olan Göçer sağlık ekiplerince hastaneye kaldırılıyor. Ancak beyin kanaması geçiren mağdur Göçer konuşacak halde değildi. Nitekim entübe edilmesinin ardından olaydan bir hafta sonra hayatını kaybetmiştir.
Bu olayın can alıcı noktası görüntü tutanağıdır. Mağdurun avukatı da 1.12.2023 tarihinde, 30.11.2023 tarihli görüntü izleme tutanağına göre tutuklama talep etmiştir. Görüntü izleme tutanağı incelendiğinde ise tutanağın tarihi 30.11.2023 saat 17.20 olduğunu görüyoruz. Kazanın oluş saati ise 14.45 olarak fezlekeye geçmiştir. Yani görüntü izleme tutanağına göre, görüntüleri gören polis memurlarının doğrudan Cumhuriyet savcısına olayın aslı ile ilgili bilgi verip soruşturmanın seyrini değiştirebilmesi mümkündü. Yani aslında maddi olayın gerçeği ve şüpheli Mahmud’un yalan söylediği açıkça olaydan 3 saat sonra anlaşılmıştı. Zaten olayın kamuoyunda bu kadar tartışılması da bu yüzden oldu.
Çünkü bu durum, ihmalin çok ötesindedir. Kazanın 3 saat sonrasında maddi olayın gerçeğini öğrenen polis memurları, nöbetçi savcı ile tekrar görüşüp durumu aktarılabilirdi. Bu halde suç taksirle yaralama aşamasında kalsa bile Cumhuriyet savcısı bu yalan beyan sebebiyle kişiyi çağırabilecek ve salt bu sebeple en azından kaçma şüphesi sebebiyle tutuklamaya sevk edebilecekti.
Tutuklama olmasa bile yurt dışı çıkış yasağı kararı alınması işten bile olmayacaktı.
En başta polis memurlarının olayı telefonla bildirmesi üzerine Cumhuriyet savcısının talimatı, şüpheli Mahmud’un ve yaralı Göçer’in ifadesinin alınmasına yönelikti. Ancak Göçer’in ağır yararlı halde olması ve sonrasında ise entübe edilmesi sebebiyle ifadesinin alınamayacağı açıktı.
Özellikle görüntü izleme tutanağı üzerine polis memurları Cumhuriyet savcısı derhal aramalı ve değişen durumu bildirilmeli idi. Telefon üzerinden kurulan iletişim ile talimatların verilmesi sebebiyle ve savcının yeniden bilgilendirilmediği durumda, yeteri kadar soruşturmaya nüfuz edemeyen Cumhuriyet savcısının talimatlarının yanlış kaldığını söylemek gerekir.
Olaydan bir hafta sonra Göçer’in hayatını kaybetmesi üzerine talimatların değiştiğini ve şüpheli Mahmud hakkında gözaltı talimatı verildiğini görüyoruz.
ANCAK BU DEĞİŞİKLİĞİN EN GEÇ 1.12.2023 TARİHİNDE YAPILMASI GEREKTİĞİ AÇIKTIR. Bu sebeple yalan beyanda bulunan şüpheli, 2 Aralık tarihinde kaçarak ülkesine döndüğü için verilen talimatlar da gerçekleştirilememiştir. Şüphelinin, görevli memurlara 30.11.2023 tarihinde açıkça yalan söylemesi ve bu yalanın aynı gün görüntü izleme tutanağı ile ortaya çıkmasına rağmen şüpheli Mahmud ülkesine elini kolunu sallayarak dönmüştür.
Korkunç bir ihmaller zinciri ile karşı karşıyayız. Aslında bu olayların benzerleri de hemen her gün İstanbul’da yaşanmaktadır. Bu durumun sebeplerinden biri yeterli tecrübeye sahip olmayan genç bir Cumhuriyet savcısının İstanbul gibi büyük bir şehirde görevlendirilmesidir. Bu kıdem sorunu pek çok olayda adli hataların artmasını, adalete ulaşmanın engellenmesini doğurmaktadır. Aslında en az 10-12 yıl tecrübe sahibi yargıç ve savcıların İstanbul’da görevlendirilmesi gerekirken, yargıda, 2010 öncesindeki gelenekler ortadan kaldırılmış, yargıç ve savcılar daha ilk görevlendirilme yeri olarak İstanbul’a gönderilmeye başlanmıştır.
Bu durum hem yargılananlar açısından hem de o yargıç ve savcı açısından tehlikelidir. Zaten bu sebeple hem adalete olan güvenin azaldığını görüyoruz hem de büyük yerlerde görev yapan kıdemsiz yargıç ve savcılar hakkında yargı etiği kurallarını öğrenmeden, yani daha kendilerini nasıl koruyacaklarını bilmeden, görev yaptıkları için yoğun soruşturmalara maruz kaldıklarını biliyoruz.
Hakimler ve Savcılar Kurulu en kısa sürede bu uygulamaya son vermeli, büyük şehirlere tayinde en az 10 yıl tecrübe ve meslekte başarı kriterlerini ortaya koymalıdır. Hele hele bir yargıç veya savcının ilk görev yeri olarak büyük şehirlere gönderilme uygulamasına derhal son vermelidir. Bu olacak iş değildir. Bu, yeni mezun bir Tıp doktoruna uzmanlık eğitimi bile almadan kalp ameliyatı yaptırmakla aynıdır. Bu durumda hasta hastanede kesin ölür. Burada da verdiğim örnekte gördüğümüz gibi dosyalar ölmektedir. Türkiye’de tüm alanlarda olduğu gibi yargıda da liyakatin ortadan kaldırılması ile yargı sisteminin büyük yaralar aldığını her geçen gün görmekteyiz.
Yukarıda anlatılan bilgiler ışığında, 30.11.2023 tarihli görüntü tutanağı ortada iken şüpheli serbest bırakılmıştır. Bu son derece hatalı olmuştur. Bu tutanağa göre şüpheli mutlaka mevcutlu olarak savcılığa getirilmeli, neden yalan söylediği ve bunun sonuçları kendisine anlatılmalı idi. Hiç olmazsa yabancı uyruklu kişi hakkında yurt dışı çıkış yasağı şeklinde bir tedbir uygulansa idi bugün ki adaletsiz sonuç çıkmayacak, kişi Türkiye’den elini kolunu sallayarak kaçamayacaktı. Bu tedbirlerin dahi alınmamış olması dosyadaki şüpheleri arttırmıştır.
Diğer taraftan ne olursa olsun bu suç taksirli bir suçtur. Somali ile aramızda çok veya iki taraflı suçluların iadesine dair bir sözleşme yoktur. Olsa dahi suç taksirli olduğu için iade talebi olmayabilir. Bu cümleden hareketle taksirli suçlarda İnterpol aracılığı ile uluslararası arama kararı çıkarılamaz. Dolayısı ise bir kırmızı bülten kararı da istenemez. Yani özetle, şüpheli Mahmut kendi isteği ile ülkemize gelmez ve teslim olmazsa hakkında hukuken yapılacak bir işlem kalmamıştır. Bu olayın en ağır sonucu da budur. Ölen gencimiz evli ve iki çocuk babasıydı. Şimdi bu insanlar ne yapacaklar? Bu sebeple kamu görevlilerinin çok dikkatli olması ve hataya yer vermeden çalışmaları önemli olduğu gibi, liyakatli atamaların yapılmamasının da vebalinin büyük olduğu bilinmelidir.
İşte maalesef Türkiye Yüzyılı diye şişirilen ülkemizdeki gerçek durum budur. Ülkemizde trafikte bir kişinin ölümüne sebebiyet verdikten 3 gün sonra hakkınızda gözaltı kararı bile verilmeden elinizi kolunuzu sallayarak ülkenize dönebiliyorsunuz. Tıpkı Cemal Kaşıkçı cinayetindeki adli yanlışlar gibi bu olayın da Türkiye’nin itibarına çok zarar verdiği tartışmasızdır.
Çok Okunanlar
Gelinim Mutfakta kim elendi? 10 bileziği kim aldı? 22 Kasım 2024 puan durumu
Fenerbahçe En-Nesyri için Al-Nassr'den gelen rekor bonservisi reddetti
22 Kasım 2024 burç yorumları
Netenyahu'yu tutuklayacak ülkeler belli oldu!
BEDAŞ 22 Kasım'da İstanbul'da elektrik kesintisi yaşanacak mahalleleri açıkladı
Lüks araba markası Jaguar logosunu neden değiştirdi? Yeni logosu ne oldu?
Bakan Yusuf Tekin'den Teğmen Ebru Eroğlu ve diğer teğmenleri kurtaracak karar!
21 Kasım 2024 reyting sonuçları: Perşembe günü hangi yapım birinci oldu?
Mauro Icardi’nin Greeicy ile kulis paylaşımı Nara’yı çileden çıkardı
İsmi Fenerbahçe ile anılıyordu: Al Nassr'da flaş Talisca gelişmesi