Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Yargının siyasallaşmasının esas sonucu: Yozlaşma

Yargı erki, bağımsız mahkemelerin hukuki uyuşmazlıkları ve hukuka aykırılık iddialarını kesin olarak çözme ve karara bağlama yetkisi olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda yargı yetkisini kullanan mahkemelerin bağımsız nitelikte olması gerekir.

Zira Anayasamızın 9’uncu maddesi uyarınca, “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” denilmektedir. Ayrıca Anayasamızın 138’inci maddesinde, mahkemelerin bağımsızlığı düzenlenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde ise herkesin davasını bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından görülmesini isteme hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır.

Yargılamanın birliği ilkesi gereğince, yargılama kuvveti kamusal bir niteliktedir. Daha açık bir ifadeyle, yargılama kuvveti herkesindir ve kimseye ait değildir. Bir ülkede güç sahibi kişiler kendisi için ayrıcalıklı bir yargılama isterlerse bu durum, devlet egemenliğin ve yargılamanın bölünmesi anlamına gelecektir.

Yargılama birliğinde önemli olan bağımsızlıktır.

Modern insan hakları doktrininin temelinde hukuk devleti anlayışı yer almaktadır. Hukuk devletinin temel unsuru ise kuvvetler ayrılığının bir uzantısı olarak yargı bağımsızlığıdır. Ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin dönüşümü yasama ile yürütme erkleri arasındaki ayrımı yok etmiştir. Yasamanın faaliyetlerinin yürütmenin içine dahil olması, yargı erkinin iktidarın sınırlandırılmasındaki rolünü ve önemini arttırmıştır.

Böylece yargının bağımsızlığı üzerindeki siyasal baskı da artmaktadır. En büyük siyasi baskı ise yasama organına olan hakimiyetinden dolayı yürütme organından gelmektedir. Bu durum ise yargının siyasallaşması olarak kavramlaşmıştır.

Üzülerek görüyoruz ki, Türkiye’de yargının siyasallaşmasıyla birlikte bağımsızlığı günden güne yok olmaktadır. Yargı siyasal hedeflerin aracı haline gelmiştir. Bu sorunun başında ise siyasal iktidarın yargıç ve savcı atamalarındaki rolü gelmektedir.

Diğer yandan yürütmenin HSK’nın yapısı üzerindeki etkisinden de bahsetmek gerekir. Halbuki, evrensel olarak yargı bağımsızlığının en önemli koşullarından biri yargı üst kurulunun yani Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun bağımsızlığıdır. Yargı üst kurulları ‘hukuk devlet’nin en önemli ögelerinden olan yargı bağımsızlığı ilkesinin etkili bir biçimde yaşama geçirilme ihtiyacından doğmuştur. Eğer yargı, yasama ve yürütme organları açısından bu organların hukuka uygun davranmasını sağlama işlevini yerine getirecekse, HSK bağımsız olmalıdır.

Türkiye’de ise fiilen HSK üyeleri tümüyle yürütme organı tarafından belirlenmekte, Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesinden 12’si de yine partili cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Böyle bir sistemde ise o ülkede yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. 

Hal böyleyken, yargının araçsallaştırılmasıyla birlikte asıl hedefi olan adalet ve hukuktan uzaklaşıp siyasallaştığında, esasen yargıda yozlaşma meydana gelmektedir. Bu durumun en güncel örneğini ise İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın, 6 Ekim 2023’te HSK’ye yazmış olduğu şikâyet mektubu ile görmekteyiz. Başsavcı İsmail Uçar, “rüşvet, iş takibi, aracılık ve usulsüzlük” iddialarını içeren bir şikâyet ile gereğinin yapılması için talepte bulunmuştu. Şikâyetin içeriğinde ise, yargı görevi yapan belirli kişilerin isimleri de zikredilerek, başta rüşvet olmak üzere pek çok ağır suçun işlendiği yönünde iddialarda bulunulmuştur.

13 Ekim 2023 tarihinde ise gazeteci-yazar Timur Soykan BirGün gazetesinde “Adliyede Rüşvet Çarkı” haberini yayınlanmıştır. Soykan bu haber ile Başsavcı İsmail Uçar’ın şikâyet mektubunu konu almıştır.

Ancak, daha sonra Soykan’ın haberine ve ilgili haberlere İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği tarafından erişim engeli kararı verilmiştir. İstanbul Barosu ise bu karara, “Yargıyı doğrudan ilgilendiren meselelere ilişkin haber ve içeriklere ulaşılamaması, ifade özgürlüğünü de ihlal etmektedir.” gerekçesiyle itiraz etmiştir.

Ayrıca, 2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’nu hazırlayan iki isimden biri olan Prof. İzzet Özgenç ise Başsavcının şikâyet mektubundaki iddiaların suç duyurusu mahiyetinde olduğunu söylemiştir. Verilen erişim engeli kararını ise “hukukî mülahazalarla alınmış bir karar değildir; bu karar, hamamın namusunu kurtarmak amacına matuftur.” şeklinde yorumlamıştır. Diğer yandan unutulmaması gereken önemli bir unsur daha vardır. Yargıda en önemli ilkelerden biri “şeffaflık” ilkesidir. Bu anlamda Yargıda Şeffaflığa İlişkin İstanbul Bildirgesi’nin birinci ilkesinde görüleceği üzere, “Yargılama, temel bir ilke olarak, kamuya açık yapılmalıdır” denilmektedir. Bu anlamda verilen erişim engeli kararı şeffaflık ilkesiyle de çelişmektedir.

Görüleceği üzere Türkiye’de yargının siyasallaşması aslında bir adalet sorunudur. Yargıdaki yozlaşma hakkında Başsavcı İsmail Uçar’ın şikâyet mektubunun kamuoyunun gündemine girmesiyle birlikte, CHP tarafından TBMM Genel Kurulu’na yargının sorunlarının araştırılması önergesinin öne alınması önerisi sunulmuştur. Ancak bu öneri AKP ve MHP milletvekilleri tarafından reddedilmiştir. Bu da çok manidardır. Yürütme organının, yargı organında meydana gelen yolsuzluk iddialarının araştırılmasının reddedilmesi aslında yargının ne kadar siyasallaştığının da resmidir.

Türkiye’de yargı bağımsızlığı sorunludur. Bu sorun derhal ele alınmalıdır. Evrensel adalet ilkelerine geri dönülmelidir. Aksi halde Başsavcı İsmail Uçar’ın dediği gibi, “Halbuki adalet mülkün temeliydi. Adalet olmazsa devletler tarih sahnesinden silinmeye mahkûm oluyordu, toplum çürüyordu” diyerek toplumun çürümesini izlemeye devam ederiz.