Ali’nin hilafetinin henüz bir yılı dolmuştu ki Sıffın Ovası'nda Ali ile Muaviye cephesi arasında büyük bir savaş başladı. Kılıç seslerinden yer gök inliyordu, ovayı serin sular değil Müslümanların akan kanı doldurmuştu. Tarihi bilgilerden öğrendiğimize göre o günlerde yetmiş bin insan can vermişti; ümmetin beklediği huzur bir türlü gelmiyordu.
O günlerden bu yana ne Ali unutuldu ne de Muaviye. Kimin nasıl hatırlandığı ya da nasıl sahiplenildiği de anımsayanın yaşamı, hayata bakış açısı, olayları ve dini kavrayışıyla ilgiliydi biraz da. Bu yanıyla tarihi bilgilerin malumatı tartışmaya açık olsa da, tarihe kimin hangi gözle baktığı, kimlerle ittifak halinde olduğu, hangi sınıfsal hayatı yaşadığı tartışmaya açık değildir. Zira kağıda düşen sözden önce kalemi dolduran mürekkebi biliriz.
AKP’nin eski Bakan ve sözcülerinden Hüseyin Çelik de Ali ve Muaviye’yi unutmayanlardan. Zira kendisiyle yapılan son söyleşide seçimleri yorumlarken partisinin geldiği noktayı ve politikalarını eleştirirken şöyle dedi: “İnsanlar, Ali aşkıyla değil Muaviye nefretiyle oy kullandı.”
Eski Bakan örtük bir dille partisinin bir yerde Muaviyeleştiğini, halkın bu duruma olan tepkisini de CHP’ye oy vererek gösterdiğini söylüyordu. “AK Parti’ye kızan şu veya bu şekilde AK Parti’yi cezalandırmak isteyen, AK Parti’ye ders vermek isteyen, AK Parti’ye sarı kart göstermek isteyen bir seçmen kitlesi oluştu ve böyle bir sonuç alındı.” diyordu Çelik, sözlerin hedefi gayet açıktı.
Ali aşkı neydi peki, ne anlama gelirdi, tarihsel olarak Ali aşkıyla hareket edenler olmuş muydu, sonları ne olmuştu? Bu sorularda kendi içinde önemli tartışmalara kapı aralayacaktır. Çelik mesela burada nerede durur, Muaviye’ye ne der Ali’ye nasıl bakar? Yukarıda da ifade ettiğim gibi, bu soruların yanıtı insanın içinde yer aldığı ideolojik ya da inanç eksenli kümelerden bağımsız verilemez. Günün zalimleriyle kol kola yürüyüp mazlumların hakkını savunamazsınız ya da sermaye cephesinde yer alıp emeğin hakkını koruyamazsınız. Dolayısıyla Çelik’in Ali ile ilgili beyanı bir yana, kendisinin yer aldığı politik hat yukarıda sorduğumuz sorulara bir yanıt oluşturacaktır.
Hüseyin Çelik ile devam edelim isterseniz.
Hatırlarsınız cemaatin açıkça “paralel devlet” olarak ortalıkta terör estirdiği günlerde Çelik, “Ne kadrolaşması buna ancak kargalar güler” minvalinden yanıtlar veriyordu. Oysa malum cemaatin devlette edinmeye çalıştığı tehlikeli yer, kendi hükümetinin de altında imzası olduğu MGK kararıyla sabitti. Daha seksenlerde Nurettin Soyer imzalı iddianame ile sabitti. Necip Hablemitoğlu tarafından kaleme alınan Köstebek adlı kitap başta olmak üzere onca yayın ile sabitti. Lakin kendisi bütün bu gerçekleri değil kargaların da dahil olduğu gülme korosunu konuşturdu.
“Hoca Efendinin manevi liderliğindeki Hizmet Cemaati” diyordu Çelik, “bir iman, ahlak ve eğitim hareketidir.” Dolayısıyla cemaatin muradı değildi kurumları ele geçirmek, ordu ve emniyet içerisinde kadrolaşmak, onlarca insana adeta kan kusturmak ve dahi bir gece yarısı darbeye kalkışmak. Çelik’in ifadeleriyle “ahlak hareketinden” beklenecek şeyler değildi bunlar. Oysa hepsini yaptılar; savaş bülteni gibi haber sundular, gazetelerinde sürmanşet iftira attılar, masum ve mazlum insanları toplama kampı misali zindanlara gönderdiler, hukuku katledip, kalemlerini giyotin gibi kullandılar.
Görüldüğü üzere Çelik’in övgülere boğduğu cemaat o günlerde hiç de öyle “ahlak hareketi” gibi davranmıyordu, görmek isteyen için gerçekler gün gibi açıktı. Lakin Çelik görmemeyi seçmişti. 15 Temmuz sonrasında ne düşünüyordu peki? Çelik’e “kargalar” ile hafızalara kazınan açıklaması da soruldu. “O günkü verilere göre bunu söyledim” dedi önce. Sonra “Ben bugün, Fethullah Gülen cemaatine mensup veya sempatizan bazı yetkililerin belli kademelere geldikten sonra bir güç zehirlenmesi yaşadıklarını ve içinde bulundukları camianın gücünü arkalarına alıp siyaseti ve devleti dizayn etmeye kalktıklarına inanıyorum” diye sürdürdü sözlerini. Peki, bütün bilgi, belge ve delillere rağmen geçmişte niye görememişti bu gerçekleri? Kendi ifadeleriyle söylersek Ali aşkından mı desteklemişti cemaati ya da Muaviye nefreti mi kendisine bunu yaptırmıştı bilmiyoruz. Lakin bugün dahi olsa Çelik bu soruyu yanıtlamalı. Gerçeğin ışığı böylesine göz kamaştırırken hakikati görmemenin ayrıca bir yanıtı olmalı çünkü.
Madem Muaviye ve Ali ile başladık, oğulları ile bitirelim. Malum olduğu üzere Hüseyin ve yoldaşları Kerbela çölünde Yezid kuvvetlerince katledilir. Lakin bunun hemen öncesinde Kufe’ye doğru ilerlerken şair Ferezdak’a rastlarlar. Şair orada Hüseyin’i uyarır ve ona şöyle der: “Sakın ha Kufe halkına güvenme! Onların dilleri Ali söyler gözleri Muaviye bakar.” Hüseyin Çelik’in gündeme dair sözlerini duyunca, şairin söylediklerini anımsamamak olmazdı. Zira Ferezdak’ın sözleri yalnızca o güne değil yıllara dönük bir çağrı bence. En çok o dillere, gözlere, dillere kanmamalı.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Verona- Inter maçında Hakan Çalhanoğlu oynayacak mı? 11'de yer alıyor mu?
Kenan Yıldız Milan - Juventus maçında ilk 11'de mi? Maç ne zaman, saat kaçta?
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza