Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Hz. Muhammed sünni miydi?

Bir dönemler nüfus cüzdanlarımızda dinin ayrılmaz bir parçası gibi “mezhep” hanesi vardı. İslam’a çok sonradan asırlar içerisinde eklenen mezhepler bir anda kimliğimizin parçasına dönüşmüştü. Bu kimliğin en başat ögesi ise hiç kuşkusuz “Sünnilikti.”

Peki, neydi bu Sünnilik? Böylesi bir gücü nereden alıyordu? 

Sünniliğin açılımı “Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat” olarak ifade edilebilir. Buradaki sünnet vurgusundan Peygamberin sözleri, kabulleri, eylemlerine vurgu yapılır. Ehl-i Sünnet ise Peygamberin yoluna bağlılığı belirtir; bağlı olan da cemaattir. İtaat eden, uyum sağlayan, fitne çıkarmayan topluluktur cemaat.

Sünniliği böyle tanımlayınca bir Müslümanın buna karşı çıkmasını bekleyemeyiz. Netice itibariyle hangi din olursa olsun, bağlıları onun liderlerini takip edecektir. Lakin bu noktada hemen şu soru karşımıza çıkar; Peygambere bağlılık zaten dinin özünde yok mudur, bunun için mezhep kurmaya gerek var mı? Ya da soruyu şöyle sorabiliriz; bir kişi bir mezhebe dahil olmadan Peygambere bağlı olamaz mı? ‘Diğer mezhepler Peygambere bağlı değil midir’sorusunu da burada ifade edebiliriz.

Sorular burada dursun biz mezheplerin tarihçesine doğru şöyle kısa bir yolculuk yapalım.

Mezhep kelime anlamı itibariyle “gidilen yer ya da yol” anlamına gelmektedir. Peygamberin ölümünden yaklaşık 150-200 yıl sonra ortaya çıkan mezheplerin oluşum süreci ise yaklaşık beş yüz yılı bulmuştur. Elbette bu süreç hiç de güllük gülistanlık geçmemiş, bir mezhep âliminin söylediği diğeritarafından onaylanmazken, mezhepler arasında da sokak çatışmaları baş göstermiştir. Bütün bunlar da din ve Peygamber adına yapılmıştır. İyi ama sokak çatışmalarında öldürülen, hakkında fetva çıkarılan, dahası bir mezhep alimitarafından kafir olduğuna hükmedilenler de Müslümanlar değil miydi? Fetva otoritelerine yani dönemin mezhep alimlerine göre öyleydi. Onlar yoldan çıkan, küfre giren, mürtedlerdi. Üstelik bu ağır ithamlara maruz kalanlar arasında  ironiktir mezhep alimleri ya da mezhep önde gelenleri bile bulunuyordu. Sünniliğin başta gelen mezheplerinden İmam Ebu Hanife de bu isimlerdenbiriydi. 

Prof. Dr Mehmet Emin Özafşar bu noktada bize şu bilgileri aktarır: “Süfyan es-Sevri, Ebu Hanife'nin iki kere tevbeye davet edildiğini nakleder. Şerik, Kufe'nin her köşesinin merkeple dolmasının, orada Ebu Hanife'nin görüşünde birisinin bulunmasından daha hayırlı olacağını söyler. Malik b. Enes te, Ebu Hanife'nin az kalsın dini yıkacağını söyler.” (Prof.Dr. Mehmet Emin Özafşar, Rey-Hadis Çatışması) Hal vaziyet böyledir işte. Bugün Sünniliğin önemli imamlarından biri olarak görülen Ebu Hanife o yıllarda tevbeye davet edilen biriymiş!

Buradan da anlıyoruz ki mesele Peygamberin izinden gitmek değil,seçilen yolun, yönün, sözün diktasını kabul ettirmek, yorum olarak öne konulan değerlendirmeleri hakikat gibi yaşatmak, din içinde din kurmakmış. Bu noktada söz konusu dayatma ve zorbalığa maruz kalan sadece Ebu Hanife de değildir, tarihsel süreç içerisinde daha pek çok isim mezhep gladyatörlerinin saldırısına maruz kalmıştır. Ayrıntısına girmeyeceğim ama büyük hadis alimlerindenBuhari bile o saldırganlardan payına düşen zehri almıştır. Saçılan son zehirleri Suriye işgal sürecinden hatırlıyorum da, orada arabaları durduran Işid militanları namaz vakitlerini soruyor, bilmeyenleri ise anında kurşuna diziyorlardı. Zaten egemen mezhep fıkhına (Hanefi, Şafi, Maliki) göre de namaz kılmayanlar öldürülür, Hanefiler ise bu cezayı hapis olarak öngörmüşler, kırbacı da unutmamışlar tabi. 

Peki, Peygamber böyle mi yapıyor, Müslümanlar arasında makbul Müslüman görmediği kimseleri kimi zaman, kırbaç kimi zaman hapis, kimi zaman da ölümle mi cezalandırıyordu? Sokak sokak dolaşıp, kim küfre düştü, kim kafir oldu, kim büyük günahkar diye mi bakıyordu? Öyle değilse bu mezhepler hangi sünneti uyguluyor, kimin hayatını takip ediyorlar?

Geçiniz. Mezhepler doğuşu itibariyle siyasal, tarihsel ve toplumsal koşulların ürünü olarak ortaya çıkmış, bu koşulların ışığı altında hayat bulmuştur. Dolayısıyla mesele itikadi değil daha çok politiktir. Kendilerine hadis taraftarları diyenlerin kurmaya çalıştığı din dünyasıdır. Elbette dinler ve dini metinler yoruma açıktır, geliştirilmelidir; fakat hadis taraftarları ve ağırlıklı olarak mezhepler hem bir yorumu seçim hem de diğer yorumlara yaşam hakkı tanımıyorlar. Bunu da sünnete bağlılık olarak açıklıyorlar. Zehrin altın kapta sunulması gibi.

Peygamber döneminde mezhep yoktu, fıkıh kitapları yoktu, tarikat ve cemaatler hiç yoktu. Ne peygamber ne de ilk halifelerin mezhepleri vardı; dolayısıyla ne Peygamber ne de halifeler Sünni’ydi! Sünnilik kendi içinde bir dindir, Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün deyişiyle bu din sağcılık ve muhafazakarlığın beşiğidir. Tam da bu nedenle çok güçlüdür, resmi din ideolojisidir.