Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
37,5658
Dolar
Arrow
33,9499
İngiliz Sterlini
Arrow
44,6408
Altın
Arrow
2814,0000
BIST
Arrow
9.577

Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete

Yaklaşan sadece yerel seçimmiş gibi görünüyor olsa da, aslında 31 Mart'ta nihai hesaplaşmaya doğru bir adım daha atmış olacağız.

Sandık, seçmen, adaylar, yapılan açıklamalar, verilen vaatler; bunların hepsi lafı güzaf!

Hiçbir anlam ifade etmiyor.

Çünkü ortada, asgari demokrasi kültürü olan ülkelerdeki gibi yürüyen bir süreç yok.

Kavga, gürültü, yalan, dolan, bağırış, çağırış hepsi bir arada. Kimin ne dediği, kimin ne yaptığı belli değil.

Ortada sanki son derece acemice yazılmış, dram mı, komedi mi, vodvil mi, ne olduğu anlaşılamayan garip bir tiyatro var.

Mesele, yerel yöneticilerin belirleneceği bir seçimden çok daha büyük bir önemi haiz.

Şeamet tellallığı yapmayalım ama memleketin gerçekten bekası söz konusu.

Görünür gelecekte, elimizde bugünkü şekliyle bir vatan kalmayabilir.

1 Nisan'dan sonra gerçekten geri dönülmez bir sürece adım atabiliriz.

Bunun ciddi işaretleri var.

Bazen sıcak gelişmelerin içindeyken, insan olup biteni sağlıklı olarak değerlendiremiyor. Ağaçların arasında olup ormanı görememek gibi.

O yüzden, Türkiye'den biraz uzaklaşıp, gelişmelere şöyle karşıdan bakan biri, ülkedeki durumun vahametini daha iyi anlayabilir.

Ahval ve şerait gerçekten çok namüsait bir mahiyette tezahür ediyor.

Gençliğe Hitabe'nin ikinci paragrafının son üç cümlesini yaşıyoruz. Büyük Önder'in uzak görüşlülüğünün önünde bir kez daha saygıyla eğilip devam edelim.

Türkiye'de siyasal İslamcı zihniyet 2002 yılında iktidara geldi ama asıl kritik gelişme 1994 yılındaki yerel seçimlerde yaşandı.

Sol partilerin hangi akla hizmet ettiği belli olmayan -ya da çok belli olan- stratejileri sonucu Refah Partisi Ankara ve İstanbul'un olduğu birçok önemli ilde belediyeleri aldı.

Siyasal İslam'ın ayak seslerini duymaya başladık. 

Cehenneme giden yolun taşları döşeniyordu.

Necmettin Erbakan, aldığı 5 milyon 388 bin 195 oyla yelkenlerini şişirmiş, iktidara gelmeleri durumunda zücaciyeciye girmiş fil gibi ortalığı kırıp dökeceklerinin işaretlerini veriyordu.

Aldığı %19 oyu %20'lerin üzerine taşırsa ilk genel seçimde iktidara geleceğini biliyordu.

Gelişmeleri izleyen benden çok daha kıdemli bir meslektaşım, “Bunlar iktidara gelirse, ülkenin dibine darı ekerler; seçimle gelirler ama seçimle gitmezler!” demişti.

Dediği çıktı.

1995'te seçimi kazandı, Başbakanlık koltuğuna oturdu ama bugün siyasal İslamcıların çiğnemekten bıkmadığı, bitmeyen mağduriyetlerinin kaynağı olan 28 Şubat kararları ile görevini bırakmak zorunda kaldı.

2002'ye kadar Ecevit dönemi ve 2002'de AKP'nin iktidara gelişi...

Bütün bu yıllar içinde, Türkiye ne olursa olsun demokratik reflekslerinden vazgeçmemişti.

Öyle ya da böyle yurdum insanı, seçimle gelen seçimle gider inancını koruyordu.

Olmadı, değiştirip başkasını iktidara getiririz, diyordu.

Bu inanç, AKP'nin iktidarda olduğu 22 yılda giderek kayboldu.

Bir de Tayyip’i deneyelim, diyerek bastıkları mühür memleketi bugünkü noktasına getirdi.

Geçen aylarda, devletin güvenlik bürokrasisine 40 yılını vermiş eski bir haber kaynağım ile konuşurken Kılıçdaroğlu seçimi kazanmış olsaydı ve Erdoğan çıkıp sana cumhurbaşkanlığını vermiyorum deseydi, kim ne yapabilirdi, dedi.

Gerçekten kim ne yapabilirdi!

Yarın bundan sonraki bütün seçimleri iptal ettiğini açıklasa, insanlar sokağa dökülür mü!

O tren artık kaçtı gibi görünüyor.

Siyasal İslamcılar, 1994'te kazandıkları belediyeleri, özellikle İstanbul ve Ankara'yı 2019 yılına kadar ellerinde tuttular.

Daha ilk gün kadrolaşmaya başladılar. Bütün kritik noktalara kendi adamlarını yerleştirdiler.

Birkaç yıl içinde bütün kirli işlerin içinden Refah Partili belediyeler çıkmaya başladı.

Dönemin sayıştay raporlarında Refah Partili belediyelerin yaptığı yolsuzluklar bütün ayrıntılarıyla yazıyordu amma velakin siyasi iklim siyasal İslamcı zihniyetin yeşermesi için fazlasıyla müsait olduğundan kimse bu yolsuzlukların üzerine hakkıyla gidemedi.

Tabiri caizse etinden sütünden yününden sonuna kadar yararlandılar.

Çeyrek asır, belediyelerin rantı üzerinden siyaseti finanse ettiler, yandaşlarını, tarikatları, cemaatleri beslediler, sadaka ekonomisine kaynak oluşturdular.

Belediye kaynaklarından yüz milyonlarca dolar sermaye transferi yaptılar. 

İslamcı bir burjuvazi yarattılar.

Tabanlarını tahkim edecek hiçbir fırsatı kaçırmadılar. Kendilerine sadık bir kitle yaratabilmek için har vurup harman savurdular.

AKP'nin bugüne kadar iktidara böylesine güçlü tutunmasının bir nedeni de ellerindeki belediyelerdir.

Eğer 1994 yerel seçimlerinde başarılı olmasalardı, 2002’den sonra iktidarlarını güçlü şekilde perçinleyemezlerdi.

Toplumu kendi zihniyetleri doğrultusunda dönüştürmek, sadece siyasi değil, kültürel iktidarlarını kurabilmek için belediyeleri kullandılar. 

Şimdi, o yüzden, İstanbul ve Ankara'yı alabilmek için ortalığı toz duman içinde bırakıyorlar.

Yeni rejimin kalıcı olabilmesi için özellikle İstanbul'un rantına ihtiyaçları var ki, böylece ekonomik kriz nedeniyle çözülen tabanı tahkim edebilsinler, Kanal İstanbul gibi ihanet projeleriyle yeni rant alanları yaratabilsinler.

Bu rant ellerinde olmazsa, tek adam rejiminin kalıcılığında sıkıntı yaşayacaklarının farkındalar.

Riske atmak istemiyorlar.

Ekonomik kriz giderek derinleşiyor ve bunun ne zaman ve nasıl bir sosyal patlamaya neden olabileceğini kestiremiyorlar.

12 gün sonra sandıktan çıkacak sonuç, yerel seçimin çok ötesinde çoluğumuzun, çocuğumuzun geleceğini ilgilendiriyor. 

Seçmen sandık başına gittiği zaman bunu düşünür, oyunu buna göre mi verir, bir şey söylemek zor ama buradan bakıldığında sanki köprüden önce son çıkıştaymışız gibi görünüyor diyerek yazımıza noktayı koyalım.