Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.550

Domuz meselesi

15 Temmuz sonrasıydı.

Türkiye birbirine girmiş, memleketin iliği kemiği yerinden oynamıştı.

FETÖ'cüler, asker, polis, hakim, savcı, doktor, avukat; artık kim varsa cümlesi çil yavrusu gibi dağılmıştı.

Kimi kapağı yurtdışına atmış kimi de bugün olmasa bile yarın tabanları kolayca yağlamak için memleket hududuna mücavir köylerle kasabalarda tabiri caiz ise boy siperi kazıp saklanmıştı.

Uygun bir vakitte kirişi kırmayı planlıyorlardı.

Bu sebeple Ankara'dan Ege'ye, Trakya'ya uzanan yollarda, polis ve jandarma kimseye göz açtırmıyordu.

Köy yolları bile sıkı kontrol altındaydı .

Hemen her gün onlarcası yakayı ele veriyordu.

Araba bagajında, traktör römorkunda, kamyonet kasasında enselenenler bile vardı.

Kolluk kuvvetleri durdurdukları her vasıtayı didik didik arıyorlardı.

O vakit, Ankara-Bursa arasını kendime yol yaptığımdan sıkça asayişin ve jandarmanın kontrolüne takılıyordum.

Başıma bir iş gelmesin ya da muhtemel bir tehlikeye karşı tedbir olsun diye arabamda bulundurduğum taşıma ruhsatlı silahım her seferinde sıkıntı yaratıyordu.

Tabletlerindeki sistemden silah ruhsatım olduğu görülüyor, en az yarım saat basın kartım, cemaatle ilgili ya da iltisaklı olup olmadığım sorgulanıyordu.

Ez cümle o dönem taşıma ruhsatlı silah bulundurmak bile meseleydi.

Bir gece geç vakit, Bursa'dan Ankara'ya dönerken Mezitler geçidinde arabamın cam suyu bitti, yol kenarındaki ceplerin birinde durmak mecburiyetinde kaldım.

Bilenler bilir, Mezit vadisi, İç Anadolu'yu Marmara Bölgesi'ne bağlayan iki önemli yoldan biridir. Etrafı muhteşem ormanlarla kaplıdır.

Devam edelim...

Arabamdan indim, hava çok soğuktu, kar atıştırıyordu.

Elimde su bidonuyla kaputu açmaya çalışırken, yedi sekiz tane kamyonet tarzı devasa dört çeker arazi aracı benim bulunduğum cebe girdi.

Ortalık birden gün gibi aydınlandı. Farları ve sis lambaları ormanın derinliklerine kadar vuruyordu. Motor gürültüleri yoldan geçen kamyonların çıkardığı uğultuya karışırken kamyonetlerden iki düzine kadar kamuflajlı adam indi. Ellerinde, çifteler, süperpozeler, üzerinde hedefi kırmızı noktayla işaretleyen lazer nişangahı olan pompalı tüfekler, bellerinde avcı bıçakları, yanlarında sürekli havlayıp sağı solu koklayan köpekler; say ki bir film karesindesin.

Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sonra kamyonetlerin kasalarından kan damladığını fark ettim.

Kendi aralarında bağıra çağıra konuşuyorlardı, derken benim dehşet içinde onlara baktığımı gördüler.

İçlerinden biri ya da ikisi yüzümdeki ifadeden anlamış olacak ki karşıdan seslendi.

- Bilader, sıkıntı yok merak etme.

Sesimin titremesine mani olmaya çalışarak, “hayırdır” diyebildim.

- Domuzdan geliyoruz. Maşallah çok bereketli geçti. Hepsinden 4-5 ton karkas et çıkar.

Nassı yani, ne domuzu filan şeklinde bir şeyler gevelemeye çalıştım. “Gel bak hele” diyerek beni yanına çağırdı.

Gördüklerime inanamadım. Kamyonetlerin kasası ağzına kadar kanlar içinde ölü domuzla doluydu. Üst üste yığmışlardı, vücutları birbirine karışmıştı, kiminin dişi, kiminin kulağı, kiminin bacağı kopmuştu. Bazılarının bağırsakları ortadaydı. Aralarından kan sızıyordu. Manzara korkunçtu.

Ne yapacaksınız bunları, diyebildim.

Önce anlamamış gibi suratıma baktılar. Sonra, cehaletime kahkahalarla güldüler.

İlk şaşkınlığı üzerimden attıktan sonra ben sordum, onlar da hiç çekinmeden anlattı.

Muhabbet uzadıkça uzadı, hatta kenardaki çardağın altında yanan sobada demlenmiş çaydan bile ikram ettiler.

Söyledikleri karşısında küçük dilimi yutacak noktaya gelmiştim. Meğerse yaban domuzunun inanılmaz bir piyasası, çok sayıda müşterisi varmış. Sanmayın ki bu müşteriler, yabancı misafirleri ağırlayan beş yıldızlı oteller; yaban domuzlarını asıl alanlar Batı Anadolu'daki ana arter olarak kabul edilen karayollarındaki dinlenme tesislerinde bulunan köfteciler, pideciler, ev yemeği yaptığını iddia eden lokantalar, sucukçular, pastırmacılar filanmış.

Saydıkları isimlerin hemen hepsini biliyordum, üstelik buralarda yemek yemişliğim de vardı. Özellikle yaz aylarında tıklım tıklım oluyorlardı. Yurdum insanı, karısıyla, kızıyla, çoluğuyla, çocuğuyla karnını buralarda doyuruyordu.

Ama gazeteciliğin namusu, doğrudan ayrılmak olmaz, bizim domuz avcılarının saydıkları arasında Köfteci Yusuf yoktu.

Kimse de onun adını telaffuz etmedi.

Böyle organize şekilde 10 yıldır domuz avına çıkıyorlarmış. Ondan öncesinde de tek tük domuza giden varmış ama o da günündeyse bir ya da iki “leş”le dönebiliyormuş.

Şimdi canavar gibi özellikle av için modifiye edilmiş arabalar, son teknoloji tüfekler, telsizler filan derken bu iş küçük çaplı bir endüstriye dönüşmüş.

Hatta, yakın çevrede domuzların derisini yüzüp parçalara ayıran mezbahalar bile varmış.

Bu işten iyi para kazandıkları ortadaydı. Çorbayı kaynatıyorlarmış, mazot, fişek parası çıkıyormuş. Meali, işleri tıkırındaymış.

Peki ya, hukuk, kanun, yasaklar filan... Kimsenin taktığı yoktu.

Üç beş istisna dışında Jandarma'yla başları derde girmemiş. Zaten yaptıklarının da yasa dışı avcılık olduğunu düşünmüyorlarmış.

Yani, alan memnun, vurup satan memnundu.

Üstelik köylüler de tarlalarını talan eden domuzları öldürdükleri için alkış tutuyorlarmış.

Ama kafama takılan; benim taşıma ruhsatlı silahımı bile mesele yapan kolluk kuvvetleri nasıl oluyordu da neredeyse bir komando timini teçhiz edecek kadar çok silahla dolaşan bu insanları görmüyordu.

Belli ki ortada herkesin göz yumduğu bir vaziyet söz konusuydu. Jandarmasından, polisine, savcısından hakimine kadar bundan haberdar olmamaları mümkün değildi.

Anlaşılan herkes bir şekilde işini yoluna koymuştu.

Geçen hafta Köfteci Yusuf meselesi patlayınca aklıma bunlar geldi.

Yollarda, yurdum insanına anlı şanlı isimlerin arkasına sığınarak domuz etini yediren onlarca belki de yüzlerce mekan varken neden Köfteci Yusuf'un sadece iki şubesinden alınan numunelerde binde bir oranında domuz eti bulunduğu iddiasıyla ortalık karıştırılıyordu?

Sosyal medyadaki dedikodulara bakarsak birileri Köfteci Yusuf'a çökmek için markayı itibarsızlaştırma harekatı başlatmıştı.

Bunun ne kadar doğru olduğunu üç vakte kadar anlarız.

Ancak...

Burada yıllardır makul paraya köfte yeme şansı bulan yurdum insanı, kimin kurduğu şimdilik meçhul olan bu tezgaha sanki gelmedi.

Bir iki günlük sessizlikten sonra Köfteci Yusuf'un şubeleri dolmaya başladı. Hatta, yemek sırasında alkışlarla kendisine destek sloganları bile atılıyor.

Oysa haram yemede sakınca görmeyip domuzdan “tövbe estağfurullah” diyerek uzak duran yurdum insanının bu tavrı çok önemli.

Ezcümle, CHP'nin bir türlü beceremediği mevzi muhalefeti, Köfteci Yusuf'un müdavimleri yapıyor. Adamlar kendilerini keriz yerine koymaya çalışanlara karşı basbayağı gövde gösterisiyle cevap veriyorlar. Üstelik bunları kimseden çekinmeden sosyal medyadan da paylaşıyorlar.

Yani, bir nevi el mi yaman bey mi yaman vaziyeti.

Yazıyı bağlamadan, Özgür Özel'in iktidarın tezgahına gelmemek için sadece Köfteci Yusuf'a bakması bile yeterli olacaktır diyelim, “eğer ki tezgaha gelmeye çoktan teşne değilse” diye bir şerh düşüp yazımıza noktayı koyalım.