Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
48,1615
Dolar
Arrow
41,1780
İngiliz Sterlini
Arrow
55,6235
Altın
Arrow
4755,0000
BIST
Arrow
11.288

Duygusal kopuş!

İktidarın büyük ama içi boş bir özgüvenle “terörsüz Türkiye” diye yedirmeye çalıştığı yeni açılım süreci duvara toslamış görünüyor.

Bütün gayretine, elindeki devasa medya gücüyle yaptığı algı operasyonlarına rağmen yurdum insanını ikna edemedi; sürece beklediği “destek” gelmedi. Geçelim “toplumsal barış”, “analar ağlamasın” hikayelerini, insanların bu ihanet tiyatrosuna tepkisi her geçen gün artmakta.

İlk söylendiğinde “Terörsüz Türkiye” sloganı kulağa hoş geliyor olabilir.

Öyle de... Zaten aklı başında her kim, “Memlekette terör istiyorum” diye ortaya çıkar ki?

Ancak mesele başka!

Bu, hangi yöntemle ve hangi siyasal bedel ya da bedeller ödenerek sağlanacak?

Terörsüzlük adına hukukun askıya alındığı, Meclis’in devre dışı bırakıldığı, toplumun gerçek anlamda bilgilendirilmediği; kapalı kapılar ardında yürütülen kirli pazarlıklarla Türkiye, geçmişte nereye sürüklendiyse bugün de oraya sürüklenecektir; kimsenin şüphesi olmasın.

Hatırlayalım; bir önceki çözüm sürecinin sonunda hendekler kazıldı, şehirler yakıldı, yüzlerce asker, polis şehit oldu. O sürecin siyasi mimarları hâlâ hesap vermedi, zaten memleketin bugünkü ahval ve şeraiti içinde hesap vermeleri pek ihtimal dahilinde değil.

Yine de soralım, şimdi aynı aktörlerin, benzer bir dili yeniden dolaşıma sokması yurdum insanında nasıl bir güven duygusu yaratabilir?

Lafı fazla uzatmanın alemi yok.

Bu son süreç, Türk halkında son derece derin bir güvensizliği, belki daha vahimi, Kürtlere karşı, duygusal bir kopuşu tetikledi.

Çevresindeki olanı biteni biraz olsun dikkatlice takip eden, anlayıp anlamlandırmaya çalışan herkes bunu çok rahat görebilir.

Ne yazık ki bugün gelinen noktada, mesele sadece PKK değil. Memlekette, Kürtlerle bir arada yaşamayı artık mümkün görmeyen ve hatta bir adım ileri giderek bunu “istemeyen” Türklerin sayısı tahminlerin çok üstüne çıktı.

Bunu dikkate almak mecburiyetindeyiz.

Çünkü toplumdaki kırılmayla “PKK'lılar” ile “Kürtler” ayrımı hızla ve belki geri dönüşü pek mümkün olmayacak şekilde bulanıklaşmaya, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı” ile anlam kazanmış olan ortak yaşam iradesi yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı.

Eskiden sokaktaki insan, PKK'lı teröristi ve Kürtleri ayrı yerlerde konumlandırıyordu. Aynı cümle içinde kullanmamaya özellikle gayret ediyordu.

Bugün artık böyle değil.

“Biz etle tırnak gibiyiz” ya da “Bin yıldır, birlikte yaşadık; kız alıp, kız verdik” söylemi fazlasıyla anlam erozyonuna uğradı.

Çünkü buram buram duygusallık kokan bu ifadeler sadece Türklerin cümlelerinde var; meselenin Kürtler açısından “bizim düşündüğümüz ya da düşünmek istediğimiz gibi olmadığı” ayan beyan ortada.

Siyasetçileri, Atlantik'in öbür kıyısındaki ağababalarından aldıkları cesaretle şımarıklıkta sınır tanımıyorlar, emperyalizmin Ortadoğu'daki planlarına hizmet etmek için adeta yarışıyorlar, Türk milletine karşı son derece tehditkar ve tacizkar bir tutum içindeler.

DEM'ci vekillerin Meclis'te ya da Meclis dışında yaptığı konuşmalar, en mülayim vatanseveri bile çileden çıkaracak kadar tahrik edici!

Kürtlerin pek kıymetli kanaat önderlerinden hangisi çıkıp da, “hooop arkadaş, siz ne diyorsunuz!” diye tepki gösterdi!

Ama daha elim ve daha vahimi, iktidarın 50 bin insanın kanına girmiş tescilli teröristi meşru, makbul, muteber ve hatta muhatap kabul etmesi!

İşte böyle böyle, Türkler açısından ipler kopma noktasına kadar geldi.

“Kürtlerin içinde PKK'lı olmayan, azımsanmayacak kadar cumhuriyete, laikliğe, yurttaşlık temelinde eşitliğe ve Cumhuriyet devrimlerine inanmış kesim var” cümlesi artık kimseye inandırıcı gelmiyor.

Neden mi?

Bahçeli'nin kendisini ve partisini siyaseten imha edecek bu süreci başlatmasından sonra – münferit tepkileri ve çıkışları bir kenara koyarsak ki hepsinin son derece kıymetli olduğunun altını kalın kalemle çizelim - bu ihanet sürecine ilkesel olarak karşı duran, “Emperyalizmin oyunlarına gelmeyeceğiz” diyerek asgari siyasi refleks gösteren organize bir Kürt hareketi ortaya çıkmadı.

Oysa memleketini seven herkesin istediği ve beklediği buydu!

Vaziyet böyle olunca, Türk insanı da haklı olarak “Biz neyi, kiminle ve hangi ortak zeminde savunuyoruz?” diye sormaya başladı.

Açık yüreklilikle yazarsak, bu cümle birlikte yaşama iradesinin artık sorgulanır olduğunu gösteren bir işaret fişeğidir.

Yakın gözlüğümüzü takalım:

Memleket, Türklerle Kürtler arasında bir etnik ittifakla kurulmadı. Bakmayın siz öyle birilerinin “Türkler, Kürtler, Araplar” filan diyerek alternatif tarih oluşturma gayretine.

Çok merak eden varsa, İstiklal Harbi'ne hangi şehirden kaç asker gitmiş, kimler bu memleket için canını vermiş, kimler Yunan Kuvvacıları tepelesin, fırsattan istifade biz de İngilizlerin borusunu öttürelim, diye beklemiş; küçük bir araştırmayla öğrenebilir.

Cumhuriyet, işgalden kurtulan memleket toprakları üzerinde yaşayan herkesle yapılmış olan bir siyasi sözleşmeydi.

Adı yurttaşlıktı.

Bu dili, dini, etnik kökeni ne olursa olsun, herkesin eşit; hukukun, eğitimin ve kamusal alanın ortak olduğu bir Cumhuriyet vaadiydi.

Ağır aksak, kör topal, eksik gedik de olsa bu vaadi bir şekilde yerine getirdiler.

O zaman Kürtlerin önemli bir kısmı bu sözleşmeye gönüllü olarak katıldı.

Şeyh Sait isyanına karşı durdular, 'Dersim'de aşiret feodalizmine direndiler, Cumhuriyet okullarında öğretmen, asker, bürokrat olarak oldular.

Fırsat eşitliğinden sonuna kadar yararlandılar.

Siyasal İslamcılar, iktidara geldikten sonra yaptıkları ilk iş bu zemini hunharca zedelemek ve hatta ortadan kaldırmak oldu.

Kürt meselesini itinayla kimlik yani etnisite çerçevesinin içine koydular, siyasi pazarlık unsuru hâline getirdiler.

Daha açık söyleyelim; Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti'nin eşit, onurlu yurttaşları olarak görmediler. Onlar, İslamcıların siyasi ikbali için kullanılacak aparattan fazlası değildi. Tek tek bir siyasi iradeleri yoktu. Parti tercihleri ağaya, aşiret reisine, şeyhe, şıha bağlı “blok oy” deposuydular.

En tepedekini bağladın mı, iş bitiyordu!

Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da her seçim öncesi, o köyden 500 oy, bu mezradan 100 oy, şu mahalleden 2 bin oy filan diye aşiretlerin önde gelenleri ile pazarlık yapılması, siyasetin vakayı adiyesi haline gelmişti.

Tabi, buna son çeyrek asırdır, büyük şehirlerdeki Kürt mahalleleri eklendi.

Burada baş rolde PKK'nın temsilcisi DEM var. Memleketin siyasi denkleminin çözümsüzlüğünden fırsat yaratıp özellikle belediye meclis üyelikleri için yaptıkları pazarlıklarla mahalli idarelerde kuvvetlendiler.

İşte zurnanın zırt dediği yer...

Seçmeni DEM'e, bir terör örgütünün yani PKK'nın siyasi kanadı olduğunu bile bile oy veriyor.

Türk halkında duygusal kopuşun uç verdiği ilk noktanın burası olduğunu vurgulayalım.

Yurdum insanı yıllardır şunu görüyor:

Terörle arasına mesafe koymayan siyasal aktörler meşru ve makbul kabul edilirken Cumhuriyet değerlerini savunmasını beklediğimiz, memleketin nimetlerinden, temel hak ve özgürlüklerden sonuna kadar yararlanan Kürtler ise sessizliğe gömülüyor.

Her nasılsa, “Bu memleket emperyalizmin taşeronu bir örgütle masaya oturamaz” diye ortaya çıkan yok. PKK’ya açıkça karşı durmayan, hatta zaman zaman terör örgütünü “tarihsel bir gerçeklik” olarak sunan siyaset dilinin ödüllendirilmesine “Bundan iyisi Şam'da kayısı” diye bakanlar bile var.

Bu durum bir şekilde Türklerde Kürtlerin Cumhuriyete sadakatinin artık kalmadığı algısını besliyor.

Oysa bir devlet, yurttaşının sadakatini etnik kökenine göre değil; anayasal düzenine göre ölçer. Ölçmek mecburiyetindedir de.

Aksi hâlde devlet olmaktan çıkar, bir kabile konfederasyonuna dönüşür.

Hasılı kelam, Kürtlerin içinden bu sürece kuvvetli bir itiraz gelmemesi, siyasal İslamcıların memleketi nasıl felakete doğru sürüklediğini gören yurdum insanında “yalnız bırakıldık” hissini derinleştirdi.

Bu sessizlik, haklı ya da haksız şöyle bir genellemenin önünü açıyor:

“Demek ki sıkıntı sadece PKK değil, aynı zamanda Kürtlerin kahir ekseriyetinde...”

Bu düşünce yayıldıkça, duygusal kopuş hızlanıyor.

Şimdi birileri çıkıp, “Asıl duygusal kopuşu Kürtler yaşıyor” diyebilir.

Halkı da olabilir.

O zaman yurdum insanından birileri bu cümleye karşı “Madem öyle, ne işin var, İstanbul'da, İzmir'de, Bursa'da, Antalya'da filan... Git, nereden geldiysen orada otur” derse ne olacak?

Alın size felaket senaryosu...

Yazıyı bağlarken, kuvvetli biçimde vurgulayalım: Memleketin bu ihanet sürecinden biran önce kurtulması için en büyük ihtiyacı, yüksek sesli bir cumhuriyetçi Kürt itirazıdır.

“Biz bu memleketin eşit yurttaşlarıyız, emperyalizmin, etnik bölücülüğün, silahlı siyasetin karşısındayız” diyen bir iradenin görünür olmasıdır.

Tabii ki eğer varsa...

Bu irade görünür olmadıkça, iktidarın açtığı boşluğu ya PKK dili ya da onun dolaylı meşrulaştırıcıları dolduracaktır.

Şunu açıkça söyleyelim:

Cumhuriyetin ortak zeminini savunmadan, terörle arasına net bir çizgi çekmeden, emperyalizmin bölgesel hesaplarına mesafe koymadan “birlikte yaşam” inşa edilemez.

Buna kimse razı olmaz.

Bugün hâlâ bir yol ayrımındayız.

Ya duygusal kopuşu derinleştiren bu kimlikçi ve pazarlıkçı siyasette ısrar edilecek ya da Cumhuriyet yurttaşlığı temelinde yeniden bir ortak zemin kurulacak, diyerek yazımıza noktayı koyalım.