Biz, cümbür cemaat memleketin akıllara ziyan gündemiyle harman olurken, Atlantik'in öbür kıyısında Trump dikkat çeken bir karar aldı.
Mısır, Lübnan ve Ürdün’deki bazı İhvan yapılanmalarının “Yabancı Terör Örgütleri” ve “Özel Tanımlanmış Küresel Terörist” listelerine alınması sürecini başlattı.
İlk bakışta bizi çok fazla ilgilendirmiyor gibi görünse de bunun Ortadoğu'nun siyasi anatomisini sessizce ama temelinden sarsan bir karar olduğunu söylememiz mümkün.
Kitabın ortasından konuşalım; kararın asıl yankısı Kahire’de, Amman’da, Ankara’da değil; Haseke–Kobani–Rakka hattında hissedilecek.
Washington, Ortadoğu’daki vekil güçler protokolünü güncellemek için kalemi eline almış görünüyor.
Gelin yakın gözlüğümüzü takalım ve yakın tarihin sayfalarını biraz karıştıralım.
7 Ekim 2023'te Hamas'ın İsrail'e saldırmasından sonra “Anlaşılan İhvan'ın kullanım süresi doldu" demiş "Hamas, kendisini imha edecek bu sürecin önünü niye açtı" diye sormuştuk.
Emperyalist efendilerinin kalemini kırdığının altını çizmiştik.
Oysa İhvan, BOP'un en kullanışlı aparatıydı.
1928’de İngiltere, Mısır'da filizlenmeye başlayan Arap milliyetçiliğinin önünü kesmek için projelendirmişti ama altın çağını, Soğuk Savaş'ın ardından Amerika’nın Ortadoğu'daki planlamalarında başrolü alınca yaşamıştı.
11 Eylül sonrasında uluslararası kamuoyuna radikal İslam'a karşı panzehir olarak gösterilen siyasal İslam'ın kurumsallaştığı bir yapı olarak pazarlanmıştı.
Arap Baharı'nda duvara toslayınca gözden düştü.
Mısır'da, Tunus'ta, Libya'da hezimete uğradı. İsrail'de Netanyahu'nun meşruiyetini güçlendirmesi için Gazze’deki varlığına bir süre daha göz yumdular.
İhvan, misyonunu yerine getirmiş, Filistin davasını İslamcılaştırmış, bölmüş, parçalamış, Netanyahu gibi dinci, ırkçı, faşist bir siyasi figürün yıllardır iktidarda kalması için meşru gerekçe oluşturmuştu.
Batı, 2013'den itibaren "İhvan'ı Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da iktidara taşıma" projesini rafa kaldırdı, bölgeye ilişkin stratejisini değiştirdi.
Lafı uzatmadan söylersek, emperyalistlerin Ortadoğu'yu kendi istedikleri gibi şekillendirmek, bölgenin hidrokabron kaynaklarını sömürmek, Doğu'dan gelen ticaret yolunu kendi denetimleri altına almak için İhvan'a ihtiyacı kalmamıştı.
Yeni stratejinin yeni oyuncuları İsrail, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve Hindistan oldu. Ama burada İsrail'in bekası kritik önemi haizdi.
Amerika, bunun için Kürt kartını masaya koydu.
Zaten öteden beri yakın ilişki içindeydiler.
İhvan'ı kenara itti, Kürtleri yeni vekili olarak öne çıkardı ve stratejisini yeniden kalibre etti.
Bunun sadece ideolojik bir karar olmadığının altını çizelim.
İhvan’ın bölgedeki siyasi, sosyal ve örgütsel altyapısını sistematik şekilde daraltmak; finansman ve lojistik kanallarını kesmek; aynı zamanda İhvan’a yakın devletler ya da sosyal hareketler üzerinde caydırıcı etki kurmak...
Meseleyi yalnızca İhvan'ın denklemin dışına çıkarılması şeklinde değerlendirmek de yanlış olur; bu aynı zamanda Amerika'nın güvenlik mimarisinde “ideolojik örgütlerden coğrafi/etnik temelli aktörlere geçiş” süreci olarak da görülebilir.
İhvan, Amerika için bir zamanlar, zımni bir seçenek olarak öne çıkmıştı. Hem toplumsal tabanı hem bölgesel yaygınlığı nedeniyle kimi zaman kullanılabilir, kimi zaman kontrol edilebilir görülmüştü.
Fakat Washington bir noktada, ulusal sınırları aşan, ideolojik ağ yapısına sahip hiçbir örgütle çalışmama kararı aldı.
Çünkü bu örgütler, devlet-dışı ama devlet gibi davranan, sınır tanımayan aynı zamanda güvenlik riski oluşturan, Amerika'nın bölgesel projelerine uyum göstermeyen yapılara dönüşmüşlerdi.
Trump'ın İhvan’ı terör listesine alan bu kararını, Amerika'nın Ortadoğu’da “ideolojik vekâlet” dönemini kapatıp “kontrol edilebilir coğrafi vekâlet” konseptine geçişinin siyasi ilanı olarak görebiliriz.
Bu konseptin ilk ve en güçlü adayı, doğal olarak Türkiye'de kısaca SDG olarak bilinen Suriye Demokratik Güçleriydi.
Yani, terör örgütü PKK'nın Suriye kolu...
Örgütün coğrafi hâkimiyeti ve şeffaf komuta zinciri Amerika için önemli. İhvan’ın aksine örgütün aldığı kararlar, liderlik yapısı ve sahadaki komuta zinciri Washington tarafından okunabiliyor ve hatta doğrudan kontrol edilebiliyor.
Sınırları belli, sahası belli, yönetim yapısı belli.
Bunun, Amerikan askeri bürokrasisinin sevdiği “öngörülebilir vekil” profili olduğunu söylememiz mümkün.
Pentagon’un elinde sahada performansı kanıtlanmış pek az aktör var. SDG bu aktörlerden biri ve IŞİD ile mücadelesinde Amerikan ordusuyla senkronize çalışma kabiliyetini, diğer tüm bölgesel güçlerden daha fazla gösterdi.
Bu nedenle Washington’daki “ulusal güvenlik çekirdeği” SDG’yi kaybedilecek bir yatırım olarak görmüyor.
Gelelim, en kritik noktaya, burası son derece önemli:
Amerika'nın Ortadoğu politikası, bir devleti doğrudan desteklemekten kaçınır; çünkü bu, karşıt blokları harekete geçirir. Ama devletsiz bir yapı da uzun süre ayakta kalamaz.
SDG, “yarı-devletimsi” bu gri alanın tam ortasında duruyor.
Amerika'nın istediği de bu. Kendi destek mekanizmasına bağlı, ama bölgesel devletlerden bağımsız bir aktör.
SDG, Washington’un gözünde artık “zorunlu partner” konumunda. İhvan’ın devreden çıkarılmasıyla Amerika için Suriye'de “siyasi orta yol” arayışı kalmadı.
Geride yalnızca, SDG ile daha derin, daha kalıcı ve daha yapısal bir ortaklık seçeneği bulunuyor. Amerika'nın bölgedeki askeri üslerinin yer aldığı alanlar, lojistik koridorlar, petrol sahaları ve IŞİD toplama kampları düşünüldüğünde bu ortaklık neredeyse mecburi.
Şimdiye kadar SDG, Riyad ve Kahire kapılarında çekingen bir aktördü. Fakat İhvan çizgisinin ABD tarafından tasfiye edilmesi, Arap başkentlerinde Kürt siyasi temsilinin daha fazla kabul görmesiyle sonuçlanabilir.
Gelelim, zurnanın zırt dediği yere.
Ankara’nın güvenlik doktrini YPG/SDG’yi birincil tehdit kategorisine yerleştiriyor. Washington için ise SDG “olmazsa olmaz” ortak.
AKP'nin de bir nevi İhvan iktidarı olduğunu göz önüne alırsak, bu ikilem, Trump'ın kararından sonra daha da keskinleşti.
Amerika, Türkiye’nin PKK ve YPG’yi aynı kategoriye koymasını Washington’ın çıkarlarıyla uyumsuz görüyor. Bu da Ankara'nın siyasi ve stratejik manevra alanını önemli ölçüde kısıtlamış durumda.
Washington’ın hedefi yakın vadede bir Kürt devleti kurmak değil. Asıl hedefinin, Tahran'ın etkisini sınırlayan, İran'da rejim değişikliğine zemin hazırlayan, Türkiye’yi siyasi olarak kelepçe altına alan, Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu azaltan, Suriye’yi yönetilebilir kaos içinde tutan bir bariyer kuşağı üretmek.
Bu bariyer kuşağının en kritik taşı ise SDG!
İhvan’ın tasfiyesiyle birlikte, Arap Baharı’nın mirası bitirilmiş olur, siyasi İslam’ın kaldıraç gücü kırılır, vekil aktör portföyü ideolojik değil coğrafi temelli hale gelir, Kürt bölgesi Washington’ın çıkarlarına uygun istikrar üretim bandının merkezine yerleşir.
Hasılı kelam, Ortadoğu’da yeni bir döneme giriyoruz.
Türkiye'de adına “süreç” dedikleri ihanet tiyatrosunu izlerken, bu arka fon ile birlikte düşünmek, memleketin sürüklendiği tuzağı daha iyi anlamak için yararlı olacaktır, diyerek yazımıza noktayı koyalım.
Çok Okunanlar
Bilal Erdoğan senaryosu Ankara’yı karıştırdı
Şamil Tayyar’dan gündeme oturacak Mehmet Akif Ersoy iddiası!
MASAK raporlarında gerçek ortaya çıktı
Kastamonu'da ölü bulunan anne ve oğlunun otopsi raporu tamamlandı
Eski Habertürk spikerinden Mehmet Akif Ersoy hakkında bomba iddialar!
'Karşılıklı gol bas, illaki gol yerim ben' mesajını atan kişi bakın kim çıktı?
Güllü'nün kızının yakalanmadan önceki son görüntüleri ortaya çıktı
Mehmet Akif Ersoy'un da aralarında olduğu 4 kişi tutuklandı
Silivri'ye yapılacak duruşma salonunun inşaatından ilk görüntüler
Manchester City, Real Madrid’i yendi: Şampiyonlar Ligi'nde günün sonuçları