Türkiye'de “sol” siyaset yaptığını iddia eden TİP'in İstanbul Milletvekili ve parti sözcüsü Saliha Sera Kadıgil geçenlerde DW Türkçe'ye çıktı dedi ki, “Bir sürü ayrımcılığa uğrayan bir kesim var bu ülkede. Daha adıyla sanıyla söyleyelim; zengin, Sünni, Türk, yaşlı bir erkek değilseniz bu hayatta gerçekten hayatınız çok zor”
Sonra lafı Kürt meselesine getirdi.
“Biz Kürt sorununun çözümünde de eşit yurttaşlığı birinci ve en büyük harflerle önümüze yazıyoruz. Ama asıl baktığımız ve görmek istediğimiz yer budur. Ve arkadaşlarımızla birlikte, bu işin asli özneleriyle ve kendisini devlet sanıp, bu ülkenin kurucu bir unsuruna olmadık ayrımcılığı, olmadık zulmü reva görenlerle önce hesaplaşacağız, daha sonra da bir daha hiçbir kesim için böyle bir zulüm ortamı oluşmasın diye eşit yurttaşlık temelinde gerçekten güzel bir başlangıç yapmak istiyoruz”
Bu açıklamaları neresinden tutarsanız tutun, tel tel dökülüyor ama gelin biz yine de gazeteci gözüyle bir “içerik çözümlemesi” yapalım.
İlk cümlesinden yola çıkalım.
Söz konusu şahsiyetin yaptığı sınıflandırmayı esas alırsak mesela;
Türkiye'de yaşayan zengin, Şafi, yaşlı Kürt erkeklerinin hayatının kolay olmaması gerekiyor. Çünkü Türk değiller!
Zengin, Alevi, genç Türk erkekleri de Saliha Sera Kadıgil'in yaşlı ve Sünni olma kriterlerine uyumuyor.
Aynı şekilde, zengin, Sünni, yaşlı Türk kadınlarının hayatlarının kolay olmadığını düşünebiliriz. Tabii ki cinsiyet meselesinden dolayı.
Ya da zengin, Ortodoks yaşlı Rumların veya Ermenilerin Türkiye'deki hayatları nasıl olabilir?
Öyle ya, hem Türk hem de Sünni değiller. Hele bir de genç ve kadınlarsa, yandı gülüm keten helva...
Peki, zengin, orta yaşlı, ateist veya deist Türklerin hayatı nasıldır diye sorabilir miyiz?
Açık söyleyelim, onların durumu vahim.
Allahsız, kitapsız oldukları için zaten kulvar dışında koşuyorlar!
Şaka bir yana, Saliha Sera Kadıgil'in söylediklerini ciddiye alırsak, teoride “Zengin, Sünni, Türk ve yaşlı erkek” kriterlerini tam olarak karşılamadıkları için bu insanların hayatının külliyen zor olması gerekiyor.
Ama kazın ayağı pek öyle değil.
Kendisinin ortaya koyduğu sıfatlar üzerinden Türkiye'deki sosyal ve iktisadi yapıyı değerlendirmek ne kadar rasyonel olur bilmiyoruz ama “solcu” olduğunu savunan bir siyasetçinin buram buram ırkçılık kokan bu açıklaması aynı zamanda kimlik siyasetinin Türkiye'de geldiği noktayı göstermesi açısından önemli.
Açık açık çıkıp Türkiye'nin meselesi sınıfsaldır; etnik, mezhepsel, cinsel kimliklerinden azade mesele doymak bilmez zengin azınlık ile neredeyse açlık sınırında yaşayan insanların pastadan aldıkları payın son derece adaletsiz olmasıdır; demiyor, diyemiyor.
Bilmediğinden değil elbette.
Meseleyi, etnik kökene, mezhebe, yaşa ve cinsiyete bağlıyor çünkü sadece Kürtçülük üzerinden hamaset yapmak bile siyaseten işine geliyor.
Altını kalın kalemle çizelim. Türkiye'de hayatı gerçekten zor olanlar Türk, Kürt, Sünni, Alevi, Hristiyan, Musevi, yaşlı, genç, kadın, erkek ayırımı olmaksızın, iktidar tarafından bilerek ve isteyerek fakirleştirilen, sadece siyasal İslamcı olmadığı için itilen kakılan, hırpalanan yurdum insanıdır.
Bu insanları, etnik kimliğine mezhebine cinsiyetine yaşına göre sınıflandırmak cehaletten değilse bile aymazlıktandır.
Memlekette zengin azınlığın hayatı kolay, fakir çoğunluğunki zordur.
Ötesi lafı güzaftır.
Ama biz biraz daha açık yazalım; siyasal İslamcı olmayan, iktidardaki ortaçağ zihniyetinden beslenmeyen, onların imkanlarından nemalanmayan, okumuş etmiş, mürekkep yalamış, cumhuriyetçi, Atatürkçü ve hala namusun ve erdemin önemine inanan, vatandaş olmanın onurunu hisseden insanlar için bugünün Türkiyesi'nde yaşıyor olmak kelimenin tam anlamıyla bir distopyadır.
Yani, Saliha Sera Kadıgil'in taktığı at gözlüğüyle yurdum kimlikçi kriterlere göre sınıflandırmasının memleketin bugünkü ahval ve şeraiti dahilinde karşılığı yoktur.
Madem kendisi meseleyi Kürtçülüğe bağladı, öyleyse biz de kaseti tersten okuyalım!
Kendisi, bu iktidarın 2002 yılından bugüne kimlere ve nasıl milyarlarca dolarlık sermaye transferi yaptığını; kimleri, nasıl zenginleştirdiğini bilmiyor mu? Bunların hepsi Sünni, yaşlı erkek Türkler mi?
Doğu'daki aşiretlerden blok oy almak için, Batı'daki turizm beldelerinin, hazine arazilerinin sözüm ona Kürt işadamlarına nasıl peşkeş çekildiğini hiç duymamış mı?
İstanbul'da, İzmir'de, Bursa'da, Antalya'da, Mersin'de iktidarın göz yummasıyla palazlanan Kürt mafyasından haberi olmamış mı?
Büyük metropollerde, en az Laz müteahhitler kadar Kürt müteahhitlerin de pastanın kaymağını yediğini farketmemiş mi?
Saliha Sera Kadıgil'in söylediklerini ciddiye alırsak, iktidara güçlü şekilde destek verip bunun karşılığını devlet imkanlarıyla zenginleştirilerek alan Kürtlerin, Türk olmadıkları için hayatları zorluk içinde mi geçiyor, diyebilir miyiz?
Bunun böyle olmadığını, İstanbul'da, İzmir'de, Bursa'da, Antalya'da son yıllarda pıtrak dikeni gibi çoğalan zengin mahallelerinde biraz dolaşan; lüks restoranların otoparklarındaki lüks araçları kimlerin kullandığına, Bodrum, Marmaris gibi turizm beldelerindeki otelleri, restoranları kimlerin işlettiğine bakan herkes görebilir.
Diğer yandan Saliha Sera Kadıgil öyle münasip gördü diye Kürtlerin zengini ile garibanını, sırf etnik kimliklerinden dolayı aynı kefeye mi koymamız gerekiyor?
Durum böyleyken söz konusu şahsiyet, sınıf siyasetinin konforlu alanında konuşlanıp kendisi gibi düşünmeyenlere salvo atışı yapmanın sonra da bu konforlu alanın güvenli, kutsal duvarları arasına sığınıp önüne geleni faşist ve ırkçı olarak yaftalamanın kolaycılığına kaçıyor.
Asıl ırkçılığın, Alman kanalına yaptığı laf salatasının içinde olduğu gün gibi ortada.
Mesela, başka biri çıkıp “Zengin, Şafi, Kürt ve yaşlı bir erkek” ifadesini herhangi bir cümlenin içinde kullanmaya kalksaydı, Saliha Sera Kadıgil'in nasıl tepki göstereceğini tahmin etmek hiç zor olmazdı.
Belli ki kendisi emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin pek sevdiği şekliyle “eşit yurttaşlık”, “kurucu unsur” filan diyerek, birilerine inceden selam çakma ihtiyacını hissetmiş.
Yani, bunu Almanya'nın devlet kanalına söylemesinin ayrı bir önemi var. Ağababalarından kocaman bir aferin almış mıdır bilmiyoruz ama Türkiye'de bütün şartların kendilerine iktidar yolu açacak kadar elverişli olmasına rağmen 'sol'un giderek küçülmesinin nedenini işte bu hastalıklı bakış açısında aramak gerekiyor.
Fransa’da seçimi kazanan sol ittifakın lideri Melenchon, “Fransız olmak ne bir din, ne bir dil, ne de bir ten rengidir. Fransız olmak dokunulmaz bir siyasi sözleşmedir. Bu bizi ufuk çizgisi sürekli genişleyen, bitimsiz bir halk yapar” derken bizdekiler kimlikçi siyasetin sarmalında sarsaklaştıkça; etnikçiliği, mezhepçiliği, cinsiyetçiliği solculuk diye yurdum insanına yedirmeye kalktıkça umut olmaktan da uzaklaşıyor diyerek yazımıza noktayı koyalım.
Çok Okunanlar
BEDAŞ açıkladı... İstanbul'da elektrik kesintisi
23 Kasım 2024 günlük burç yorumu
Yalı Çapkını dizisinde ayrılık
Al-Nassr'da kadroya alınmayan Talisca'nın gitmesine bu formülle izin verecek!
Av. Turan Karakaş hayatını kaybetti
Fenerbahçe-Kayserispor muhtemel 11 belli oldu
Gazeteler Kılıçdaroğlu'nun davasını nasıl gördü?
22 Kasım 2024 Cuma yayın akışı: Bugün TV'de neler var?
22 Kasım Cuma reyting sonuçları: Zirvede hangi program yer aldı
Conor McGregor'a cinsel tacizden ceza