Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Ortadoğu tiyatrosu

2010 yılının Ağustos ayında, Arap Baharı henüz başlamadan Irak'a gitmiştim. Aynı yıl 7 Mart'ta seçimler yapılmış ama Bağdat'ta bir türlü hükümet kurulamamıştı.

2003 yılındaki işgalin ardından ABD'nin stratejik oyun kurucuları, Irak'ı kimlik siyaseti üzerinden yapılandırmıştı.

Şiiler, Sünniler ve Kürtler yanlarına aldıkları küçük gruplarla birlikte çeşitli koalisyonlar oluşturmuşlardı.

ABD, Türkiye'nin beşinci kol faaliyeti yürüteceğinden korktuğu için Irak Türklerini siyasetin dışında bırakmıştı.

Ülkede aradan geçen 7 yıla rağmen ne siyasi ne sosyal ne ekonomik dengeler yerine oturabilmişti. Siyasete hakim olan karmaşa, halka da yansıyordu.

Irak adeta barut fıçısıydı.

Bağdat'ta, içinde ABD Büyükelçiliği'nin de bulunduğu Yeşil Bölge’nin dışında güvenlik bir türlü sağlanamıyordu.

Sadece, Şiiler ve Sünniler arasında çekişme yaşanmıyordu. Şii gruplar kendi aralarında da kavgalıydı.

Kum mevziisine bağlı olan İran destekli gruplarla, Necef mevziisine bağlı Arap milliyetçisi Şiiler arasında sürekli bir gerginlik vardı. 

Bu gerginlik sıkça silahlı çatışmaya dönüşüyordu.

Saddam Hüseyin'in devrilmesiyle büyük bir darbe yiyen Sünniler ise ağırlıklı olarak İhvan'ın ülkedeki siyasi temsilcisi Irak İslam partisinin şemsiyesi altında toparlanmaya çalışıyordu ve Türkiye'deki AKP iktidarının maddi, manevi desteğine sahipti.

Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, işini gücünü bırakmış Irak İslam Partisi'nin lideri Tarık el Haşimi'yi Başbakan yapmak için uğraşıyordu.

Kürtler, ABD'nin kayıtsız koşulsuz desteğiyle adeta özgüven patlaması yaşıyordu.

Yılların kurt siyasetçisi Celal Talabani, bir Arap ülkesinde Kürt Cumhurbaşkanı olmanın keyfini çıkarıyordu.

O dönem çalıştığım Cumhuriyet Gazetesi, yerinden, ayrıntılı haberler, izleminler ve röportajlar yazmamı isteyince, bavulumu toplayıp Irak'ın yolunu tuttum.

Beni Bağdat'a götüren uçakta iki sıra önümde Murat Özçelik oturuyordu.

Daha sonra Kamu Güvenliği Müsteşarı olarak ve AKP'nin Kürt açılımını projelendirecek olan Murat Özçelik, o dönemde Türkiye'nin Bağdat Büyükelçisiydi.

Sabahın kör vakti havaalanına iner inmez, Murat Özçelik'ten randevuyu kopardım ve aynı gün öğleden sonra yanına, makamına gittim.

Uzun uzun konuştuk.

Irak siyasetine son derece hakim olduğu için verdiği her bilgi benim için çok önemliydi. Her cümlesini atlamadan not almaya çalışıyordum.

Murat Özçelik, Türkiye'nin desteklediği el Irakiye koalisyonunun hükümeti kurması için gecesini gündüzüne katıyordu. Sadece Türkiye değil, Suudi Arabistan ve Ürdün de buna destek veriyordu.

Eski Başbakan laik eğilimli İyad Allawi'nin liderliğini yaptığı el Irakiye seçimlerde yüzde 24.72 oy almıştı. Başını Şii Dava Partisi'nin çektiği Kanun Devleti Koalisyonunun önüne geçmeyi başarmıştı.

Şiiler ülkede çoğunlukta olsalar da siyaseten çok parçalıydılar. Bu fırsatı değerlendiren el Irakiye gibi beş benzemezin bir araya geldiği koalisyon, Irak'ta iktidarı Şiilerin elinden alacak gibi görünüyordu.

Murat Özçelik, anlattıkça anlatıyor ama benim aklıma bir türlü yatmıyordu.

Sonuçta, Şiilerin iki büyük siyasi yapısı, Kanun Devleti Koalisyonu ile Irak Ulusal İttifakı uzlaştığında Şiiler kolayca iktidar olabiliyordu.

Aralarında anlaşmazlıklar aşılamayacak ölçüde değildi.

Biraz dikkatli bakınca fark ettim ki ortada, mezhepçilik edebiyatıyla yazılmış bir tiyatro oynanıyordu.

Perdenin arkasında ise İran ve ABD vardı.

Sözüm ona birbirinin can düşmanı olan bu iki ülke arasında gözlerden ırak inanılmaz bir diplomasi yürüyordu.

İran, risk alarak Türkiye'nin el Irakiye'yi öne çıkarmasına göz yumuyor; ABD'de de Bağdat'taki iktidarın kendi denetiminden kaçmaması için Tahran'ın siyasi manevralarına karşı formül geliştirmeye çalışıyordu.

Her iki taraf ince ince hesaplanmış siyasi hamleler yapıyor, sonra bu hamlelerin sonucunu görmek için dikkatler sokaklara çevriliyordu. Akan kan kimsenin umurunda değildi.

Tahran, Irak'ta ipleri daha fazla eline alabilmek için ortamı geriyor ABD ise Tahran'ın etkisini sınırlı tutmak için çaba gösteriyordu.

Bu diplomatik satrançta AKP destekli el Irakiye ise sadece bir piyondu.

Vahim olanı ise Ahmet Davutoğlu'nun el Irakiye üzerinden Sünnileri yeniden Irak'ta iktidara getireceğine inanmış olmasıydı.

Meseleyi bir de Amerikalıların bakış açısından öğrenebilmek için Murat Özçelik'ten Bağdat Büyükelçisi olarak göreve başlayalı henüz üç gün olmuş James Jeffrey'den randevu almasını istedim.

Sonuçta, Ankara'da Irak Özel Temsilcisi olarak görev yaparken, James Jeffrey de Ankara'da ABD Büyükelçisi'ydi ve aralarında özel bir hukuk vardı.

Beni kırmadı, aradı ve randevuyu koparttım.

Yeşil Bölge'deki ikametgahında yaklaşık iki saat konuştuk. Röportaj başladıktan kısa süre sonra, ABD’nin el Irakiye'yi iktidara getirmeye hiç mi hiç niyeti olmadığını anladım. 

Son sözü ABD söylüyordu.

Washington ile Tahran Irak pastasından kim daha fazla pay alacak diye birbirlerine el ense çekiyordu.

Mesele bundan ibaretti.

ABD, ülkeyi Şiilerin yönetmesini ama Tahran'ın etkisinin sınırlı kalmasını isterken, İran ipleri daha fazla elinde tutmak için çaba gösteriyordu.

ABD'nin bölgedeki varlığına sözde karşı çıkıyor ama fazla sıkıştırmaktan da kaçınıyordu. Çünkü, ABD'nin Irak'taki varlığı, Tahran'ın Irak'taki Şii siyasetini tahkim etmesi için çok güzel bir gerekçeydi. Tahran'daki mollalar bundan sonuna kadar yararlanıyordu.

İki ülkenin yetkilileri kameralar önünde nefret kussalar da sahada  birbirlerinin ayağına basmamaya çalışıyorlardı.

Sonuçta, İran ve ABD anlaştı ve seçimden sekiz ay sonra Irak'ta hükümet kuruldu.

Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve Başbakan Nuri el-Maliki görevlerini sürdürdü.

Meclis Başkanlığı ise Sünnilere verildi.

Tahran da Washington da varılan bu mutabakattan memnundu.

Ahmet Davutoğlu'nun payına büyük bir hayal kırıklığı düştü.

İran'ın İsrail'e milisilleme yapar gibi yapması sonrasında aklıma 14 yıl önce Irak siyasetinde yaşananlar geldi.

Tahran yönetimi şimdilik zevahiri kurtarmış gibi görünüyor.

Ama daha önemlisi içeride ve dışarıda desteğini giderek kaybeden Binyamin Netanyahu'ya nefes aldırdı.

İktidarını sağlamlaştırmasına gerekçe buldu.

Gazze'de yaptığı kıyımdan ötürü kendisine destek vermekte zorlanan Batılı liderlerin elini güçlendirdi.

İsrail, kendisine yönelik “İran tehdidinin” boş olmadığını dünyaya gösterme fırsatı yakaladı.

Ez cümle İsrail bu işten karlı çıktı...

Binyamin Netanyahu'nun bu avantajı fazlasıyla kullanacağından kimsenin kuşkusu olmamalı.

Önümüzdeki aylar Gazze için çok daha sıkıntılı geçecek öngörüsünde bulunup yazımıza noktayı koyalım.