Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
45,8669
Dolar
Arrow
39,6153
İngiliz Sterlini
Arrow
53,6768
Altın
Arrow
4291,0000
BIST
Arrow
9.389

Sıra çoktandır bizdeydi, farkında değil misiniz?

İsrail, nükleer kapasitesini bahane edip İran'ı vurdu, Türk kamuoyu da hiç vakit kaybetmeden “sıra bizdeciler” ile “İsrail bize saldıramaz evvelallahçılar” olarak karpuz misali ikiye bölündü.

Haber kanallarında, sosyal medyada herkes meselenin bir yanından tutup çekiştiriyor.

İsrail'in İran'dan sonraki hedefi Türkiye mi olur?

Peşinen söyleyelim; İsrail hiçbir şart altında müstakilen Türkiye için bir tehdit teşkil etmez!

İsrail'i idare edenlerin -bu Netanyahu gibi ruh hastası bir faşist olsa bile-  aklını peynir ekmekle yemediğini biliyoruz. Üstelik Türkiye ile ticaretini de sessiz sedasız bir güzel yürütüyor. Neden akamete uğratsın! O yüzden Türkiye'yi de hedefe koyup İran'a yaptığı gibi F-35'lerle vuracağını söylemek cehaletten değilse bile siyaseten içeriyi tahkim etmek içindir. 

Boş yere atıp tutanları geçelim.

Ama arkasında hiç taviz vermeden duran Amerika söz konusu olduğunda orada hafifçe bir frene basmak lazım. Amerika için İsrail'in güvenliği kritik önemi haizdir.

Bunu biliyoruz.

Washington'daki stratejik oyun kurucuların Ortadoğu siyasetini bu çerçeve içinde kıymetlendirelim. Bölgedeki memleketlerin cümlesi Amerika'nın istediği kıvama gelip İsrail'in köpeksiz köyde çomaksız gezeceği bir iklim oluşacak ki, mesele nihayetlensin.

Geçen 25 yılda Irak, Libya, Suriye teker teker tehdit olmaktan çıkarıldı.

Geriye İran kaldı.

İsrail, önce Hamas ve Hizbullah'ı ortadan kaldırdı, İran'ın kolunu kanadını kırdı. Sonra da vurmaya başladı.

Burada şimdiye kadar cevabı muğlak kalan soru şu: İsrail'in başlattığı operasyonun siyasi amacı sadece İran'ın nükleer kapasitesini yok etmek mi yoksa Tahran'da bir rejim değişikliği sağlamak mı?

Eğer rejim değişikliği ise - öyle görünüyor -  bunu Amerika'nın yıllardır itinayla besleyip büyüttüğü PKK ve türevleri olmadan yapamayacağını da biliyor. Tabii önce İran’ın toprak bütünlüğünün bozulması lazım. Suriye'den sonra burada Kürtlerin elde edeceği bir siyasi kazanım, Ortadoğu'da Amerika ve İsrail ile kayıtsız şartsız işbirliği yapacak Büyük Kürdistan'ın kurulması için kritik adım olur.

Onların zaviyesinden bakıldığında mesele önce Türkiye'de siyaseten bir noktaya gelmeli, böylece atılacak adımlar istenilen sonucu versin.

Şimdi burada durup bir nefes alalım, kaseti biraz geri saralım; meseleyi daha iyi anlayıp anlamlandırmak için yakın gözlüğümüzü takıp yakın tarihimize şöyle bir bakalım:

Dünya 21. Yüzyılı kan ve göz yaşıyla karşıladı. Küresel sermaye baronlarının siyasi temsilcileri, 11 Eylül gibi arkası son derece karanlık olan bir terör saldırısını bahane edip emperyalist hedefleri için harekete geçti.

Önce Afganistan sonra Irak...

BOP'u uygulamaya koydular!

İşleri daha bitmeden Türkiye'de siyasal İslamcıları iktidara taşıdılar. Bu kritik eşikti çünkü Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da kurmayı düşündükleri “İslamcı demokrasiler” için bir model teşkil ediyordu.

Kimlik siyasetinin sarmalında sarsaklaşanları neyse ama memlekette ne kadar Kürtçü, İslamcı, çakma solcu, tatlısu liberali, küreselleşmeci filan varsa, Kemalist vesayet bitecek diye etekleri zil çalmaya başladı. İslamcılık muteber oldu. Tayyip Erdoğan, “BOP'un eş başkanıyız” diye övünmekte beis görmedi.

Bu sadece İslamcılar için değil, İslamcıların içinde kamufle olmuş Kürtçüler için de tarihi bir fırsattı.

Sonrası malum!

Çeyrek asır içinde tek bir kurşun bile atmadan Türkiye'yi istedikleri kıvama getirdiler; ne füzeye ne hayalet uçaklara ne de askeri bir operasyona ihtiyaçları oldu.

Ergenekon, Balyoz kumpaslarıyla başladı... Çünkü, Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin siyasi birliğinin, toprak bütünlüğünün en önemli güvencesiydi ama bu kumpaslarla tabiri caiz ise yerle yeksan edildi. Sadece vatansever subaylar değil, Genelkurmay Başkanı bile “terörist” suçlamasıyla hapse atıldı. Halkın gözbebeği olan Türk ordusu, o saatten sonra bir daha eski gücüne ve azametine kavuşamadı.

CIA aparatı olan Gülen Cemaati görevini yerine getirmişti.

Burada durmadı, artık ok yaydan çıkmıştı. 2010'da Anayasa'yı değiştirip daha fazlasını yapıp yapamayacağını görmek için yurdum insanının nabzını tuttu.

Anladı ki önünde pek fazla bir mani yok!

Amerika'nın desteği arkasındaydı ve işler istediği gibi gidiyordu! “Yola devam” dedi...

Sonra Arap Baharı, Suriye iç savaşı, ensar-muhacir filan derken, Türkiye sessizce işgal edildi. Türkiye'nin ulus kimliğini yok etmek için Suriyelilere, Afganlara, Afrikalılara, sağdan soldan gelen artık kim varsa cümlesine memleketin kapılarını açtı.

Türk kimliği özellikle zedelendi ki Kürtçülerin önü açılsın.

Sonra, Atlantik ötesinden gelen telkinlerle Kürtçüleri memleketin tapusuna ortak etmenin vaktinin geldiğini düşündü. Açılım, saçılım süreci başladı ama işler istediği gibi gitmeyince “demek ki daha var” diyerek kendisine umut bağlayanları eli böğründe bıraktı.

Ama yurdum insanı faturayı da çıkardı, 2015'teki seçimde neredeyse koltuk altından gidiyordu; bir sürü katakulli yaptı, iktidarını sağlamlaştırdı ama bir daha böyle bir riskle karşılaşmamak için rejimi kökünden değiştirmeye karar verdi.

15 Temmuz'la çömlek patladı. Fırsat bu fırsattı... Demokrasiyi fiilen askıya aldı. Kesmedi, tek adam oldu, bütün yetkileri eline aldı. Her ne kadar “Türkiye Yüzyılı” filan diye yurdum insanına ittirmeye çalışsalar da memleket rayından çıktı.

Öyle böyle değil.

Demokrasinin güvencesi olan orta sınıf bitti. Ana muhalefet partisinin Cumhurbaşkanı adayı hapse atıldı; 'Mustafa Kemal'in askeriyiz' demek 'hak, hukuk, adalet' demek suç oldu.

Ekonomi çöktü; bir kesim iktidarın sağladığı imkanlarla günden güne semirdi ama yurdum insanının kâhir ekseriyeti cumhuriyet tarihinde görülmemiş şekliyle fakr-u zaruret içine girdi. Hayat pahalılığı, enflasyon aldı başını gitti.

Her geçen gün yeni bir yolsuzluk memleketin gündemine damgasını vururken, memleket kara para cenneti olurken, taşı toprağı yağmalanırken, bütün varlıkları sağa sola peşkeş çekilirken bir de baktık ki, daha dün Abdullah Öcalan'ın asılması için ip atan Bahçeli, barış güvercini olmaya soyunmuş. 2015'te nihayetlenemeyen açılım saçılım meselesi bu kez Tayyip Erdoğan'ın emri hak vaki olana kadar o koltukta oturmasını sağlayacak Anayasa değişikliği karşılığında Kürtçülerin ama daha önemlisi Amerika ve İsrail'in gönlünü yapma denklemine dönüşüvermiş.

Daha ne istesinler, bir taşla birkaç kuş vaziyeti...

Ez cümle, memleketin bugün içinde olduğu ahval ve şeraite baktığımızda ne Amerika ne İsrail için Türkiye'yi İran gibi hedefe koyması söz konusu olmayacaktır. Ortadoğu'da ne, nasıl yapılacaksa Washington'dan gelen bir telefona bakar.

Zaten Trump Oval Ofis'e yerleştikten sonra arayıp “Bölgesel siyasetimizde sizinle çalışacağız” dememiş miydi? Yoksa Tayyip Erdoğan, “Hayır, ben sizinle çalışmayacağım, sizin Ortadoğu siyasetiniz bizim çıkarlarımıza aykırı” cevabını vermiş de biz mi duymadık!