Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Tehdit, şantaj, baskı!

Üzerinden tam bir yıl geçti.

6 Şubat 2023’te saatler 04.17’yi gösterirken deprem fırtınası, Türkiye’nin güneydoğusunu ağır biçimde vurdu. 

Tüm ülke derinden sarsıldı.

Başta Hatay olmak üzere bölgedeki 10 ilimiz büyük bir felaket yaşadı. On binlerce insanımız hayatını kaybetti.

Bunlar, son yüz yıl içindeki en büyük depremler olarak kayıtlara geçti. Yaşanan acı, bugün de ilk günkü kadar taze!

Türkiye’yi 22 yıldır yöneten siyasal İslamcı zihniyet ne depremin açtığı yaralara merhem oldu ne de yardım eli uzatmak isteyenlere destek verdi.

İnsanlar, hayatla ölüm arasındaki ince çizgide kaderine terkedildi. Deprem bölgesindeki tablo, vicdanları kanatmaya devam ediyor.

Durum böyleyken, üç gün önce partisinin yerel seçimdeki adaylarını tanıtım toplantısı için kalktı Hatay’a gitti.

22 yıldır nalıncı keseri politikasıyla sürekli kendine yontarak ülkenin başına gelen her türlü felaketi “nasıl oya tahvil ederim” diye düşündüğünü zaten biliyorduk.

O yüzden duygudaşlık içine girmesini, insanlara sahipsiz olmadıklarını söylemesini, depremzedelerin acılarına ortak olacak üç beş cümle etmesini, partizanlık yapmadan halkı kucaklamasını zaten beklemiyorduk. 

Ama Hataylılar’ı bu kadar açık biçimde tehdit edebileceğini de düşünmemiştik.

Dedi ki; 

“Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay'a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı.”

Bu bariz bir şantajdı.

“Bize, yani iktidara oy vermezseniz, biz de size hizmet vermeyiz. Böyle yıkıntılar içinde yaşamaya devam edersiniz”

Yani, devletin en tepesindeki; kendi insanını, üstelik depremde annesini, babasını, eşini, çocuklarını, abisini, ablasını, akrabalarını kaybetmiş, belki kendisi de ölümden dönmüş, kolu bacağı kırılmış, gözü çıkmış, yaşadığı felaketin acısını dindirememiş, çadırlarda, konteynırlarda hayata tutunmaya çalışan insanını, hiç çekinmeden bir “oy” için tehdit edebiliyordu.

Ne yazık ki bu cümleleri tepki yerine alkış aldı.

Şaşırmamalıydık ama vicdani pusulası asgari insanlık değerlerini gösteren herkes gibi yine şaşırdık, üzüldük, öfkelendik.

Haber kanallarında iki günden bu yana, “acaba ağzından mı kaçırdı” mealinde yorumlar yapılıyor.

Elbette ağzından kaçırmadı, bilerek ve isteyerek, üstüne basa basa söyledi. 

Bu mesaj sadece Hataylılar’a değildi.

Türkiye’nin geneline daha güçlü şekilde ulaşması için depremin yerle yeksan ettiği Hatay’da söylenmişti.

Kamuoyundaki hassasiyet nedeniyle bu sözlerinin öyle ya da böyle köpürtüleceğini çok iyi biliyordu. Köpürtüldü de.

Kendisini muhalif olarak tanımlayan haber kanallarında eleştirilse bile asıl mesajın sokaktaki insana ulaşacağı hesaplanmıştı.

2002’den bu yana bütün seçimleri üç aşağı beş yukarı bu yöntemle kazanmış olduğunun altını kalın kalemle çizelim.

Aynı cümleleri 2019’daki yerel seçim sürecinde söylemişti. Ekrem İmamoğlu için “topal ördek” ifadesini kullanmıştı.

31 Mart’taki yerel seçimleri tek adam rejiminin devamı için kritik bir eşik olarak görüyor. 

Buradan çıkacak sonuç üzerinden rejimini tahkim etmekle kalmayıp belki ömür boyu başkanlık yapmak için kendisine siyasi zemin de hazırlamış olacak.

Tehdit ederek, şantaj yaparak, baskı kurarak başarılı olacağını düşünüyor.

Çok da haksız değil. Bu vahim durum sokaktaki vatandaş açısından giderek normalleşiyor. 

Yurdum insanı; Stalin’in tavuğu misali, kendisini yoksulluğa, yoksunluğa, neredeyse açlığa mahkûm eden iktidardan üç beş kuruş sosyal yardım alabilmek için,

AKP il ve ilçe başkanlıklarının torpiliyle çoluğunu çocuğunu işe yerleştirmek, bekçi kadrosuna girmese bile en azından uzman çavuş yapabilmek için,

Evini imar barışına sokmak, gecekondusunu müteahhide verip beş on dairenin rantına konmak için medet ummaya devam ettikçe bu yöntemin sonuç vereceğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Ne yazık ki yurdum insanının çok önemli bir bölümü, iktidarın tehdidine ve şantajına gönüllü olarak boyun eğiyor. 

Meselenin psikopatolojisi bir yana, kamu hizmetini ‘oy’a bağlamış bir iktidarın ülke insanını itaate zorlayan bu mekanizmasının kırılması mümkün mü? 

Yurdum insanı, iktidarın tehdidine, şantajına ve baskısına bir direniş gösterir mi, gösterebilir mi? 

Yeter artık der mi, diyebilir mi?

Belki…

Umudu korumak gerekiyor ama bu kısa vadede çok da kolay görünmüyor diyerek yazımıza noktayı koyalım.