Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
43,2409
Dolar
Arrow
38,0208
İngiliz Sterlini
Arrow
50,4703
Altın
Arrow
4068,0000
BIST
Arrow
9.317

Türkiye 'garantör' olmaktan vazgeçerse...

İki gün önce Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin, AB'nin 12 milyar avroluk yatırım sözü karşılığında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıyıp büyükelçi atamasının, Türkiye'nin son yıllarda dış politikada yediği en kritik gol olduğunu yazmıştık.

Üstelik, iktidardan değil buna tepki vermek, meseleye dair eli yüzü düzgün bir açıklama bile gelmemişti.

Ortada, bunu engellemek için gösterdiği bir çaba olmaması dikkat çekiciydi.

“Yapmadı, yapmak istemedi; belki de KKTC'yi artık tamamen gözden çıkarmanın vakti geldi diye düşünmüştür, belki de kendi iktidarının devamını garanti altında tutmanın dışında böyle önemli bir kozu (sığınmacı) Kıbrıs için harcamak istememiştir, bilmiyoruz.” demiştik.

Ankara'nın derin mahfillerinden gelen bilgiler pek hayra alamet değil.

Lafı hiç uzatmadan yazalım:

İktidar her an KKTC'yi gözden çıkarabilir; yani üç vakte kadar uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan garantörlük hakkından vazgeçip Rumları, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin meşru temsilcisi olarak tanıyacak adımlar atmaya başlarsa şaşırmayalım.

“O kadar da olmaz.” diye düşünmeyin; Annan Planı halkoylamasına sunulduğunda top direkten dönmüştü. AKP, iktidarda daha iki yılını bile doldurmamışken buna cesaret edebildiyse, şimdi haydi haydi KKTC'nin ipini çekebilir.

Harici işlerle az buçuk ilgilenenler çok iyi bilir ki, bu işler alıştıra alıştıra olur. Öyle birdenbire politika değişikliğine gidilmez, içerideki muhtemel tepkiler ve ortaya çıkacak siyasi fatura hesaplanır, iyice ölçülüp biçilir; sonra yurdum insanı bir güzel ikna edilir, ardından düğmeye basılır.

Mesela, Tayyip Erdoğan'ın geçen yılın kasım ayında Macaristan'da yapılan Avrupa Siyasi Topluluğu Zirvesi'nde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Cumhurbaşkanı Nikos Hristodulidis ile yaptığı görüşme, saray beslemesi haber kanallarında “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Macaristan'da dünya liderleriyle bir araya geldi.” diye pazarlanmıştı.

Üstelik görüşmeye Yunanistan Başbakanı Miçotakis ve Hakan Fidan da katılmıştı.

Bundan 25 yıl önce böyle bir görüşme yapılsaydı, Türkiye'de yer yerinden oynardı; iktidarda kim olursa olsun, muhalefet ortalığı birbirine katardı.

Tabii memlekette “Düğün yok, bayram yok, eniştem beni niye öptü?” diye sorup böyle bir görüşmenin neden icap ettiğini sorgulayacak pek kimse kalmadığı için, meseleyi fazla kurcalayan olmadı.

Anlaşılan o ki, Tayyip Erdoğan dış siyasette ciddi bir paradigma değişikliğine gidiyor.

İktidarını sürdürebilmek için içeriye satacağı fazla bir şey kalmadığından, bundan sonra jeopolitik üzerinden yürüme niyetinde olduğunu söyleyebiliriz.

Rumlarla halvet olmaya çalışması da bu yüzden.

Meselenin ucu tabii ki Doğu Akdeniz ve Ortadoğu'ya uzanıyor.

Doğu-Batı ticaret ve enerji koridoru üzerinde söz sahibi olabilmesi için Kıbrıs'ın “mesele” olmaktan çıkması lazım.

Suriye, İsrail ve Kıbrıs üçgeninde yürüyen pazarlık, Tayyip Erdoğan'ın içeride tesis etmeye çalıştığı rejimin geleceği açısından kritik öneme sahip. Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, CHP'li belediyelere operasyon gibi muhalefete yönelik artırdığı baskıyı da bu zaviyeden görmek lazım. Yani Avrupa'ya diyor ki: “Bu işleri sadece benimle yürütebilirsiniz.” Avrupalıların mesajı aldığından kuşku yok.

Üstelik son gelişmelerle birlikte Amerika ile Rusya arasındaki tahterevallide bir denge yakalamış durumda.

Trump için ise işler zaten yolunda.

Tayyip Erdoğan'ın öyle ya da böyle sözünden çıkmayacağını biliyor.

Gelelim zurnanın zırt dediği yere...

Bütün bunları tereyağından kıl çeker gibi halledebilmesi için içeride mutlaka anayasa değişikliğiyle İslamcı-Kürtçü rejimi garanti altına alması gerektiğinin farkında. O yüzden sesini çıkaran ya da çıkarma ihtimali olan kim varsa, gözünü kırpmadan içeri atıyor.

Muhalefet bütün bunların ne kadar farkında, bilmiyoruz.

Ezcümle, Türkiye freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı gidiyor.

Türkiye'nin Kıbrıs'ı kaybetmesi, Anadolu coğrafyasının Akdeniz’den gelecek her türlü tehdide karşı savunmasız kalması anlamına gelir. Böylesine büyük bir yanlışın telafisi de mümkün olmaz diyerek yazımıza noktayı koyalım.