Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
34,9385
Dolar
Arrow
32,5064
İngiliz Sterlini
Arrow
40,8451
Altın
Arrow
2441,0000
BIST
Arrow
10.087

Yakın tarihten anekdotlar... 'Kaddafi'ye felsefe doktorası verelim'

Yaşar Yakış, AKP'nin ilk Dışişleri Bakanı'ydı. Geçen hafta 86 yaşında hayata veda etti.

Kendisini, 2002'de Hariciye'nin başına geçmeden 6 yıl önce tanımıştım.

Türkiye'nin Kahire Büyükelçisi’ydi.

Camiada Arapça bilen tek diplomat olduğu söylenirdi.

Son derece renkli bir kişilikti, Karadenizli'ydi. Laz olduğunu saklamazdı. Üstelik Lazcası da gayet güzeldi.

Ez cümle nevi şahsına münhasır bir insandı.

90'ların ikinci yarısı Türkiye için çalkantılı yıllardı.

DYP ile ANAP arasında kurulan kısa ömürlü koalisyon hükûmetinin istifasından sonra yapılan genel seçimde Refah Partisi birinci olmuş; Erbakan, Çiller ile koalisyon kurup, 28 Haziran 1996'da Başbakanlık koltuğuna oturmuştu.

İç siyasette elde ettiği başarıyı, İslam ülkelerinden alacağı destekle tahkim etmek istiyordu.

Göreve başlar başlamaz önce İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya'yı ziyaret etmiş bir ay geçmeden Afrika gezisine çıkmıştı.

O geziyi izleyen gazetecilerden biri de bendim.

İlk durağımız Mısır'dı!

Türk heyetini taşıyan uçak Kahire havaalanına gece yarısına doğru inmişti.

Ancak uçak Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı’nı taşıyor olmasına rağmen havaalanındaki göndere Türk Bayrağı çekilmemişti. 

Resmi karşılama töreni de düzenlenmemişti.

Bugün inanması son derece güç olabilir ama o vakitler burnundan kıl aldırmayan Başbakanlık muhabirleri hızla “Kahire'de skandal” haberi yazmaya koyuldular.

Ortada henüz bir skandal olup olmadığını bilmiyorduk ama iş Erbakan'a vurmaya gelince anlı şanlı basınımız bu durumu bir fırsat olarak görmüştü.

Mısır'da İhvan'a karşı sert tutumuyla bilinen Hüsnü Mübarek iktidardaydı ve Erbakan'ın kendisiyle görüşmesinde bu meseleyi gündeme taşıyacağı biliniyordu. Refah Partililer, ziyaretten birkaç gün önce basına “Hoca, hapisteki bazı İhvancıların bırakıverilmesini isteyecek” diye haber sızdırmışlardı.

Acar gazetecilerimiz de denklemi hemen kurmuş, Hüsnü Mübarek Erbakan'a tepki göstermek için havaalanında resmi karşılama töreni düzenlenmesine izin vermediği gibi Türk Bayrağı'nın göndere çekilmesine de engel olmuştu.

Milli duyguları kabartan son derece dokunaklı bir durumdu.

Erbakan, nasıl olur da Türkiye'nin onurunun ayaklar altına alınmasına izin verir, “o dakka” itibarıyla geziyi iptal edip Ankara'ya dönmezdi falan filan...

Ama benim aklıma yatmamıştı.

Bu kadar basit olduğunu düşünmüyordum.

Başbakan ve Cumhurbaşkanı düzeyindeki resmi ziyaretler, çok daha öncesinden en ince ayrıntısına kadar planlanır, olumsuz bir gelişme yaşanmaması için bütün ihtimaller göz önüne alınır ve ona göre program yapılırdı.

Soluğu Yaşar Yakış'ın yanında aldım.

Sayın Büyükelçi” dedim, “Nedir bu mesele. Neden, Mısırlılar havaalanında resmi karşılama töreni yapmadı, neden bayrağımız göndere çekilmedi?”

Biraz da şaşkınlıkla, “Gün batınca bayrak göndere çekilmez ve resmi tören düzenlenmez de o yüzden. En basit protokol kuralıdır. Zaten böyle planlanmıştı. Resmi tören yarın Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda yapılacak” dedi.

Ben de haberimi bu minvalde yazdım.

Ama ertesi gün kızılca kıyamet koptu.

Sabah, gazetecilerin de Türk heyeti ile birlikte kaldığı otelin kahvaltı salonuna inen Refah Partililer adeta burunlarından soluyorlardı. Acar gazetecilerimizin bir kısmı fırça yememek için tam siper olmuş diğerleri de Hoca'nın kurmay ekibine kendilerini affetirebilmek için tabiri caiz ise on takla atıyordu.

Benim için ilginç olan ise o vakit çalıştığım Akşam Gazetesi'nin tavrıydı.

Böyle bir skandalı göz göre göre nasıl atlamıştık!

Bunun bir skandal olmadığını telefonda uzun uzun anlatmaya çalıştım ama dinlemediler.

Ne yani, Hürriyet'i, Milliyet'i, Cumhuriyet'i, Sabah'ı cümle necip Türk basını yanlış yazmıştı da, bir tek biz mi doğruyu kaleme almıştık, gibi bana yönelik son derece anlamsız bir hesap sorma çabası içine girmişlerdi.

Canım sıkılmıştı. O kızgınlıkla soluğu yine Yaşar Yakış'ın yanında aldım ve vaziyeti olduğu gibi anlattım.

Bana dedi ki, “Şimdi benimle röportaj yap. Ben ne olduğunu, ne olmadığını bütün ayrıntıları ile anlatırım. Benimle birlikte bir fotoğrafını da gönderirsin. Böylece resmi ağızdan öğrenmiş olurlar”

Aklıma yattı. Görüşmeler başlamadan önce 15 dakika konuştuk, dediği gibi bir de fotoğraf çektirdik.

Gecikmeden röportajı ve fotoğraflarını İstanbul'a gönderdim.

Bir, iki gün sesleri çıkmadı. Sonrasında yazımı “İşte skandalın perde arkası” başlığı ile yayınladılar. Yaşar Yakış'ın son derece sarih ifadelerine rağmen bizimkiler ortada skandal olmadığına inanmıyordu.

Akşam Gazetesi'nin yönetimi, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Sabah gibi gazetelerin karşısındaki eziklik duygusunu bir türlü aşamıyordu vesselam!

Mısır'daki temasların son günü Libya'ya yola çıkmaya hazırlanırken Yaşar Yakış'ı otelin kapısında gördüm.

Teşekkür etmek için yanına gittiğimde, “Dur sana bir haber vereyim” dedi.

“Sayın Başbakan'a yazılı olarak ilettim. Kaddafi son dönemde bize biraz kırgın ve kızgın. Onun gönlünü almak gerekiyor. Görüşmeler yapılmadan önce Sefir bey kendisine fahri doktora vereceğimizi bildirsin. O bu tür şeyleri çok sever. Böylece bir sürprizle karşılaşmamış oluruz”

Sonrası malum...

Trablus Büyükelçimiz, Erbakan ile görüşmeden önce böyle bir teklifi masaya koydu mu, koyduysa Kaddafi'nin cevabı ne oldu, bilmiyoruz.

Ama öyle ya da böyle asıl skandal Sirte'deki bedevi çadırında patladı.

Gecenin bir yarısı çölün ortasında Erbakan'ın gözünün içine baka baka “Kürtlerin de Ortadoğu güneşi altında bağımsız olmaya hakkı var” deyiverdi.

En hassas olduğumuz yerden vurmuş, bütün Türkiye'nin canını yakmıştı. Oysa Türk halkı kendisine, Kıbrıs Barış Harekatı sırasındaki desteğinden ötürü büyük minnet duyuyordu.

Peki, Kaddafi neden böyle yapmıştı?

Yıllar sonra 2022'de Yaşar Yakış'la yaptığım bir röportajda bunu kendisine sordum.

“Aslında Erbakan'ın İhvancılığından rahatsız oluyordu” dedi. Kaddafi'nin emperyalist güçlerin Ortadoğu'ya el atmak için bir şekilde İhvan'ı kullanacağını düşündüğünü söyledi.

Yaşar Yakış'a göre, Kaddafi birçok kez bunu Türk yetkililerin dikkatine de getirmişti.

Sonu da İhvan'ı Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da iktidara taşıma projesi olan Arap Baharı'yla geldi. Belli ki tehlikenin farkındaydı. Ama yurdum insanı Kürt meselesi üzerinden bize vurmuş olmasını bir türlü içine sindiremedi.

Kaderin cilvesi bu ya, Yaşar Yakış çadır skandalından sadece altı yıl sonra İhvan'ın Türkiye kolu olduğunu saklamayan siyasal İslamcı bir iktidarın ilk Dışişleri Bakanı olacaktı, diyerek yazımıza noktayı koyalım.