Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış haberleri bul
ve ve
ve ve
ve ve
Temizle
Euro
Arrow
36,2401
Dolar
Arrow
34,4862
İngiliz Sterlini
Arrow
43,5545
Altın
Arrow
2962,0000
BIST
Arrow
9.549

Yine yeşillendi erik dalları

31 Mart yaklaşırken bütün düğmelere aynı anda basmaya başladı.

Yerel seçimin sadece yerel seçim olmadığını biliyor.

Çıkacak sonuca bağlı olarak Türkiye, 1 Nisan itibarıyla erken seçim sürecine girebilir veya Anayasa değişikliği ile tek adam rejiminin kalıcı olacağı, ülkenin her açıdan iliğinin kemiğinin yerinden oynayacağı bir döneme adım atabilir.

Kürt seçmenin doğrudan ya da dolaylı desteği olmadan istediği başarıyı yakalayamayacağının farkında…

Seçim sathı mailinde tablonun kendileri açısından namüsait bir mahiyette tezahür etmemesi için önce dirsek teması sağladılar. Sonrasında sessiz sedasız pazarlıklar başladı.

Mesele şimdilik İstanbul ve Diyarbakır‘la sınırlı gibi görünüyor.

Siyasal İslamcı siyasetin finansmanı için İstanbul, Kürtçü siyasetin finansmanı için de Diyarbakır kritik önemi haiz!

İstanbul elinde olmadığı sürece tarikatları ve cemaatleri besleyemiyor, kendi tabanını tahkim edip arkasında kolayca hizalayamıyor. İstanbul’un kaynakları, hem sadaka ekonomisiyle yarı aç yarı tok oy deposu haline getirdiği kitlelerin çözülmemesi hem de çevresindeki sonradan görme azgın azınlığın doyurulması için önemli.

Meselenin psikolojik yönü de var. 

İstanbul elinde olmadığı sürece kendisini eksik hissediyor. Cumhuriyetin başkentine hiçbir zaman ısınamadı. İstanbul’u hala Dersaadet, Payitaht olarak görüyor.

O’nun için İstanbul neyse Kürtler için de üç aşağı beş yukarı Diyarbakır o. 

Kürtçü siyaset, kendi tabanını bir arada tutabilmek, kendi işadamlarına rant dağıtabilmek için Diyarbakır belediyesinin kaynaklarına muhtaç.

Yoksa oylar AKP’ye kayabilir.

2019’dan bu yana kayyımlık görevini yürüten Vali’nin Kürtlerin İslamcı damarını çok güzel kaşıdığını biliyorlar. Taban kaymaya başlarsa kolay kolay bunun önüne geçemeyeceklerinin, AKP ümmetçiliğinin Kürtçülüğün İslamcı ayağını erozyona uğrattığının farkındalar.

Durum böyleyken, DEM’in İstanbul Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni’yi aday göstermesiyle AKP açısından kritik eşik aşılmış oldu. 

Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, “Sürecin başından beri hiçbir gelgit yaşamadan, Türkiye halklarının kazanacağı tüm seçenekler değerlendirildi. Kararlarımızı kimilerine rest ya da kimilerine jest olsun diye almıyoruz” dese de AKP’lilerin zil takıp oynadıklarını görmemek için kör olmak gerekiyor.

Yerel seçim sonrası DEM, Diyarbakır’a kayyım atanmaması için bir garanti aldı mı ya da nasıl bir garanti aldı, şimdilik bilmiyoruz. 

Dikkatler doğal olarak 1 Nisan’dan sonraya çevrildi.

Yapılan açıklamaların satır araları İstanbul ve Diyarbakır mutabakatının dışında yeni ve kapsamlı bir açılım sürecini gösteriyor.

Mesela, AKP’li Ali İhsan Yavuz çıktı, “AKP Türk partisi değil, AKP Türkiye partisidir” dedi.

Böylece, ılık beyinli sol/liberal tayfanın, etnikçilerin, mezhepçilerin, dincilerin pek sevdiği “Türkiyeli” sözüne atıf yaparak işaret fişeğini atmış oldu.

DEM’li Ahmet Türk de “CHP Kürt sorununu çözecek kabiliyette değil, Erdoğan isterse çözebilir, çünkü o bir lider” diyerek Beştepe’ye güzel bir buket çiçek gönderdi.

Mardin’de Belediye Başkanı’yken kimin talimatıyla kapı dışarı edildiğini ve yerine kayyım atandığını unutmuş olacak ki böyle bir güzelleme yapma ihtiyacı hissetti.

Bir güzelleme de AKP’li Galip Ensarioğlu’ndan geldi. Edirne Cezaevi’ndeki Selahaddin Demirtaş’a “İyi bir siyasetçi, ağzı laf yapan, espri yapan, şarkı söyleyen sempatik biri” sözleriyle nağme yaptı. Oysa üç gün önce ağababaları, terörist diyerek veryansın ediyordu.

Selahaddin Demirtaş, bu siyasi cilveleşmede geri kalmadı. Bir zamanlar “Seni Başkan yaptırmayacağız” dediği için içeri atıldığını unuttu, bu sözlerini bir güzel yuttu ve “DEM Parti ile AKP arasında bir görüşme trafiği var mı bilmiyorum. Ama eğer yoksa bu, iki parti için de büyük bir eksikliktir” deyiverdi. 

Bu sözlerinin kendisini içeri atanın değirmenine su taşıyacağını bilmiyor olamazdı.

Çözüm sürecinin İçişleri Bakanı olan Efkan Ala da topa girdi.

AKP Diyarbakır’da İlçe Belediye Başkan adaylarını tanıttığı toplantıda “Daha önce buralarda hayal bile edilemeyen sessiz devrimleri gerçekleştirmedik mi birlikte. Başkalarının hayal edemediği şeyleri yapan bu kadro şimdi onların hayal edemediği şeyleri yapabilir. Bizim de onlara dediğimiz, gelin köstek olmayın. Destek olun” diyerek DEM’e çağrıda bulundu.

Bu cümleleri kuranın AKP’nin Genel Başkan Vekili olduğunun altını çizelim!

Ama asıl önemli olan Leyla Zana’nın açıklamalarıydı. Leyla Zana diğerleri gibi lafı eveleyip gevelemedi ve açıkça dedi ki, 

“Sayın Cumhurbaşkanı 'süreci dondurucuya kaldırdım' diyor. E artık miadı geçmek üzere, bence dondurucudan çıkarıp bu işi esastan ele almak gerekiyor"

8 Ekim 2015'teki, "Ben çözüm süreci kaldırılmıştır demedim, şu aşamada buzdolabına konulmuştur dedim. İşler yoluna giderse, süreç yeniden gündeme gelir" yönündeki sözlerini de hatırlattı ve son dönemin moda tabiriyle füzeyi fırlattı.

“Artık zamanı ötelemeye, ertelemeye tahammül kalmadı, anlatabiliyor muyum?”

Bu cümlelerin üzerine çok fazla söz söylemeye gerek yok. 

Belli ki erik dalları yeşillenmeye başlamış.

Yerel seçime kadar İstanbul ve Diyarbakır üzerinden yürütülen pazarlıklar 1 Nisan’dan sonra daha kapsamlı bir hale gelecek gibi görünüyor.

Kendisinin ömür boyu başkanlığını garanti altına alacak, ülkeyi kayıtsız şartsız siyasal İslamcı zihniyetin eline teslim edecek, laikliği ortadan kaldıracak bir Anayasa değişikliğine destek karşılığında Kürtlere yönelik kolektif haklar pazarlık konusu yapılıyor olabilir mi? 

Hatta bunun ötesinde özerklik ya da mesela federasyon…

Yani, siz bana, ben size diyebilir mi?

Ya da, yerel seçimde İstanbul’u aldıktan sonra Dolmabahçe mutabakatında olduğu gibi tornistan eder mi?

Şartlar o dönemki gibi değil. 

Bu kez, Fırat’ın doğusunda ve Amerika’nın fiili koruması altında giderek güçlenen bir terör yapılanması var. 1 Nisan’dan sonra atacağı adımlarda bunu göz ardı edemez. 

Kürtler artık meselenin zamana tahvil edilmesini istemiyor.

Muhalefet çok farkında olmasa da Türkiye, ne yazık ki bir yandan tarihinin en ağır bir ekonomik kriziyle boğuşuyor diğer yandan varlığını tehdit altına sokacak yeni bir dönemin kapısında duruyor.

İyimserliğimizi ne kadar korumaya çalışırsak çalışalım, 1 Nisan sonrası hemen her açıdan tufan olacak gibi görünüyor diyerek yazımıza noktayı koyalım.